“Allah’a karşı haktan başka bir şey söylemeyeceklerine dair kendilerinden o Kitabın hükmü üzerine misak alınmamış mıydı? Ve onun içinde bulunanları okuyup öğrenmemişler miydi? …” “Kitaba sımsıkı sarılan ve salâtı ikame edenler. …” (aşağıda ayetlerin anlamı bütün olarak verilecektir). Araf suresinin 169-170’nci ayetlerdeki bu mesajlar geçmiş zamanlardaki Ehli Kitap, özellikle de “Tevrat kitabımızdır” diye sıkı sıkıya onu tutup başkalarını küçük gören İsrailoğulları için indirilmiştir. Bununla birlikte mesajları evrensel plânda düşünüp baktığımızda, onların günümüz günceline de ışık tuttuğunu söyleyebiliriz. Bu anlamda günümüzde “Müslüman’ım” diyen insanların Kur’an ’la olan ilişki boyutunu incelediğimizde aynı durumun geçerli olduğunu açıkça görebiliriz. Geçmiş zamanlarda burada verilen mesajların muhatapları olan insanların başlarına neler geldiği ayetlerin yer aldığı bölümde ve Kur’an’ın diğer surelerindeki mesajlarda tekrarlanarak defalarca anlatılmıştır. Buradan şunu çıkarabiliriz: bir sonraki topluluklar bir önceki ve daha önceki toplulukların (kavimlerin, halkların) karşılaştıkları helak ve çeşitli cezalardan ders (ibret, öğüt) almamışlar. Böyle olunca Allah’ın onları cezalandırmaları devam edip gelmiş. Kur’an-ı Kerim ve ondan önce gelen Kitaplarda bunları okuyup görebiliyoruz. Biz bu okuduklarımızın doğru olduğuna inanıyoruz. Bunun yanında insanların bıraktıkları çeşitli tarihi materyaller üzerinde çalışan tarih araştırmacılarının elde ettikleri bilgi ve belgelerden de olayları izleyebiliyoruz. Bu anlamda Kur’an sonrası dönemlerde olanları ancak tarihsel araştırma ve bizzat izleme yolu ile bilebiliyoruz. Artık vahiy ve peygamber gelmeyeceğine göre bundan sonraki zamanlarda bu durum böyle devam edip gidecektir. Bu noktada tarihe mal olan olayları ve nesneleri izlemenin ve miras olarak bırakmanın şimdiki zamanlarda eskisine göre teknolojinin sağladığı imkân ve fırsatlar nedeniyle daha kolay olduğu/olacağı açıktır.
“169-Onların ardından dünyanın geçici tatlarına sarılan yeni kuşaklar geldi. Bunlar Kitaba varis oldukları halde, nasıl olsa sonunda affedileceğiz diye şu alçak dünya malını alıyorlar. Yine onun gibi mal ve rüşvet gelse, onu da alırlar. Allah’a karşı haktan başka bir şey söylemeyeceklerine dair kendilerinden o Kitabın hükmü üzerine misak alınmamış mıydı? Ve onun içinde bulunanları okuyup öğrenmemişler miydi? Oysa ahret yurdu Allah’a karşı sorumluluk bilinci içinde olanlar için daha hayırlıdır. Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız? 170-Kitaba sımsıkı sarılan ve salâtı ikame edenler var ya; onlar iyi bilsinler ki biz, kendilerini ve başkalarını düzeltmek için çaba gösterip ıslah etmeye çalışanların emeklerini karşılıksız bırakmayacağız.”
Yukarıda içinden alıntı yaptığımız iki ayeti bütün olarak ele aldığımızda İsrailoğulları örneği üzerinden verilen bu mesajları günümüz günceli bakımından nasıl okuyabilir ve kendi sahnemizde yaşananları nasıl yorumlayabiliriz? Konu bağlamında bu soru çok önemlidir.
169’ncu ayette Varisi oldukları Kitap bağlamında olumsuz tutum ve davranışlar içinde olan topluluğa açıkça bir eleştiri var. 170’nci ayette ise gene aynı Kitap bağlamında olumlu tutum ve davranışlar içinde olan/olacak topluluklara yaptıklarına karşılık ecirler verileceği bildiriliyor. Bu noktada kilit mesele, “Misaku’l Kitap” tır, yani Kitaba bağlı kalınacağına ve onun hükümlerine uyulacağına dair verilen SÖZ’ dür. İşte her dönemde olduğu gibi günümüzde de ana sorun budur; Kitap’la olan ilişki boyutu; onun, Allah-insan, insan-insan, insan-diğer varlıklar arasındaki ilişkilerde yeri nedir, hangi konumdadır? Bu soruya ek olarak şu da sorulabilir: Kitabın, söz konusu ilişkiler bağlamında bir yeri, işlevi ve hayata kaynak olma makamı var mı?
