Devlet idaresinde, kamu yönetiminde idarecileri seçerken, iş başına getirirken hangi ölçüleri esas almak gerekir? Hangi ölçülere bakmak gerekir?
Birçok kişide şöyle bir anlayış var; özellikle dindar insanlar kamu yöneticilerini seçerken mesela belediye başkanları, milletvekilleri, seçimle iş başına gelen kişilere oy verdiklerinde onların dindar görünümlü olup olmadığına bakıyorlar. Mesela namaz kılıyorsa işte bu Müslüman adam Allah’a inanıyor, namaz kılıyor, oruç tutuyor, hacca gitmiş, inşallah maşallah diye konuşuyor, camiye geliyor, cuma, teravih, vakit, cenaze namazında görülüyor,
namazı niyazı olan birisi diyerek bu tür özelliklerine bakıp ona oy vermek gerektiğini düşünüyorlar. Bunların oy vermek için yeterli sebep olduğunu zannediyorlar. Halbuki bu çok yanlıştır kamu yönetimine seçilecek kişiye oy verilirken bunlara bakılmaz daha doğrusu bunlara biz bakamayız. Bunlar kişiyle Allah arasındadır. Bunlara Allah bakar. Namaz kılmış mı, oruç tutmuş mu, camiye mi, kiliseye mi gitmiş bakılmaz. Allah’a inanmıyor herhangi bir
dine de inanmıyor olabilir. Bunların hiçbiri kamu yöneticisi seçiminde ölçü değildir.
Müslüman bir şehrin, beldenin, köyün, ilçenin veya kasabanın belediye başkanı bir ateist olabilir. Müslüman bir ülkenin Cumhurbaşkanı da ateist, Milletvekilleri inançsız, Hristiyan veya başka dinlerden olabilir. Bunların kamu yöneticisi seçiminde ölçü olarak kullanılması Kur’an’a aykırıdır ve durum sanıldığının tam aksinedir. Halbuki insanların birçoğu yöneticinin Kur’an’a inanmasını, namaz kılmasını, oruç tutmasını gözler ve bekler. Dindar görünen, namaz kılan, Kur’an, Yasin okuyan Cumhurbaşkanı, Başkan olsun isterler. Oysa bunların hiçbirisi ölçü değildir. Ne Kur’an-ı Kerim’de ne Peygamberin hayatında ne de kamu idaresinde bunların ölçü olarak kullanılmadığını görüyoruz. Kamu yönetiminde bunlar ölçü değildir.
Peki nedir ölçü? Beş tane ölçü var. Kur’an’a göre Kur’an’da geçen ayetleri tek tek sıraladığımızda Kamu yönetiminde olması istenen beş tane ölçü olduğunu görüyoruz.
Birincisi emanettir... Kur’an bütün kamu idarelerini emanet olarak görmektedir. Belediye başkanlığı, milletvekilliği, muhtarlık, tapu kadastro müdürlüğü birer emanettir. Herhangi bir kamu görevi emanettir böyle göreceğiz.
İkincisi ehliyettir… Kur’an emaneti ehil olana veriniz diyor. Önce bütün kamu makamları emanet olarak görülecek sonra o emanetler ehliyet, liyakat sahibi kim ise ona verilecek. Burada emanetin geçici olarak bize verilen şey olduğunu görüyoruz. Yani kamu makamları hibe edilebilen yerler değildir. Hibe size bahşedilmiş, lütfedilmiş olan şeydir sizin zimmetinize geçirilmiş olan şeydir. Ama emanet size geçici olarak, belirli bir süreyle teslim edilen şeydir. Eğer emanete hıyanet ederseniz süresinden önce de geri alınabilir. Mesela birisinin arabasını emanet olarak aldınız, zarar verirseniz tazmin etmek aldığınız gibi teslim etmek zorundasınız. Ama birisi arabasını size hibe ederse o artık sizin olmuş, mülkiyeti size geçmiş, size ait olan bir mala dönüşmüş olur. Trafik kazası yapsanız da çarpsanız da başkasına satsanız da sizin tasarrufunuzdadır çünkü size aittir. İşte kamu makamları böyle hibe olarak alınacak verilecek yerler değil emanettir. Kur’an burada hibe değil, emanet kavramını kullanıyor.
