Türkiye’de 1 Mayıs, Emek ve Dayanışma günü olarak 2009 yılından itibaren kutlanıyor. 1 Mayıs’ın hem Türkiye’de hem dünyadaki tarihi oldukça eskilere dayanıyor. Dünya genelinde 1 Mayıs 1890’lı yıllardan itibaren İşçi Bayramı olarak kutlanmaya başlamış. Osmanlı’da ise ilk kez 1911-12 yıllarında kutlanmış. İşçi Bayramı olarak, 1923 yılında bir ara resmi bayram, resmi tatil olarak ilan edilmiş. Sonra uzun süreler yasaklanmış, çeşitli dönemlerde serbest bırakılmış ve tekrar kutlamış. 70’li yıllarda, 1975, 1976 ve 1977’de büyük kitlesel gösterilerle beraber kutlanmış.
Malumunuz 1 Mayıs 1977 Taksim mitinginde olaylar çıkmış ve 37 kişi hayatını kaybetmişti. 12 Eylül 1980 den sonra 1 Mayıs tatil ve bayram olmaktan çıkarılarak tekrar yasaklandı. En son 2009 yılında 1 Mayıs günü, Emek ve Dayanışma Bayramı olarak resmi tatil ilan edildi. O gün bugündür Türkiye’de 1 Mayıs bayram olarak kutlanıyor. 2012 yılından sonra 1 Mayıs kutlamalarının Taksim alanında yapılması yasaklandı. En son 2012 yılında 1 Mayıs, Taksim alanında kutlanabilmişti.
1 Mayıs vesilesi ile işçi hakları, İslam’da emeğin yeri, 1 Mayıs’la ortaya çıkan emek, iş ve işçi kavramının dindeki yeri ve bağlantısı üzerinde durmak istiyorum. Genellikle dini çevreler 1 Mayıs’a ilgisiz kalırlar. Şu ana kadar tüm Cumhuriyet tarihi boyunca dini çevrelerin, işçilerin ve emekçilerin yanında yer aldığı bir olay neredeyse olmamıştır. Dini çevrelerin dinden kaynaklı bir duyarlılıkla, İslam’da emek çok yüce bir değerdir, İslam’da işçi hakları çok değerli bir yere sahiptir, bu konuda ayetler hadisler vardır diyerek 1 Mayıs’ı kutladıkları, 1 Mayıs’a ilgi gösterdikleri neredeyse görülmemiştir. 2012 yılı 1 Mayıs’ında Fatih Camisinde, ölen işçiler için kılınan gıyabi cenaze namazı ve ardından Fatih Camisinden Taksim Meydanına kadar yürüyenler bir istisna. O tarihe kadar Camiden çıkarak 1 Mayıs alanına kutlama amacıyla gelenlerin olduğu görülmemişti. Çünkü dini çevreler 1 Mayıs’ı, solcuların kutladığı bayram olarak biliyorlar, solcuların da ateist olduğunu düşünüyorlar. Bir anlamda 1 Mayıs bu gerekçelerle neredeyse İslam düşmanlarının kutladığı bir bayram olarak görülüyor. 2012’deki bu tarihi olayla beraber Camilerden de çıkılıp, işçiler için gıyabi cenaze namazları ve duaları edilip birtakım dini sloganlarla, ‘’Mülk Allah’ındır’’, ‘’Allah ekmek özgürlük’’, diyerek 1 Mayıs alanlarına gelinebileceği görülmüştür. Her yıl 1 Mayıs’ta Fatih Camisinde toplanan Antikapitalist Müslümanlar, ‘’İşçiye emekçiye selam, yaşasın devrimci İslam’’, ‘’Mülk Allah’ın, emek işçinin, kahrolsun küresel kapitalizm’’ diyerek hem Türkiye dindarlığına, hem Türkiye solculuğuna hem de dünyaya mesajlar veriyorlar.
