O yoldan yüründüğünde varılacak yer burasıydı! Ama “buraya” beklenenden çok çabuk gelindi.
“Bura” dediğimiz, “varılacak yer”i dün, Hürriyet gazetesi sürmanşetinden duyurdu: “Suriye’ye daha etkin bir kara gücü göndermek şart!”
Hürriyet’in adını açıklamayan “bir yetkiliye” dayandırdığı haberine göre; “Fırat Kalkanı” operasyonunun yürüyebilmesi için savaş uçaklarının, özel kuvvetlerin, tanklar ve zırhlı araçlar ile sınırda konuşlu obüslerin ÖSO’ya destek vermesi biçimindeki müdahale yetmemektedir. Bu yüzden “muharip piyade birlikleri”nin de operasyona fiilen katılmaları gerekmektedir. Aksi halde harekatın devam ettirilmesi mümkün değildir!
ÖSO DAHA SAVAŞMADAN DAĞILIYOR MU?
Hürriyet’in haberinin gerekçesini de yine dün Hükümetin gayriresmi yayın organı Yeni Şafak gazetesi verdi.
Yeni Şafak’ın haberi, bir aydan beri her gün yeni zaferler kazanarak ilerlediği propaganda edilen “ÖSO efsanesi”nin sonunu ilan eder gibiydi. “IŞİD’in ÖSO tarafından ele geçirilen sekiz köyü geri aldığı”nı kabul eden Yeni Şafak bir adım daha atarak, ABD’den silah ve para alan bazı ÖSO’cu grupların, bölgedeki ABD özel kuvvetleri askerlerinin kışkırtmasıyla savaş alanını terk ettiklerini belirtiyordu. Yani Yeni Şafak’ın haberine göre, gerekçesi ABD askerlerinin kışkırtması mı yoksa başka bir şey mi bunu bilemese de Türkiye’nin IŞİD’e karşı “kara gücü” olarak kullanarak Suriye’de bir güç oluşturmayı hesapladığı ÖSO dağılıyordu!
Anlaşılan o ki, Türkiye’nin bütün gayretleriyle ve umutlarla bir araya getirdiği, “Bakın Suriye’de IŞİD’e karşı savaşacak başka güçler de var” diyerek PYD-YPG’ye karşı bir seçenek olarak sunduğu yaklaşık iki bin kişilik “ÖSO gücü”, daha IŞİD’le ciddi bir çatışmaya bile girmeden dağılmaya başlamıştı.
Oysa daha birkaç gün önce Cumhurbaşkanı “hedef el Bab” diye dünya aleme ilan etmişti! Dahası Cumhurbaşkanı Erdoğan, New York’ta da gazetecilerin sorusu üzerine, “Eğer koalisyonla birlikte olursa Rakka’ya da gideriz” diyerek hedef büyütmüştü.
‘BÖYLE GİDİLİRSE BURAYA VARILIR’ DENEN YERE VARILDI!
Afaki iddialar ve işin propaganda boyutu bir yana bırakılırsak oluşan tablo şöyledir:
* “Fırat Kalkanı” operasyonu, henüz IŞİD’le açık bir çatışmaya girilmeden, evdeki hesapların çarşıya uymadığı bir aşamaya gelmiştir.
* ÖSO olarak bir araya getirilen gücün aslında bir askeri operasyonun gerektireceği bir disiplin ve amaca sahip olmadığı, tersine her adımda birleşme, güç olma değil dağılma eğilimi büyüyen bir zorlama devşirmeler topluluğu olduğu ortaya çıkmıştır.
* Türkiye “Fırat Kalkanı” operasyonunu sürdürerek daha güneye doğru gitmeyi amaçlıyorsa piyade gücünü de Suriye’ye göndererek savaş sokmak, Suriye bataklığına boylu boyunca girmeyi göze almak zorunda kalacaktır.
Burada sayılan üç koşul da “Fırat Kalkanı” operasyonuna en başından beri tam destek sunan Hürriyet ve Yeni Şafak gazetelerinde açık açık yazılanlardır. Ama, bu gerçekler, dün ortaya çıkmış, bilinmeyen gerçekler de değildir. Tersine daha “Fırat Kalkanı” başlayıp hedeflerinin ilan edildiği gün işin bu noktaya geleceğini, gelişmeleri az çok izleyen herkes biliyordu. Bu köşeden de, gazetemizin başka yazarları da, Suriye’deki gelişmeleri az çok nesnel gözle izleyen pek çok kişi de, daha başlangıçta girilen yola bakarak, “buraya” gelineceğini söylemişti.
Şunu bile söyleyebiliriz: İşlerin “buraya” varmayacağını sanan herhalde Erdoğan-AKP Hükümeti ve oların askeri danışmanlarıydı! Ya da onlar işlerin “buraya” geleceğini herkesten bile yakından biliyordu ama gerçeği söylemek yerine “Kolay zafer vadetmek” işlerine geldiği için bilmezden gelmeyi, halka öyle göstermeyi tercih etmişlerdi! Öyle ya; bir kez Suriye’ye girildikten sonra, “Türk’e geri çekilmek yaraşmaz” diyerek piyadeleri de başka güçleri de Suriye’ye sevk etmek kolaydı! Ki, bu ikinci ihtimalin daha kuvvetli olduğunu söylemek gerçeğe daha yakındır.
‘BARIŞ TALEBİ’NİN ÖNEMİ ARTIK DAHA KOLAY ANLAŞILACAK
Elbette daha iki ay önce, “Başımıza ne geldiyse Suriye politikasındaki yanlışlardan geldi” diyen Hükümetin bu değerlendirmesinin sadece kamuoyunu aldatma amaçlı olduğunu, gerçekte yaptığı yanlışı daha ileriye götürerek “aşma” yoluna girdiğini söyleyebiliriz.
Öte yandan Suriye’ye asker göndermesi için Hükümete yetki veren tezkere süresinin bir yıl daha uzatılması için, 1 Ekim’de Meclisin açıldığı gün TBMM Genel Kuruluna gelecek.
Milletin vekili olduğunu söyleyen milletvekilleri şimdi soyut bir “Yabancı ülkeye asker gönderme” tezkeresine değil, “muharip piyade birlikleri”nin de Suriye bataklığına sürüleceğinin artık açıkça ortaya çıktığı “savaşa katılmak” için oy verecekler! “Fırat Kalkanı” operasyonunun üstünden bir ay gibi kısa bir zaman geçtikten sonra böyle bir aşamaya gelmesi, Hükümet içinde ve asker arasında da yeni gerilimlere yol açabilecek bir gelişmedir.
Bu yüzden de önümüzdeki dönemde “barış” talep edenlerle sorunları artık açıkça “savaşla” çözmek isteyenler arasındaki mücadele de daha sertleşecektir. En önemlisi de bu gelişmeler, halk yığınları Hükümetin izlediği politikanın nasıl sonuçlara yol açtığını açıkça görerek, “barış” talep edenlerin neden barış talep ettiklerini de daha bir ileriden anlamalarına dayanak olacaktır.