Televizyonlarda stratejik analizlerine sıkça şahit olduğumuz bir isim, Doç.Dr. Önder Aytaç. Bir dönem Taraf Gazetesi yazarı. Kültür Bakanlığı çalışanı. Polis Akademisi Dekan Yardımcısı. Daha fazla uzatmayalım. Samanyolu televizyonunun sabah programında “Kürt vatandaşlarımıza eskiden JİTEM’in yaptığı baskıyı şimdi KCK yapıyor” demiş.
JİTEM’in yaptıklarını ya da JİTEM adına yapılanları öğrenmek için malum dönemde o bölgede yaşamış olmak tek başına yeter. Her hangi bir politik tercihe sahip olmanız gerekmez, işlenen insanlık suçlarını görebilmeniz için. Herkesin bildiğini bir akademisyen yazar bilmiyor, duymamış olabilir mi? Bu çok inandırıcı olamayacağına göre geriye iki ihtimal kalmaktadır. Ya JİTEM’in günah galerisindeki suçları hafifletmek ki, her gün askeri kurumlarla ilgili tepkilerini dile getiren birisi için bu da çok kabul edilebilir değildir. Ya da KCK adı altında yargılanan siyasetçi ve hak savunucularının, ne kadar ağır bir suç işledikleri konusunda kanaat oluşturmaktır.
Birazcık çatışma çözümleri okumuş herkesin üzerinde uzlaştığı ilk ilke “silahsızlanmanın yolunun siyasete katılım kanallarının açılmasından geçtiği” gerçeğidir. Bir güvenlik uzmanının aksini düşünüyor olması kolay anlaşılabilir bir durum değildir. Sadece demokratikleşme konusunu değil güvenlik sorununu da ciddi ele alan birisi, bu yargılama sürecinin kritik anlamını gayet iyi bilir. Nitekim bu alanda çalışan bir çok düşünce kuruluşu çalışanı, sivil toplum temsilcisi, karşı karşıya bulunduğumuz tehlikenin boyutu ile ilgili her fırsatta ilgili kabine üyelerini uyarıyorlar.
Peki, her şeye rağmen bazıları, KCK adı altında yapılan operasyonları savunma ve onlara ağır cezalar verilmesi konusunda neden ısrarlı davranıyorlar. Benim bu konuya bulabildiğim en inandırıcı gerekçe içinden geçtiğimiz sürece egemen olan paranoya psikolojisidir. Dünyayı kendisi merkezli gören, kendisi dışındaki her türlü ilişkiyi komplo teorileri kurarak izah eden bürokrat, akademisyen, gazeteci ve yargı mensubunun bolca bulunduğu bir ortamda yaşıyoruz.
Bu ruhsal iklimde gerçekler dünyası ile tanışabilmek oldukça güçtür. Kendi uydurduğunuz zırvalıklara bir süre sonra kendinizin de inandığını itiraf edebilmeniz için Mehmet Ali Birand örneğinde olduğu gibi on yıllar da yetmeyebilir. Hizmet aşkı ile yürütülen psikolojik harp çalışmalarının birer kaba iftiradan öte bir anlam ifade etmediğini kabullenmek için aynı pozisyona düşmek bile yeterli olmayabilir. Cemaatten cemiyete dönüşen bir yapı adına sergilenen tutum ve geliştirilen söylemler, çok geçmeden söz konusu örgütlenmeyi de tehdit etmeye başlayacaktır.
Bu gidişattan rahatız olması gereken ilk çevre, yine bu çabalara gönüllü katkı sunmaya çalışanlar olmalıdır. Hükümetin sessiz biçimde izleyici olmayı tercih ettiği, hatta bazen faydalanıcısı olmaya yeltendiği bu ilişkiler ve hamleler, orta vadede kendi kendine zarar vermeye başlayan bir mekanizmaya dönüşebilir. İşte o zaman, yapılan telafisi imkânsız hataları tartışmaya açmanın çok büyük bir anlamı olmayacaktır.
Elbette bu süreçte JİTEM’i de yargılayabilirsiniz. Daha doğrusu yargıladığınız izlenimi doğuracak kimi sembolik adımlar atabilirsiniz. JİTEM’i devletten ve onun en tepe organlarından bağımsız bir illegal örgüt gibi yargılamanın, ne anlam ifade edeceğine girmeye gerek yok sanıyorum.