Şimdi bu çerçevede şunu ifade etmek istiyorum; Kur’an-ı Kerim’de Necm Suresi 39. ayette denir ki; “insan için emeğinden başka hakkı yoktur.“ Burada Kur’an bu ayeti ile emeği yegâne değer olarak vaaz ediyor. İnsan için emeğinden başkası yoktur ‘’Ve-en leyse lil-insâni illâ mâ se’â’’ Arapça orjinali de tam budur. ‘’leyse lil-insâni’’ demek, insanın sahip olduğu hiçbir şey yoktur demektir. ‘’Li’’ kelimesi Arapçada sahip olmayı ifade ediyor. İnsanın sahip olduğu hiçbir şey yoktur sadece emeği vardır diyor. Müslüman olsa da olmasa da kendisine insan diyen birinin, bir şeye emek vermek, çaba sarfetmek, alın teri dökmek dışında sahip olma, kendine ait kılma hakkına sahip olduğu hiçbir şey yoktur. Demek ki, bir şeye sahip olduğunuzu iddia ediyorsanız, ona ne kadar emek harcadığınızı kanıtlamak zorundasınız. Eğer emeksiz, herhangi bir emek harcamadan o şeye sahip olursanız, hırsız durumuna düşersiniz, çalıntı söz konusu olur. Bir şeyin çalıntı olmaması için de ona emek sarf edildiğinin kanıtlanması gerekir. İşte Kur’an’ın Necm suresinin 39. ayeti bunu anlatıyor. İslam’da yegâne değer emektir, emek olmadan hiçbir şey caiz değildir. Bir şeye sahip olmak istiyorsanız ona ne kadar emek sarf ettiğinizi kanıtlamak zorundasınız.
İslam Peygamberi birisi ile tokalaşıyor, tokalaştığı kişinin ellerinin nasırlı olduğunu görünce ‘’sen ne iş yapıyorsun?’’ diyor. O da diyor ki; ‘’Ben tarlalarda çalışıyorum, rızkımı böyle çıkarıyorum. Tarlalarda çok kazma, kürek tuttuğum için ellerim bu şekilde nasırlandı.’’ Peygamber önce o eli öpüyor sonra havaya kaldırarak etrafındaki arkadaşlarına yani sahabeye; ‘’Cehennem ateşinin yakmaktan haya edeceği bir el görmek isteyen bu ele baksın’’ diyor. Burada insanlara bir mesaj veriliyor. Çalışan, emek veren, işçi, emekçi, alın teri dökenlerin kazandıkları, en kutsal kazançtır. En kutsal kazanç emek sarf ederek, alın teri dökerek elde edilen kazançtır ve insana bundan başka bir karşılık söz konusu değildir.
Öyle ki, İslam inancına göre yerlerin ve göklerin yaratılışı da bir emek mahsulüdür. Çünkü yerlerin ve göklerin yaratılışı birdenbire olmamıştır. Uzun süre devam etmiştir ve her şey üst üstüne, birike birike meydana gelmiştir. İnsanın yaratılışı, anne karnında bekleyişi, çocukluğu, bebekliği, büyümesi, yetişkinliğe ermesi bile uzun yıllar süren bir emeğin mahsulüdür. Eğer bir şeye emek vermezseniz o bedavacılık olur.
Yine Kur’an-ı Kerim’de buna benzeyen başka bir ayette denmektedir ki; ‘’Yoksulların zenginlerin malı üzerinde hakkı vardır.’’ (Meâric; 24/25). Burada da hak kavramı kullanıyor. Acaba nasıl oluyor da hakkı oluyor? Çünkü zenginler şu anki anlayışa göre çalışmış, çabalamış, emek sarf etmiş, para kazanmış, mal biriktirmiş ama yoksul yatmış, çalışmamış, emek sarf etmemiş onun için yoksul kalmış deniliyor. Böylesine bir yoksulun nasıl oluyor da emeğiyle kazanmış, helalinden zengin olmuş bir zenginin malı üzerinde hakkı oluyor. Bu hak nereden geliyor, ne hakkı? Çünkü önceki ayette hakkın emekle olduğu söyleniyordu, insan için emeğinden başka hak yoktur denmekteydi. Demek ki, hak talebinde bulunmanız için, o hakkı alabilmek için o hakkın size ait olduğunu, hatta o hakkın bedelinin, değerinin size ait olduğunu göstermeniz gerekiyor. Bunun için de ne kadar emek sarf ettiğinizi kanıtlamanız gerekiyor. Acaba oraya o kadar emek sarf ettiniz mi, etmediniz mi? Aynı şekilde şu anki anlayışa göre; yoksul fakir kaldığına göre, demek ki bir şeye emek sarf etmemiş, çalışmamış ve yoksul kalmış. Diğer taraftan zenginin o kadar malı olduğuna göre demek ki çok çalışmış, emek sarf etmiş helalinden zengin olmuş deniliyor.
