Metal iş kolunda toplu sözleşme sürecinde işçiler hareketlendi. Günlük Evrensel gazetesinde Eskişehir’den bir grup Arçelik işçisi Onur Yılmaz rumuzu ile bir talep beyannamesi (“manifesto”) yayımladı. İşçiler beyannamede sendikalarından hazırladığı toplu sözleşme taslağını terk etmesini, işçilerin 10 yıldır kayıplarını telafi eden maddelerle yeni bir taslak hazırlamasını, Reno fabrikasından atılan işçilere sahip çıkmasını, 2013’te sendika seçimlerini demokratik ve şeffaf bir şekilde yapmasını talep etti.
Gazetenin internet sitesine bu beyanname üzerine birçok lehte aleyhte yorum gönderildi. Aleyhte yazanlardan kimisi beyannameyi sendikalar arası çekişmeye indirgedi (beyannameyi yazanları rakip sendikaya çalışmakla suçladılar). Aleyhte yazanlardan kimisi duygusal ifadelerle sendikasına sadakatini ilan etti. Lehte yazanlar içinde, işçilere aylarca ücret verilmeyen iş yerleri zikreden, sendika yönetimini eleştirenler oldu. Evrensel gazetesinde başka Arçelik fabrikasından ve Ford fabrikasından Onur Yılmaz adıyla yayımlanan beyannameye destek mektupları yayımlandı.
İhtimal, metal sanayi patronları dünyada rekabet şartlarını öne sürerek istenen zamları yapamayacaklarını söyleyecektir. Oysa ki bu rekabet ortamını burjuvalar, servet ve sermaye sahipleri birlikte kasten inşa etti. 1980’li yıllardan bu yana bütün dünyada ticareti serbestleştirip, her ülkede patronlar işçilerine “ücretine zam istersen ithal mallarla rekabet edemeyiz; ihracat da yapamayız” şantajını yapa geldi. 1980li yıllardan bu yana burjuva iktidarları ülkeler arası yatırım faaliyetlerini serbestleştirdi; patronlar işçilerine “ücretine zam istersen fabrikayı kapatır, ücretlerin daha düşük olduğu ülkelerde üretim yaparım” şantajını da yapmağa başladı. Hatta patronlar “gelirimden yüksek oranda kurumlar vergisi alırsan tesislerimi vergi oranlarının daha düşük olduğu ülkelere naklederim” diye devletlere de şantaj yapmaktadır.
Bu ortamda işçilere düşük ücretle ve kötü şartlarda çalışmasının, millî sanayi korumak ve ihracatı desteklemek için gerekli vatansever bir eylem olduğu telkin edilebilir. Oysa ki Türkiye ekonomisi darda görünmemektedir; yurt içi hâsıla artmaktadır. Hâsıladaki artış emekçilere çok az yansımaktadır. 2001-2011 arasında sabit fiyatlarla fert başına gayrisafi yurt içi hâsıla yüzde 47.4 arttı. Neredeyse yüzde 50. Metal işçileri sendikaların toplu sözleşme taslaklarını değerlendirirken, on yılda ücretlerinin satın alma gücünün yüzde 47 kadar artıp artmadığını, ve taslaktaki ücret artışının ne olduğunu düşünmelidir. Son iki yıla baksak (2009-2011), fert başına gayrisafi yurt içi hâsıla yüzde 15.6 arttı.
Siyasetçiler bu hâsıla artış rakamları ile övünmektedir. Hâsıla artışı kimin refahına yansımaktadır?
İşçiler yurt için hâsıla artışı kadar reel ücret zammı alabilse, patronların da kâr geliri de hâsıla artışı kadar artar. Ama söz gelimi hâsıla yılda yüzde 8 arttığında işçi ücretlerine yüzde 6 zam yapılırsa, bu patronların kâr gelirlerini yüzde 8den fazla artırmaktadır. Ve bugünkü şartlarda “firmalar kâr etsin de yeni işletmeler kursun, istihdam artsın” demenin de yeri kalmadı. İşçilerin alın teriyle göz nuruyla yaratılan kâr gelirlerinin bir kısmı, yurt dışına işletme kurmakta kullanılmaktadır. Kâr gelirlerinin bir kısmı da yurtta sefahatte harcanmaktadır. Üçüncü bir kısmı ülkede yatırımda kullanılmaktadır. Tüm ülkelerde şirketlerin, burjuvaların başka ülkelerden şirketlerle burjuvalarla iş birliği yapması neticede hiç bir ülkede millî sanayi diye bir şey bırakmadı.
Artık dünyada burjuvalar işçilere karşı ittifakını perçinlerken, sermayeleriyle bütün dünyada dolaşıp istedikleri ortaklığı kurarken; işçileri ülkelerinde hapsetmeğe; milliyetçilikle mezhepçilikle birbirine düşürmeğe, bir sürü sarı sendika kurarak kafalarını karıştırmağa devam edecektir.
Çare, hak ve adalet mücadelesinde birleşmektir.