2008 krizi sonrasında piyasa aktörlerinin ders çıkarması bekleniyordu. Bu beklentinin doğrulandığı şimdilik söylenemez. Piyasa aktörleri, kendilerine özgü aklı izlemeye devam ediyor. Bu aklın iki özelliği var: Kısa vadecilik ve bireycilik. Mali piyasalarda yeniden şişmeye başlayan spekülatif balon, eğer müdahale edilmezse, yeni ve belki daha büyük ikinci bir krizi hazırlıyor. Finans aktörlerinin, “biz batarsak, her şey batar” tehdidine sırtlarını verip kârlarını kriz ortamında yeniden ve hızla artırmaya başlamalarına karşı oluşan tepkiler de yaygınlaşıyor.
16 Nisan’da, ABD borsasının jandarması olan SEC (Securities and Exchange Commission), mali piyasaların prensi Goldman Sachs’a karşı, müşterilerine kasıtlı olarak çürük değerler sattığı iddiasıyla dava açtı. Ardından bu bankanın yöneticilerinin, kriz sırasında nasıl spekülasyon yapıp büyük kârlar elde ettiklerine dair elektronik posta kayıtları yayımlandı. Bankanın yöneticileri ABD Senato Araştırma Komisyonu tarafından sorgulanıyor ve kirli çamaşırların bir kısmı ortaya dökülüyor. Finans piyasalarının işleyişini takip edenler, yapılanların mali piyasa aklı açısından normal ve son derece yaygın olduğunu bilirler. Bu nedenle sektörün kendiliğinden kendine çekidüzen vermesinin mümkün olmadığı anlaşıldıkça, bankacılık faaliyetlerinin daha katı biçimde denetlenmesi ve sınırlandırması tartışmaları alevlendi.
Genel kabuller!
17 Nisan’da, Avrupa Birliği maliye bakanları bankacılık risklerinin vergilendirmesini görüştü. Bu konu, 24-25 Nisan’da IMF ve Dünya Bankası’nın yıllık toplantısının da ana gündemiydi. 26-27 Haziran’da, G20 zirvesinde bankacılık faaliyetleri ve genel olarak finans sektörü için yeni düzenleme önerileri değerlendirilecek.
Gelgelelim sorun sadece mali piyasaların daha etkin biçimde nasıl düzenleneceği, disiplin altına alınacağı sorunu değil. Bunun arkasında yatan çok güçlü ideolojik kabullerin geçerliği sorgulanmadıkça ve günümüz zihniyet dünyasındaki egemenliği sarsılmadıkça, düzenlemelerin tali kalması kaçınılmaz.
“İktisadın bilimsel bir disiplin olmaktan çıkıp serbest piyasa kapitalizminin en hararetli taraftarlığına dönüştüğünü” söyleyen Nobel ödüllü iktisatçı Stiglitz, “piyasa fanatizmi” olarak tanımladığı inanç sisteminin, 25 Eylül 2008’de Lehman Brothers’ın iflas ettiği gün çöktüğünü iddia ediyor. Bu çöküşün Berlin duvarının yıkılmasına benzer bir etki yarattığını belirtiyor. İddiası fazla iyimser. 2008 krizi, komünist parti diktatörlüklerinin çöküşü kadar etkili olmamış olacak ki, serbest piyasanın üstünlüğüne olan inanç ciddi bir kırılma yaşamadı. Bu dirençte iktisatçılar loncasının payı çok büyük. Örneğin krizden çok önce bunu öngören ve nedenlerine işaret eden iktisatçılara şarlatan gözüyle bakılması bu taraftar davranışıyla bağlantılıydı.
Yıllardan beri iktisat bilimini öğretenler içinde bulunduğumuz durumla ilgili ciddi bir sorumluluk taşıyor. Basma kalıp “mikro-makro” öğretisiyle yatıp kalkan, ana akım iktisatçılığın dogmalarını içselleştiren iktisatçıların yetiştirdiği kuşaklar, iktisat bilgisini son derece basit birkaç sözde doğal davranış kalıbının matematiksel ifadelerini öğrenmek olarak algıladı. Bunlar kelimenin tam anlamıyla dogma statüsünde olan kabullerdi.