Bunların hepsi yanlış. Zenginler emek sarf ettiği için zengin olmuyorlar, yoksullar emek sarf etmediği için, yattığı için, çalışmadığı için yoksul kalmış olmuyorlar. Belki de tam tersi. Olayı bir de tersinden düşünmek lazım. Zenginler çalışmadığı için zengin oluyor, yoksullar çok çalıştığı fakat emeğinin karşılığı kendilerine dönmediği için yoksul kalıyor olamaz mı? Çünkü bugün dünyanın her yerinde, fabrikalarda çalışan yoksullar, işçiler, emekçiler, emeği ile geçinenler acaba tam olarak çalıştıklarının karşılığını alabiliyorlar mı? Bir fabrikada kim kime para veriyor. Mesela bazı patronlar ve biraz da küstah zenginler derler ki; ‘’Sizin karnınızı ben doyuruyorum, kursağınızdaki ekmek de benim payım var. Onu size ben veriyorum’’ gibi sözler söylerler. Acaba gerçekten böyle mi? Kim kime para veriyor? İşçiler mi patronları doyuruyor, patronlar mı işçileri doyuruyor? İşçiler kazandıklarıyla patronları mı zengin ediyor, yoksa zenginler işçilerden aldıklarıyla, onlardan artan değerleri kendi sermayelerine katarak mı zengin oluyorlar? Yani zenginliğin kökünde ne var? Büyük filozoflar demiştir ki; Hiçbir zenginlik suç işlemeden oluşamaz. Eğer birisi zengin oluyorsa bu helalinden olamaz çünkü para biriktirmenin, ihtiyaçtan fazlasına sahip olmanın meşru bir tarafı olamaz, kesin meşru olmayan bir yerden geliyordur.
Benim şu ana kadar görebildiğim kadarıyla hiç kimsenin faiz geliri olmadan, yanındakini sömürmeden, kamu imtiyazı yaratmadan ve bunu kullanmadan, bilgi tekeli oluşturmadan zengin olması mümkün değil. Zenginlik bunlardan geliyordur. Ya parayı para karşılığı satarak, elindeki sermayeyi başkasına kullandırıp ondan faiz alarak zengin oluyordur. Ya yanındakileri, çalışanlarını, işçileri sömürüyordur, onların haklarını kendine geçiriyordur. Veya bir kamu imtiyazı kullanıyordur. Devlete, belediyeye hortumları bağlamıştır oradan ihaleler yoluyla haksız kazançlar elde ediyordur. Veya çok para eden bir şey üzerinde bilgi tekeli oluşturmuş onu kimseye vermiyordur ve oradan kendisine gelir akıyordur. Bunun dışında bir insanın zengin olması, emeği ile çalışarak ihtiyaçtan fazla mal biriktirmesi, yedi sülalesini geçindirecek servet biriktirmesi, önündeki beş yüz yılını garantiye alacak bir mal ve servete kavuşması bunu da gündelik emek sarf ederek oluşturması mümkün değildir.
Dolayısıyla insanların emeği ile çalışması dünyanın en namuslu, en dürüst, en insanca olayıdır. Kişiler emeği ile çalışırlar ama zengin olmayabilirler. Zaten en büyük zenginlik dürüstlüktür, namusuyla, alın teri ile çalışmaktır. İslam’da da bunun böyle olduğu aktardığım iki ayette verilmiştir.
Bu çerçevede 1 Mayıs Emek ve Dayanışma günü, İşçi Bayramı, Emek Bayramı tüm İslam dünyasında coşku ile kutlanmalı. Bütün Müslümanlar 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nde emeğin değerini bir kez daha hatırlamalı. Bu en çok dünyanın ezan okunan ülkelerinde, Müslüman ülkelerinde kutlanması gerekir. Hal böyle iken durumun tersi olduğunu görüyoruz. En yüce değer Kur’an’da emek ama Kur’an’a inandığını söyleyen Müslümanlar, Emek Bayramı’na bigane. İşte bunun kırılması için bu konular üzerinde ne kadar durulsa azdır.