‘’Emanetler ehil olana verilmelidir… (Nisâ Suresi – 58)’’ Bu ayet Mekke’nin fethinden sonra geliyor. Mekke’nin fethinden sonra Kâbe anahtarının kime verileceği konusunda tartışmalar yaşanıyor. Ümeyyeoğulları, Haşimoğulları, Esedoğulları, Teymoğulları birbirleriyle yarışarak Kâbe’nin anahtarını taşıma görevini kendi kabilelerine almak istiyorlar. Çünkü Kâbe anahtarını taşıma görevi, Mekke şehri kabile oligarşisi bakımından çok önemli bir görev. Peygamber hiçbirine vermiyor fetihten önce o görevi kim yapıyorsa tekrar ona verip “çünkü o bu işin ehli” diyor. İşte bunun üzerine ‘’Emanetler ehil olan verilmelidir’’ şeklinde Nisa suresindeki ayetler geliyor. Buradan yola çıkarak İslam kamu bilincinde iş ehline verilmelidir, emanete hıyanet olmaz prensipleri gelişmiştir.
Peki ehil olan kimdir? Bunu nasıl anlayacağız. Mesela biri çıkıp diyor ki; ‘’ehil olan bizim partimizin lideridir.’’ Öbürü çıkıp diyor ki; ‘’bizim partimizin adayı ehildir, bize oy verin.’’ Ehil olanı nasıl seçeceğiz neye bakacağız? Her ‘ehil olan benim’ diyen ehil olmuş oluyor mu?
Elbette hayır. Saf ehliyet; bilgi, tecrübe ve yetenek ile oluyor. Bir konuda bilginiz, eğitiminiz o konu ile ilgili yeteneğiniz varsa o işi yapmaya sıhhatiniz elveriyorsa ve tercihen o konu ile ilgili tecrübe sahibiyseniz o işin ehli sizsiniz demektir. Mesela Tapu Kadastro Müdürlüğü, bu işin ehli kimdir? Bu işin ehli o işin eğitimini alan, o konuda bilgi sahibi, yetenekleri olan ve o işle ilgili tecrübesi olandır. Kimde bu üçü birleşirse o işin ehli o kişidir ve o iş o kişiye verilir. Hepsi bu kadar. O kişinin hangi partiden, dinden, mezhepten, etnik kökenden olduğunun derisinin renginin, cinsiyetinin ne olduğunun hiçbir önemi yoktur. Hangi tapınağa gittiğinin hangi tapınağın ibadetini yerine getirdiğinin kiliseye gidip mum mu yakıyor camiye gidip namaz mı kılıyor Hindu mu, Zerdüşt mü hiçbir önemi yoktur. Sadece önemli olan bilgi, yetenek ve tecrübedir saf ehliyet budur. Bunlara bakılmalıdır.
Üçüncüsü adalettir… Kur’an-ı Kerim Nisa suresi 58. ayette diyor ki; ‘’…Onlar hükümet ettikleri zaman, bir şeye karar verme makamına geldikleri zaman adaletle karar verirler.’’
Kararlar adaletlice olmalıdır. Yöneticilerde aranan en önemli özelliklerden bir tanesi de adalettir. Eğer adaletle hareket etmiyorsa kim olduğuna bakılmaz eğer adaletli biriyse yine kim olduğuna bakılmaz. Adaletli olan seçilmelidir.
Peki adalet nedir? Kamu idaresi bakımından adalet; herkese eşit davranmak, hakkını vermek, kimsenin hakkını yememektir. Kendi taraftarı yolsuzluk yaptığında gözünü kırpmadan onu yargı önüne çıkarabilmektir. Kendisi yolsuzluk yaptığında gözünü kırpmadan yargı önüne çıkmayı göze alabilmektir. Bu hususta hiçbir şekilde taraflı davranmamaktır. Kamu idaresine seçilmiş yönetici, adalet ve hak neyi gerektiriyorsa onu yapmalıdır. Eğer tarafsız davranmıyorsa herkese hakkını vermiyorsa üstelik hak yiyorsa ondan hayır gelmez, ondan yönetici olmaz, ondan kamu idarecisi olmaz.