Birinci dogma, iktisadi aktörlerin davranışlarının akılcı olduğudur. Bu aktörler, akılcı oldukları için çıkarlarını azamiye ulaştırmaya dikkat ederler. Dolayısıyla piyasalarda bu aktörlerin çıkarlarını azamiye ulaştırması engellenmemelidir. Piyasalar kendi kendilerini düzenlemeye yetkindir. Bu dogma o kadar güçlüdür ki, etkin piyasalar kuramını 1960’ta ortaya atan Eugene Fama, 13 Ocak’ta New Yorker’da yayımlanan söyleşisinde, “subprime” krizi diye bir şey olmadığını, mali piyasalarda balon diye bir şey bilmediğini söylüyor. Bu tam bir kör iman. Fama, maalesef yalnız değil. Bugün bütün iktisat fakültelerinin ilk sınıflarından başlayarak öğrencilere genellikle öğretilen ana model sonuçta Fama’nın iman tazelediği bu dogma.
İkinci dogma, iktisat politikalarıyla ilgili ve birinciyi tamamlar. Madem piyasalar doğal olarak akılcıdır, o zaman iktisat politikalarının piyasaların doğal dengesine gelmesini sağlamak dışında bir işlevi olmamalı. Optimal denge, kendiliğinden oluşan bu dengedir. Optimal dengede oluşan fiyatlar optimaldir. İşsizlik de. Bu ikinci dogma, piyasanın görünmez elinin arkasındaki o metafizik iradeye biat anıdır.
Üçüncü dogma ile iktisat dininin teslisi tamamlanır. En iyi kaynak dağıtım mekanizması denge halinde piyasalarda elde edilir. Piyasalara müdahale etmek bu dengeyi bozar. Tersine piyasa serbest bırakılırsa, hem ortak zenginlik hem tek tek herkesin zenginliği artar.
Bilim görünümlü
Giderek karmaşıklaşan matematik yöntemleriyle günümüzde iktisat biliminin ve piyasaların en gözde mekanı olan finans, bu dogmaların en güçlü biçimde hakim olduğu alandır. Farklı önerilerin hatta eleştirel kuramların, tornadan geçirilip hakim kuramın pekiştirilmesine alet edildikleri bu dünyada, bilim görünümlü bir ideoloji hakimdir.
Karmaşık matematik kullanımıyla bilimsel bir görünüm kazanan, aslında spekülasyon yapma amacı dışında bir amacı olmayan bir kuram, etkin piyasalar kuramı baş tacı edilir. Bir gözlemcinin dediği gibi, “spekülasyon yaparken bilim yapıldığına inanılır”. Mali piyasalarda davranışları veya piyasaların etkin çalışmasını modelleştiren birçok iktisatçı, “iktisat bilimine yaptıkları katkılar nedeniyle” nevzuhur iktisat Nobel ödülüyle taltif edilir.
Stiglitz gibi, iktisatçılar loncası içinde sivrilen ve dogmanın en zayıf halkalarını heteredoks varsayımlarla pekiştiren iktisatçılar da aslında iktisat bilimine olan imanın oluşmasında sorumluluk sahibidir. Neoklasik iktisat öğretisinin içinde heterodoks çeşitlemeler yaparak iktisadiyat imanının güçlü kalmasına katkıda bulunurlar. Önce mükemmel piyasa modelini öğrenelim ondan sonra bunun sınırlarına bakarız denildiği sürece, piyasa tapınması sürer gider.
David Brooks, 26 Mart tarihli New York Times’daki yazısında iktisatçı loncasının bilimsellik iddiasının her seferinde çöküşünü hicvederken, iktisatçıları tarihçiler veya romancılarla benzer bir iş yaptıklarını kabul etmeye davet ediyor.
Kendi arzusu hilafına üniversitede iktisat bölümü başkanlığı görevini yürütmekte olan birisi olarak, belki tarih veya roman değil ama yapılanın ve öğretilenin bir bilim değil, bir yanıyla zanaat diğer yanıyla kapitalizme özgü faydacı bir ahlak felsefesi olduğunu kabul etmekle işe başlanabileceğini yıllardır düşünürüm. Ama ideolojinin, onu hayatta tutan gerçeklik ihtiyacı yıkılmadıkça bu tür hicivlerle, mızırdanmalarla yıkılmadığını da yaşayarak öğrendiğimi ilave etmeliyim.
Radikal