“Onlardan sonra kötü kimseler gelip onların yerine geçmiş, kitaba varis olmuşlardı.” Ayeti hakkında Süddi der ki: “İsrailoğulları’ nın hüküm istemek üzere gittikleri hiçbir yargıç yoktur ki, vereceği hükümde onlardan rüşvet almasın. Onların ileri gelenleri toplandılar ve bir kısmı diğer bir kısmından bunu yapmayacaklarına, rüşvet almayacaklarına dair söz aldı. Onlardan bir kişi, hüküm istemeye gittiğinde; rüşvet vermeye başladı. Ona: Sana ne oluyor ki hükümde rüşvet veriyorsun? Denildiğinde, “İleride bağışlanacağım” diyordu. Diğer İsrailoğulları’ ndan kalanlar, yaptığı işten dolayı onu kınayıp eleştiriyorlar, fakat o öldüğünde veya ayrıldığında rüşvetçiyi kınayıp onunla çekişenlerden birisini onun yerine geçiriyorlar ve o da rüşvet alıp veriyordu. Sonra şöyle diyordu: Diğerlerine dünya malı gelse onlar da alıyor. Allah Teâlâ: “Onlardan Allah’a karşı ancak hakkı söyleyeceklerine ve içindekini okuyacaklarına dair Kitap üzerine yemin/söz alınmamış mıydı?” buyurarak; onların kendilerinden Kitaptakileri insanlara açıklayıp gizlemeyeceklerine dair söz alınmasına rağmen yaptıklarını kötülemektedir. Başka bir ayette şöyle buyurur: “ “Hani Allah, kendilerine Kitap verilenlerden: onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz diye söz almıştı. Onlar ise; bunu arkalarına attılar ve az bir değere değiştiler. Satın aldıkları şey ne kötüdür” (Ali İmran, 3: 187). (İbn Kesir, a.g.e. s:3117,3118).
Az önceki alıntıda İsrailoğulları’nın verdikleri sözde durmama, kitaba uymama, affedilecekleri kuruntusuna kapılma, birbirlerini eleştirdikleri halde aynı suçları işleme, kitaptakileri gizleyip açıklamama ve ahlaksız davranma gibi davranışlarını gördük. Bu insanların böyle davranmalarını besleyen kuruntularından biri de, Allah’ın seçilmiş kavmi olduklarını ve Hz. İbrahim soyundan gelmiş olmalarını kendilerine gerekçe olarak görmeleridir. Hatta Allah’ın kendilerini affedeceklerine inancı onlarda sabit fikir haline gelmiştir. Ayetlerde sözü edilen örnek topluluk hakkında inanç, düşünce ve davranışları ile ilgili bu kısa bilgiden sonra tekrar yukarıdaki sorumuzla ilgili bağlamına dönersek bir kıyaslama yapabiliriz.
İsrailoğulları’ nın eleştirilme ve kınanmalarına neden olan tutum ve davranışlarından burada anılanları maddeler halinde sıraladığımızda şunları görüyoruz: 1- Sözde durmama. 2-Kitaba uymama. 3-Suçları işleyip durdukları halde affedilecekleri beklentileri. 4-Başkalarını kınadıkları konularda kendilerinin aynı suçları işlemeleri. 5-Kitaptakileri gizleyip açıklamamaları. 6-Kendileri hakkında Hz. İbrahim’in soyundan gelmiş olmaları ve kavimlerinden peygamberlerin seçilmiş olmasını, suç işleme ve affedilme imtiyazı olarak görmeleri. Elbette bunların hepsi Kitaba gereği gibi bağlı kalmamalarından kaynaklanmaktadır. Yani Misaku’l Kitab’ı ihlal etmelerindendir.
Şimdi günümüz dünyasına bakalım. Bu bakışımız herkesi kapsasın. Yani Yahudi, Hıristiyan, Müslüman, Mecusi, Budist, Ateist ve diğerleri için olsun. Bu toplulukların kitapları ile olan ilişkilerinin boyutu nedir? Kitapları hayatlarında ne kadar etkili oluyor? Fazla etkili olmadığı, Dünya Sahnesindeki görüntüden belli değil mi? Yeryüzü kaynakları kimin malı olmuş? İnsanlık neden paramparça? Batı toplumlarında ateistlerin oranı çoğu ülkelerde %50’yi geçmiş. Dünyanın her yerinde bilinemezciler(gnostikler) hızla artmakta. Adı İslâm Coğrafyası ya da İslâm Ülkeleri olarak bilinen memleketlerde insanlar ya mistik anlayışlara ya da ateizme kayıyor. Elbette bu arada gerçek anlamda Müslümanlar da çoğalıyor.
