Bu Çağda İdealleri de Satın Almak
Tüm mesele komşunun çocuğunu geçmek değil midir? Ölçü kendimiz değil, başkalarıdır. Böyle olduğu için daha doğarken yarışa başlıyoruz. Sonra gelen sınavlar ve bitmek bilmeyen koşuşturmaca. Ardından unvan yarışları. Yaşamın sonuna doğru ise huzurlu bir semtte emekliliğin tadını çıkarmak. Maddiyat üzerine kurulu bir yaşam ve ideallerin tükenişi.
Tarih boyunca maddeye hükmedenler galip geldi. Aşk, sevgi, hedef, parola ve ideal boş ver canım bunları bunlar karın doyurmuyor. Diyorlar ki artık putlara tapılmıyor bak görüyor musun modern episteme Tanrıyı da öldürdü. Peki Mamon’u ne yapacağız? Onu neden öldürmüyor? Bunu niçin görmüyorsunuz? Taştan tahtadan yapılan putlardan daha tehlikeli değil mi Mamon?
Sen şekilde kalmış ve ilerlemeyi modern yapılarda görmüşsün. İnsanlığın ilerlediğini söylüyorlar. Hangi anlamda ilerliyoruz? Bu konuyu bağlamına oturtmalıyız. Zaman ilerledikçe ve zihin ilerlemeci bir imgelemle kuşatılınca geçmişe bakış küçümsenir ve onlar cehaletin ürünüdürler. Bazı bakımlardan onlar bizden daha ilerici olamaz mı? Sade bir yaşam yaşayan ve madde ile arasına sınır çeken bireyden maddeye tapan bir kişi niçin ilericiymiş? Ne değişti?
Ebu Cehil putları aracı görüyordu. Modern dönemde ne kadar da ilkel görünüyor değil mi? Ebu Cehil süs olsun diye putları korumuyordu ki ardında yatan para ve gelen güç görülmediği sürece teolojide boğulur dururuz. Ben Allah’a tapıyorum diyen ama aslında güce tapan, diğer yandan ben hiçbir şeye tapmıyorum diyen ancak parayı güce giden yolda ilah edinenlere ne demeli? Bakınız onlar seküler bir hayat yaşıyor ve ilerici olmalarıyla övünüyorlar. İdealleri lanetliyor ve maddeyi kutsuyorlar. Haksızda değiller; ancak eşyanın hakikatine vakıf olanlar kazanırlar. Sistem bizi buna zorluyor ve bunu başaramayanlar yok olup gidiyor.
Sahi nedir parayı ilah yapanın Ebu Cehil’den üstünlüğü? Görünüşü, giyinişi, teknolojisi hepsi üstün, peki zihniyet? Hayatı bu temel üzerine kuran yığınlar hangi zaman ve mekânda yaşarlarsa yaşasınlar zihniyette pek bir değişim yoktur. Biz görünüşe değil zihniyete bakmalıyız. Öyleyse tekrar sorayım hangi anlamda ilerliyoruz? Adaletsizlikler, haksızlıklar, torpil, yalan ve talan 20. yüzyılda mı ortaya çıktı? Oysa ilk insanlardan beri vardı ve hala var. Beyefendi sadece şekil değiştiriyor ve daha profesyonel bir şekilde ilerliyor. Ebu Cehil, köle Bilal’den belki 1000 kat zengindi ama bugünün Ebu Cehilleri modern kölelerden 500.000 kat zengin.
Yaşamımız sürekli materyal üzerine kurulu ve ne kadar kaçmaya çalışsam da bir türlü yakamı bırakmıyor. İdeali olan ve bilgiye ulaşma arzusunda olanlara kapalı bu yaşam. Öğretmenlerimiz sürekli bilgiyi yüceltir ve okuyanların önemli insanlar olduğunu söylerdi. Bu anlayış kulaklarımda çınlar durur. Oysa öğretmenim hayatın böyle işlemediğini, paranın hepsini silip süpürdüğünü, insanları sermayedarın yanında köpekleştirdiğini ima bile etmemişti. Okumanın, ilimle uğraşmanın ve yazmanın boş iş olduğunu, karşı komşuyu geçmek için onun gibi çalışmak ve maddeye kendini adamanın gerektiğini anlatmadılar bize. Bir taraftan masallarda güzel bir hayat, sonra gelen gerçekler ve arada savruluşlar. Öğretmenim bana bu dünyanın bir yönüyle ne kadar iğrenç olduğunu anlatsaydı ne değişirdi bilmiyorum.
