Çaylak Haber olarak kendisini pandomimle, meddahlıkla ve tiyatronun diğer dallarıyla var eden İlker Kılıçer ile bir söyleşi yaptık. Kılıçer, “Mümkün olduğunca sahne tasavvurunu yıkmaya çalışıyorum. Çünkü sahne üstün insanın, üstün bir alanıdır benim için. O yüzden sokağı seçtim” diyor
Burhan Tarhan: İlker Kılıçer kendisini nasıl var etti?
İlker Kılıçer: Öncelikle çok kötü bir okul yaşantım oldu. Bir okula gittiğimde karakola gidiyormuşum gibi
geliyordu bana. Çünkü esas duruşa geçirildik durmadan törenlerle, marşlarla, antlarla hep
arkadaşlarımızın enselerine baktırıldık.
Varoluşsal sıkıntıları kendimi ifade etme alanları yaratarak çözmeye çalıştım. Yazmaya
başladım. Sonra yazmanın çok tüketimsel ve endüstriyel halini fark ettikten sonra yazmamaya ve
başka anlatım biçimleri bulmaya karar verdim. Tiyatroyla buluşup bağımsız ve bireysel tiyatro
yapmaya karar verdim. Zaman zaman ekip çalışmaları içinde yer aldım ama şunu fark ettim; ruhum,
hiçbir ekip çalışmasına ve topluluk içindeki hakimiyeti var kılan disipliner yapı biçimlerine uygun değil -aslında hiçbir ruh uygun değildir de-. Sürekli sahnelerdeydim. Sonra baktım ki hep aynı insanlar geliyor. O sanatsever dediğimiz çokbilir, elit kitle karşımda sürekli.
Görünmez tiyatro yaparken dayak bile yedim
Sonra baktım etrafıma biri kapımı çalıyor, ağabey süt lazım mı diyor. Başka bir amca boza diye
bağırıyor. Sokaktan geçerken, boyayayım mı ağabey, diye ayağımı tutan boyacı çocukla karşılaşıyorum.
Sonra dedim kendi kendime bu insanlar niye yok karşımda ve sahneleri terk edip sokağa düştüm.
İyiki de düştüm. Düştüm çünkü herkes orada. Her şeyi sokağa taşıdım ve sokakta içsel bir dışavurum
gerçekleştirmeye çalıştım. Gündemde ne oluyorsa, neyin üzeri örtülüyorsa birilerine fark ettirmek
istedim. Mesela Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol katledildiğinde sokağa çıkıp onlarla ilgili tiyatral vurgular
yaptım. Roboski katliamı mesela… Bir fotoğraf yarattım hep insanların zihninde.Bir dönem görünmez
tiyatro yaptım. Dayak bile yedim bunu yaparken.Kitaplar dolusu o kadar çok hikayem var ki. Sokak
benim hayat bilgisi öğretmenim oldu çıktı. Kısaca varoluş çabam buydu.
B.T: Toplum için sanatın önemi nedir?
İ.K: Ben sanatın toplum için yapılan yanıyla da, birey için yapılanıyla da, sanat için yapılanıyla da
ilgilenmiyorum. Müzik de benim için öyle bir şeydir. İnsanın içindeki isyanı bastıran, bireyi uyuşturan
bir şeydir bence sanat.
John Zerzan’ın, “Gelecekteki İlkel” kitabında çok ciddi incelemeler var. “İnsanın var olduğu ilk
bir buçuk milyon yıl hiç sanat yok. Çünkü orada bozulmamış bir toplumsal gerçeklik var. Sanata gerek
yok” diyor, Zerzan.
Sanat insanı biçimleyen, şekillendiren ve kanalize eden bir şeydir bence. İnsan zihninde bir
hapishane olduğunu düşünüyorum. Çünkü duygularımızı maddeleştiren bir araçtır. Ben şuna
inanıyorum ki, bir yerde hakikat varsa sanat yoktur. Çünkü sanat gerçeği taklit eden, gerçeği
sıradanlaştıran bir haldir. Picasso diyor ya “yere tükürsem sanat eseri diye çerçeveleyecekler”.
Ben sanat yaptığımı iddia etmiyorum ve sanat olsun diye de yapmıyorum asla. Çünkü şöyle,
biz sokağa çıkıp bir şeyler anlatsak kimse bizi dinlemez. Ancak bir makyaj yapıp kostüm giydiğinde,
bir sahne tasavvur ettiğinde o insanlar seni dinlemeye başlar. Oradaki o sanatsallığı ve seçiciliği fark
ettiklerinde seni dinlemeye başlıyorlar. Görüntü tapmacılığı ya da görüntü toplumu diyebiliriz. Sanatı
ben bu anlamda kullanıyorum. Çünkü derdimi anlatmaya çalışıyorum.
B.T: Tiyatronun o kadar çok çeşidi var ki, hepsinin de birileri tarafından beğenildiği muhtemel.