Dördüncüsü meşveret... Kamu işlerini; danışarak, insanları idareye katarak, istişare yaparak, ortak akıl üreterek yürütmek demektir. Kamu işleri ortak akıl ile yürütülür Kur’an böyle söylüyor. Bu bahsettiklerimin hepsi Kur’an ayetlerinden çıkarılmıştır. Şûra demek; hükümet işlerini bir tek kişiye her şeyi teslim ederek değil ortak akıl üreterek yapmak demektir. Kur’an böyle emretmektedir. İstediğiniz kadar namaz kılın, oruç tutun, hacca gidin ortak akıldan
koptuğunuzda Kuran’dan da kopmuş oluyorsunuz.
Beşincisi de maslahat… Kamu yararı için çalışmak demektir. Salah, iyilik demektir. Halkın iyiliğine kamunun yararına çalışmak demektir. İnsanlar kamu makamlarına kendi ceplerini şişirmek, kendilerine yontmak, kendilerini zengin etmek için değil halkı zengin etmek için vatandaşın iyiliğine olan şeyi yapmak için kamu yararı olan, herkesin iyiliğine olan şeyi yapmak için getirilirler.
Ancak bir kimse bu vaatlerle geliyor, Belediye Başkanı, Milletvekili, Bakan, Başbakan, Cumhurbaşkanı olunca bir de bakıyoruz kısa sürede kendisine yontmaya başlıyor. Kendisi ile beraber taraftarlarını, yandaşlarını, ailesini, akrabasını, sülalesini zengin etmenin, onlara mal mülk kazandırmanın peşine düşüyor. Ve yönetimde kaldığı süre içerisinde bütün bunları yaparak Kur’an’ı çiğniyor demektir.
Müddessir suresinde Kur’an Peygambere der ki; ‘’Çoğalma beklentisi içinde olma.’’ Çoğalma/tekâsür, mal çoğaltma ve zenginlik beklentisi ile Peygamberlik yapma der. Bu nedenle Peygamber 23 yıl süren Peygamberlik hayatı boyunca mütevazi bir hayat yaşamış, Peygamberlikten dolayı herhangi bir zenginleşme içine girmemiştir. Peygamber olması yani bir kamu görevi icra etmesi nedeniyle ne kendisine, ne yakınlarına, ne eşlerine, ne akrabasına, ne sülalesine herhangi bir zenginleşme, artış, tekâsür, mal mülk, sığır, deve, tarla biriktirme ve çoğaltma yapmamış, yapılmasına da izin vermemiştir. Mülkiyetsiz vefat etmiştir hiç kimseye de miras bırakmamıştır. Bir kamu idarecisinin nasıl olması gerektiğini göstermiştir. Çünkü kamu görevleri herkese ait olan demektir. Kendilerinin değil herkese ait olanların işini yaparlar. O nedenle özel işleri olmadığı, başkalarının işlerine koşturdukları için sadece toplumun kendilerine verdikleri maaşla yetinirler. İnsanların özel işi olabilir ticaret yapar çalışır çabalar kendince bir şeyler
kazanabilir. Onun da ihtiyaçtan fazlasının ihtiyaç sahiplerine aktarılması gerekir.
Dolayısıyla kamu idaresinde dikkat edilmesi gereken ölçüler; emanet, ehliyet, adalet, meşveret ve maslahattır. Bunları ‘’Adalet Devleti Ortak İyinin İktidarı’’ adlı kitabımda tüm detaylarıyla anlattım. Kamu idaresinin ölçüleri bunlardan ibarettir.
Kur’an’a göre söylüyorum; namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, başını örtmek, şu dine mensup olmak, bu mezhebe mensup olmak, herhangi bir dine mensup olmamak, ateist olmak, deist olmak veya olmamak bunların hiçbiri kamu idaresinde ölçü değildir. Bir Ateist de pekâlâ adaletli olabilir. Bir Deist de pekâlâ ehliyet sahibi olabilir. Bir Zerdüşt de pekâlâ işinin uzmanı olabilir. Başka bir dine mensup olan da pekâlâ ceketiyle gelip ceketiyle gitmiş olabilir ve ortak akıl üretebilir. Bunlar sadece Müslümanlara mahsus kavramlar değildir. Kimde bu kavramlar bu özellikler varsa o tercih edilmelidir. Dinimizin bize emrettiği de budur doğru olan ve kitapta geçen şey de budur.