Bir dostumun annesi sürekli karşı komşuyla kıyaslarmış oğlunu. Karşı komşu soruyormuş, oruç tutuyor mu? Diye. Sonra gelen kafirlik ithamları ve ardından patlatılan Cübbeliler söylemi üzerine tahakküm savaşları. Hakikat onların tekelinde ya… Yine de ona duygularının esiri olup bu dine lanet etmemesini söyledim. Şahsım adına sorunu hep kurumsallaşmada aradım.
Ben Şeriati’nin anlattığı öze inanıyor ve buradan yaşamı okuyorum. Ne yapayım? Aksi olursa nihilizme kadar giderim. Başka hiçbir şey durduramaz beni. Gerçi ara ara bende dostum gibi boğuşmalar yaşıyorum. Beynim bazen öyle hızlı çalışıyor ki durduramıyor ve işin içinden çıkamıyorum. Bu yaşanılanın ergenlik hisleri olduğunu söylüyorlar. Onlar hakikati bulmuşlar, dostumun ki ise geçiciymiş. Ne tuhaf, bunu söyleyen hayatında bir kitap bile okumamış adam… Düzene köle olmayı olgunluk, isyan etmeyi ergence his sayıyorlar. Onlar da haklılar; çünkü bir evlat dünyaya getirmek zor olsa gerek. Dostum yaşama pesimist bakıyor. Beceriksiz olduğu için dışlandığını söylüyor. Ne yapsınlar, bakıyorlar ki onların altında son model araba var ve gayet mutlu gözüyorlar. O ise hiçbir şeyde başarılı olamadığını sitem ederek ifade ediyor, odaklanamadığını ve yerinde saydığını üzüntü halinde belirtiyor. Bazen soruyor ve içindeki iktidara karşı mücadele ediyormuş: “8 milyar özne içerisinde marjinal olarak var olmuş ve tutunamayanlar kulübüne girmişim. Başkalarına suç atmamak adına sorunu hep kendimde aradım. Başkalarına suç atmak kolay; aslolan kendi özeleştirini yapmandır, öyle diyorlar. Hiçbir sınav sisteminde başarılı olamadım, eğitim alamadım, aldığım kitabı bile bitiremedim, eşyanın hakikatini öğrenemedim. Bir insan tüm vasıfsızlıklarını nasıl üzerinde toplar? İşte o benim. Kötülükte bile beceriksizim, dürüstlük desen yok ve karın da doyurmuyor. Şimdi beni karşı komşu neylesin, devletinde işine yaramam. Devlet kendisine itaat eden robotlar istiyor.” Toplum var olan kurallara uyulmasını, karşı komşu ise oğluna rakip olunmamasını istiyor, değil mi? Kendi başarılarını yaratamayanlar, başkalarının başarısı ölçüsünde kendisini kutsuyor. Kapitalist zihniyet bile itaat ettirilen, zaaflarını iyi kullanıp etkili söylemler yaratıyor. Sen ses çıkarırsan damgalanıyor ve yalnızlığa mahkûm ediliyorsun. Başarısı olmayanlar bu hayatta torpille yükseliyor sonra gelen popülizm onları şımartıyor ve halkın gözünde yüceliyorlar. Tüm bunlar karşısında içimde neler hissettiğimi kimse bilemez. Kelimelerle anlatamam içimdeki o isyanı ama yansıtabilirim.
Düştüğünde kimse yardım etmez köşeyi dönen geçmişi unutur. Onu görür de suratını çevirir. Yükselmek onu kibirlendirmiştir artık. Şimdi o bilinciyle mi bunları yapıyor? Başkasını kınayıp durur. Onun şartlarını görmez ve sürekli kendini ön plana çıkararak başarılarını sıralar. Çevreme bakıyorum da sanki onlar iradesiyle değil sistemin söylemleri tarafından kuşatılmış bir şekilde hareket ediyorlar. Ben ise o söylemleri sorgularken dostum gibi daha da bir karamsarlık yaşıyorum. Söyleme karşı gelmek beni heterotopya mekanlara itiyor. Ya itaat edeceksin ya da ezileceksin. Her şeyde böyledir hayat. Sen ilim adına kitap yazarsın üç beş kişi alır ama merkezi sınavlarla ilgili kitap yazarsın da binlerce satar. Onlar kazandıklarını söylüyor. Evet, haklılar. Ama onlar bilgiyi ticarileştirdiklerini ve gelecek yıl çöp olduğunu gayet iyi biliyorlar. Çünkü yazarken bile para adına, eğitirken para adına, yaşarken para adına yapıyorlar. Paranın olduğu yerde ilim olmaz diyen bizler gülünçle karşılanıyoruz. Sizler hayal aleminde yaşıyorsunuz söylemi baskın geliyor. Böyle bir ortamda midem bulanıyor. Evet, ben hala ideallerin, nihai arzuların peşindeyim. Bunun ne önemi var, artık onu bile bilmiyorum.