İsrailoğulları için yukarıda sıraladığımız tutum ve davranışlara İslâm Coğrafyası olarak adlandırılan bölgelerde bir karşılık var mı? Biz en iyi kendi yaşadığımız çevremizi biliriz. Şimdi kıyaslamalı olarak ona bakalım. 1- Sözde durmama: her alanda alabildiğine yaygın bir durum olduğu apaçık ortadadır. Özellikle de Misaku’l Kitap hakkında toplum perişan bir vaziyettedir. Kur’an’ a inandığını, onu Allah’ın gönderdiğini kabul edip benimsediğini söylen insanların çoğunun kitabın içindekilerden haberi yok. Kitabı birey ve toplum olarak öğrenme ve hayatı ona göre düzenleme konusunda müthiş bir sözde durmama durumu vardır. Ona inanıp gereğini yerine getirmemek kadar sözde durmama olabilir mi? 2-Kitaba uymama. Sözde durmamanın egemen olduğu bir toplumda kitaba uymamaktan başka ne olabilir ki? İnsan ilkin genel anlamda sözünde duran bir şahsiyet olmalı ki, benimsediği Kitaba uysun. Kitabı öğrenip onu hayata geçirmek diye bir kaygısı olan ne kadar insan var acaba? 3-Suçları işleyip durdukları halde affedilecekleri beklentileri: Evet, Müslümanlıkta “tevbe” Allah’ın lütfettiği çok önemli bir mekanizmadır/sistemdir. Her Müslüman günah işlediğinde gerçek anlamda tevbe ederse Allah onu bağışlayabilir. Ama kendisine bir takım imtiyazlar biçip, şefaat teorileri geliştirip, Allah’tan başka birilerine güvenip günah işler durursa, böyle bir kişi aldanmışlık içindedir. Bilgisiz ve taklitçi bireylerin oluşturduğu toplumlarda vahiy dışı kaynaklarla beslenmeler sapıklığı artırır. Bu durumun çok yaygın olduğu, toplumda yapılabilecek basit bir araştırma ile görülebilir. 4-Başkalarını kınadıkları konularda kendilerinin aynı suçları işlemeleri: insan ahlak ve faziletini oluşturan değerler aşınmaya uğramış ve çıkarcılık artmış ise, insanlar kendi kusurlarından çok başkasının kusurlarına bakar. Dolayısıyla körleşip kaybolan feraset ve basiretleri yerine gelişen fasıklık ve fesatlıkları onları suç makinesi haline getirir. Ne yazık ki görünür görünmez bu türden suçlar işlenip durmaktadır.5-Kitaptakileri gizleyip açıklamamaları: açıkça belli ki, bu durum kitabı okuyup bilenleri kast etmektedir. Toplumda şöyle bir kanaat hâkimdir ve o şöyle dile getirilir: “Hocalar, vaizler bildiklerini anlatmıyorlar, anlatamıyorlar ve birçok şeyi gizliyorlar.” Bunun birçok sebebi var. Yasak ve yasaklamalar, çıkar ve itibar kaygısı, ilgisizlik, vs. Ne olursa olsun kitaptakileri gizlemenin mazereti olamaz. Bu noktada gerçekten varsa can güvenliği tehlikesi istisna edilebilir. Bunun dışında Kitaptakileri gizleyip insanları bilgiden mahrum ederek sapıtmalarına, günah işlemelerine neden olmak çok kötü ve günah bir şeydir. Kitabın gizlenmesi, onun beyan edilmemesidir. Yani O’nun mübinliğinin ortadan kaldırılmasıdır. Ortalıkta sonsuz sayıda kâğıttan Mushafların bulunmasına rağmen hükmünün saklanarak geçersiz kılınmasıdır. 6-Kendileri hakkında Hz. İbrahim’in soyundan gelmiş olmaları ve kavimlerinden peygamberlerin seçilmiş olmasını, suç işleme ve affedilme imtiyazı olarak görmeleri. Bu konuya karşılık gelebilecek benzer bazı durumlar var: Bazı insanların tarikat şeyhlerine güvenmeleri; âlim, hafız, hacı, hoca olduğu söylenen dedelerinin, babalarının ve diğer yakınlarının sağlayacakları bazı imtiyaz anlayışları; seyitlik, Ehli Beyt’ten olma teorileri ve bazı ırklara mensup olmaları, vs.
İslâm Coğrafyası denen ülkelerin çoğunda az önce söylediklerimizin çoğunun bulunduğu bir gerçektir. Misaku’l Kitab’ımızı yeniden gözden geçirmeliyiz. O, “Yahudilerle ilgili bir şeydir, bizi ilgilendirmez” diyemeyiz. Öyle olsaydı Rabbimiz evrensel bir mesaj olan Kur’an’da bunlar ve bunlara benzer konulardan söz etmezdi. Hem bu dünyada hem ahirette cennete olabilmek için Misaku’l Kitab’ımızı yenilemeli ve gereğini yerine getirmeliyiz.
Mustafa Demir