Sahne tiyatrosu sizin de söylediğiniz gibi elit kesime ulaşabiliyor. Siz bu anlamda pandomim tercih ettiniz ve sizin deyiminizle “sokağa düştünüz”. Pandomimi tercih ederken sizi etkileyen ne oldu?
İ.K: Marcel Marceu, çok ünlü bir pandomim ustasıdır. Onun bir videosunu izledim ve çok etkilendim. Pandomimin içindeki yokluk çok etkiledi beni. Oynadığın zeminde dekor ya da herhangi bir şey yok. Sen varsın, düşlediklerin var, yapmak istediklerin var. Ben de o yokluk içerisinde kendimi var ederek o kadar güzel dünyalar yaratabiliyorum ki, bu beni çok etkiliyor.
B.T: Pandomim sizin hayatınızda oldukça önemli bir yerde duruyor anladığımız kadarıyla.
Pandomim sizin için nedir? Pandomim dışındaki yaptıklarınızdan bahseder misiniz biraz da?
İ.K: Ağlamak için nasıl mendil kullanırsanız, pandomim de benim için hapşurduğumda ağzıma tuttuğum mendil. Su içmek gibi, yemek yemek gibi, otobüse binmek gibi bir şey sadece. Sadece beni karşıdaki insanla buluşturan araçtır pandomim. Asla bir amaç ya da özne olamaz.
Pandomim dışında da kendimi görsel sanatlarla var etmeye çalışıyorum. Hayal perdesinde karagöz oynatıyorum, meddahlı yapıyorum. Marionette dediğimiz ipli kukla ile uğraşıyorum.
B.T: Pandomim yaparken kitlelerin size bakışı nasıl? Bir de sanatın mükemmeliyetçi olduğunu
söylediniz ve siz bunu yıktığınızı söylüyorsunuz yaptıklarınızla. İzleyicilerden oyuna dahil ettikleriniz oluyor mu peki?
Şimdi seyircilik normal durumumuzdur. Hepimiz gündelik hayattaki eylemlerimizle bunu
görüyoruz. Oğuz Atay der ya “hayat da güneşin altında oynanan bir oyun değil midir?”. Yaptığımız şey
seyircileri edilgen durumlarından çıkarıp ortak bir dünyanın etkin katılımcılarına dönüştürürse
yani “sanatçı ve seyirci” diye konumlanan bu ikili arasındaki alt-üst ilişkisi parçalanırsa aramızdaki
özgürlük sinyalleri belirginleşir. Yani derdim biraz da seyirciyi seyirci olmaktan çıkartıp kolektif bir
pratiğin faillerine dönüştürmek.
Mümkün olduğunca sahne tasavvurunu yıkmaya çalışıyorum. Çünkü sahne üstün insanın,
üstün bir alanıdır benim için. O yüzden sokak diyorum ben, her şeyin sıfıra çekildiği…
B.T: Siz sokakta bir oyununuzu sergilerken, belli zorluklarla karşılaşıyorsunuz. Karşıyaka’da
yaşadıklarınızı biliyoruz. Bunun dışında ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz?
İ.K: Sokak öncelikle kesinlikle bir özgürlük alanı filan değil. Tam tersi, sokaklar, her türlü iktidar
ilişkilerinin var olduğu yerler. Bizim öteki dediğimiz insanlar bile faşizmin öznesi olabiliyorlar. sizi
bıçakla karşılayanlar, hayvanlara işkence yapanlar… ayrıca sokakta zabıta var, polis var, mafya var.
Ben, özgürlüğe özgürlük istiyorum
Yediğim cezalar, tahminen 600 lirayı bulmuştur. En son İzmir Karşıyaka’da yedim. Tabi bu
İzmir’e özgü değil. Malatya’da MHP’li belediyeden, İzmir’de CHP’li belediyeden, Beyoğlu’nda AKP’li
belediyeden ceza yiyorum. Sokakta döner kokusu neyse biz de oyuz. Mağaza vitrinlerinde görmelik
heykeller gibiyiz. Türkiye’de kendimizi ortaya koyacağımız alanları ortadan kaldırıyor belediyeler.
Sokak ortasındasın esnaf geliyor git buradan kardeşim kalabalık yapıyorsun diyor. Zabıta geliyor iznin
var mı diyor. Polis geliyor kalabalıkta yan kesiciler artıyor diyor. Yine suçlu sen oluyorsun yani.
B.T: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
İ.K: Pandomimci İlker, sanatçı, tiyatrocu İlker denmesinde çok rahatsızım. Bunlar çok kısıtlayıcı ve
üstüncül duruyorlar. İnsan İlker’i öldüren cümleler bunlar. Tüm kimlikleri reddediyorum. Bir de
sokaklar kesinlikle özgür filan değil. Yani açıkçası “Özgürlüğe özgürlük istiyorum!” bunu söyleyebilirim.
son olarak.
Röportaj: Burhan Tarhan – Okan Önder Fotoğraf: Okan Önder / Çaylak Haber