Derrida, kafa karışıklığını yadsımaz ve böyle olması gerektiğini ima eder. Aksine afyon tarafından kuşatılmak huzurlu yaşamanın en yüce halidir… Diğeri dinden, öbürü Kemalizm’den götürüyor parayı. Ne anlamı var böyle bir yaşamın. Diğeri hurafe anlatıyor öbürü bilim adına, hakikat adına yaptığını söyleyerek sanki mutlaklık onun tekelindeymiş gibi hareket ediyor. Ona bahşedilen aklı kullanarak özgün bir şeyler üretmek yerine 100 sene önce yaşamış bir adamı taklit ediyor. Biri Muhammed adına diğeri Atatürk adına köşeyi dönerken midem bulanıyor ne yapayım? Dininizin muhafazakâr bir ailede bu insanlara nasıl bir tahakküm uyguladığını, karşı tarafta ise itaat ettirilen koltuğunda Kemalist’in sosyal medyada adalet, barış diye makro güç alanı yaratıp gerçekte tersini yaptığını göstermenin ne faydası var, onu da bilmiyorum, ne işe yarayacak.
Diyor ki “Çevremdekilerin yükselişini görünce takdir ediyor ve her defasında kendime lanetler ediyorum. Sanki bedenime hapsolmuş gibiyim. İstemediğim bir bedene mahkumum ben. Bunu ben seçmedim ki beni suçlayıp duruyorlar. Belki de belirlenmişlikler tarafından kuşatılmış durumdayım. Oysa ben iradeye inanan ve onu şiddetle savunan birisiyken kendi gerçekliğimde yavaş yavaş etkenlerinde ötesinde belirlenmişliklere tutsak olmak üzereyim. Kimim ben? Niçin böyleyim ve sürüye uyamıyorum? Sürüye uymayanı yüceltenler neredesiniz? Kazananlar daima sürüye uyanlardır. Onlar her zaman ve mekânda kazandılar ve ebediyen kazanacaklardır. Sürüye uymayanlar ise dışlanacak ve kaybedenlerden olacaktır ve onlar tarihte hiçbir zaman kazanamamıştır.” Dedim ki yaşama hangi pencereden bakmak istiyorsun? Öyleyse görmek istediğini görürsün. Kendimizi kandırıp optimist de olamayız. Yaşam buna izin vermiyor. Bir kenara çekilip pesimist hiç bakamayız. Bir denge kurmalı ve aralarda, vasati pozisyonda, durumlara göre konumumuzu belirlemeliyiz.
Diğer taraftan yaşama bu pencereden bakınca psikolojik etkenler öne sürülüyor ve bu kılıfı örtmek için iyi bir bahane oluşturuyor. Ne yapacaksınız, ilaçlarla anormal olan özneyi normal mi? Sorunu özneye indirgeyip toplumsal olanı nasıl görmezden gelirsiniz. Psikoloğa gidip içinde bulunulan durumu anlatınca, tüm mücadelelerime rağmen kimsenin dönmediğini, torpil olmayınca bir avuç ilerlenemediğini, söyleyince, sorunu yine bireyde ve onun iradesinde bulan bedbahtlara ne demeliyiz? Karşısında asalaklar ordusu var ve onlar asla suçlu değil. Modern bilimi ve Freud denilen pislik şarlatana tapanları ve onun çözüm önerilerini sanki suçlu özneymiş gibi dayatanlarla ne konuşacakmışız? Tüm gelişmelere rağmen her şeyi biyolojiye indirgeyen natüralist safsataları, tam tersi konumda yine her şeyi sembollerle açıklayan ve fallusu yücelten adi Lacan’ı mı dinleyecekmişiz? Bilimsellik kisvesi adı altında asalakları koruyan ve ona hizmet eden robotları yaratmak için ilaçlarla uyutan bu zihniyete lanetler ediyorum. Hastayı nesne gibi gören, doğru düzgün dinlemeyen, asabi konuşan “Ben bilirim” edasıyla etrafa korku salan bu bedbahtların yanına huzur bulmak için gittiğimizde huzursuz oluyoruz. Onlar bilgiyi tekellerine almak istiyorlar. Bilgi onların tekelinde olursa sen ben gibi sıradan insanlara daha kolay hükmeder ve azametle dalgalanarak bilgi üstünlüğü adı altında yüce olduklarını hissederler. Beyaz önlükleriyle sistemin vermiş olduğu otoriteyi kullanarak öyle bir eda ile yürüyorlar ki sanki dünyaları onlar yaratmış gibi. Biz vasıfsızların bilgiye ulaşma ve kendi sorunlarımıza çözüm bulma hakkı yoktur. Makaleleri okumak ve ne olduğumuzu saptamak tehlikelidir onlar için. Onlar bu işin uzmanı, bizler de onların nesneleriyiz. Anormali normale çevirmek adı altında sisteme kukla yaratan, doğu batı karışımı garip bir sentezli ve ne olduğu belirsiz bu topraklarda onlar sermayedara köle arıyorlar.
Dininiz, biliminiz, modern ideolojiniz bu çelişkileri düzeltmedikten sonra ne yapayım onları ben. Din adına, bilim adına, Kemalizm adına para kazanan aşağılıklar gibi… Atatürkçü bir kuruma gidersiniz ve büyük bir Atatürk portresi karşılar sizi. Karşınızda canavar gibi kapitalist zihniyete sahip birisi belirir. Sen ise el pençe sanki seni yaratmış gibi hissedersin, onlar bunu iyi başarıyor. Anlattıklarını söyleyince güler, kızarır, morarır ve bir öfkeyle çıkarsınız. Ne Atatürk’ü bayım, iş çıkarlarına gelince Ebu Cehil’in modern görünümlü asalak sürüleridir bunlar. Biri din adına, diğeri çağdaşlık adına, ama iş metaya gelince sakallı bir yobazla çağdaş görünümlü ilerici bir yobaz arasında bu açıdan… Sürekli dudaklarından eşitlik çıkan bir solcuyu görürsün, bir bakmışsın ki kafesinde Afgan, Suriyeli ucuz işçi çalıştırıyor. Olsun, biz bu olayları görünce umutla bakalım yarınla. Merak edip soru sorarsın da onları sefaletten kurtardığını, kapitalistin yapmayacağı iyiliği yaptığını söyler ve şaşkınlıkla bakıverirsin. Böyle bir durumla karşılaşınca kapitaliste şükredesi geliyor insanın.
Tekrar soruyorum: Geleceğe giden yolda nasıl ilerliyoruz? Ne anlamda ilerliyoruz? Zihniyet olarak Ebu Cehil’den ne kadar ilerledik? Modern us teknolojik ilerlemeyi görür de insani ilerlemeyi görmez aksine meta fetişizmini ilericilik olarak telakki eder. Doğa gibi sürekli değişimin tarafında olduklarını ve başarıyı bu sayede gerçekleştirdiklerini gururla haykırırlar. Peki bu başarının altında yatan ve ezdiklerinizin, sömürdüklerinizin feryatlarını duymazdan mı geleceksiniz? Daha fazla zenginliğin doğada ve insan sömürüsünde açtığı yaraları böyle gururla böbürlenerek mi telafi edeceksiniz? Sizler asla samimi değilsiniz eğer samimi olsaydınız nasıl buralara geldiğinizin özeleştirisini yapar ve hatalarınızı ölümün eşitleyiciliği gelmeden telafi ederdiniz. Bununla ilgili olarak Milyarderler içerisinde Warren Buffett’e ayrı bir saygı duyarım. Servetinin büyük bir kısmını infak etti. Kendisine Tanrı’ya inanıyor musun sorusu sorulduğunda agnostik olduğunu söylemişti. Buffett, 91 yaşında ve artık kendisiyle mücadele ediyor. Ölümün kaçınılmazlığı ve eşitleyiciliği gelmeden infak ediyor. Onu tebrik ediyorlar, ne tuhaf sanki para onun hakkıymış gibi. Evet, o milyarlarca doların kendisine ait olmadığını idrak eden azınlıktan birisi ve bize de tebrik etmek düşer. Bu idrakin farkına varanlar tarihte hep azınlık oldular. Ebubekir orta sınıf bir zengin olarak malının büyük kısmını derhal köle azat etmekte harcamıştı. Muhammed direkt olarak dostuna asla böyle bir şey de söylememişti. Ebubekir geçte olsa o kazandığı paraları kölelerin sırtından elde ettiğini ancak İslam ile anlamıştı. Peki Muhammed ve İsa’nın inananlarına ne demeli? Onlarca milyarder Hristiyan, İsa’ya inanıyor. Peki İsa ne demişti ve onlar ne yapıyorlar?
“Size gerçeği söylüyorum, zengin bir adamın cennetin krallığına girmesi zordur. Size tekrar söylüyorum, bir devenin iğnenin gözünden geçmesi, zengin bir adamın Tanrı’nın krallığına girmesinden daha kolaydır. Öğrenciler bunu duyduklarında, çok şaşırdılar ve sordular, “O zaman kim kurtulabilir?” İsa onlara baktı ve şöyle dedi: “İnsanda bu imkânsızdır ama Tanrı ile her şey mümkündür.” (Matta 19:23-26).
“Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem Tanrı’ya hem de paraya kulluk edemezsiniz.” (Matta 6: 24).
Artık inananları için bu ayetlerinde önemi kalmadı. Yorum yapar ve istedikleri gibi eğip bükerler. Yorum yapmak demek, kendi çıkarları için temiz olanı pisletmek değildir. Bizler ancak İsa gibi temiz ve vicdani düşünerek yorum yaparsak, Muhammed gibi varoluşlar ve hayretler içerisinde vicdanı harekete geçirirsek onları anlar ve bugüne yorumlarız. Efendim derler ki diğer ayetlerde İsa zenginlerin cennete giremeyeceğini söylemez, zor olduğunu söyler. En nihayetinde İsa kendi ümmetinin şu halini görseydi ne diyecekti? “Ey inananlar Tanrı sizden bunu istiyordu, şimdi cennetin kapıları size sonuna kadar açıktır.” Ey ferisi hala anlamıyor musun ki elçiler bu dünyanın geçici olduğunu ve tek mutlak güç dışında kimseyi yüceltmemeni söylüyor. Sen ise teolojide boğuluyor ve “Ben İsa’nın Tanrısına inanıyorum.” diyorsun. Ferisi sen anlamıyorsun, Muhammed, İsa ve Musa’ya inanmak taştan tahtalardan yapılmış putları terk etmek değildir sadece. Günümüzün modern putlarına mesafe koymak ve tertemiz bir yoldan giderek dünya ve ahireti dengelemektir.
Ne dünyayı terk edelim ne de buraya tapıp kendimize zulmedelim.
Velhasıl din, beşerden insana giden süreci, modernizm ise barbarlıktan çağdaşlığa geçişi vazederken hedef bu sistem miydi? Bu ilkelerin takipçileri olarak bu soruyu kendinize sorup üzerinde 30 saniye düşündünüz mü? Ben bu soruları düşünürken bir taraftan bedenime diğer taraftan bu topraklardan bir türlü çıkamamayı kendime zulüm olarak görüyor ve her geçen gün daha da batıyorum derken tekrar neşeyle yaşama sevinçle bakmak için zorluyorum kendimi. Biz vahşi doğada birbirini parçalayan ve hayatta kalmak uğruna öbürünü ezmek için yarışan özneler olmamalıydık. Birilerinin keyfi istediği için irademizin dışında bu aptalca düzen içinde yarışıyoruz. Biz buna mahkûm değiliz. Ben yarışmak istemiyorum aksine ben dayanışmayı arzuluyorum. Hepimiz eşit şartlarda sınava tabi değiliz ki bizleri yarıştırıyorsunuz.
Tüm çatışmalar karşısında ya ilahi adalet vardır ve kurtuluş mümkündür ya da en azından materyalistseniz Tanrısız bir hakikat vardır ve bu merkezsizlikte bize rota olurlar ve bir limanda demirleriz. Aksi facia olmaz mı?