Taksim Gezi Parkının geleceğine yönelik etkinliklerle başlayan gerilimin çözümünde sergilenen tarz ve tutum ne ise, Türkiye siyasetinin diğer sorunları diyalog yolu ile çözebilme yaklaşımı da bundan farklı değildir. Karşındakini önce çapulcu diye tanımlayıp, sonra ‘bükemediğin bilek’ muamelesi yapmanın kaçınılmazlığından farksızdır, Kürt sorunu, Suriye sorunu hatta AB üyelik sorunu karşısında sergilenen yaklaşımlar. Gezi Parkına ne yapılacağına dair sarf edilen sözlerin tutarlılığından söz etmek ne kadar mümkünse Kürt sorununun nasıl çözüleceğine dair sergilenen tavrı tutarlılığı da o düzeydedir. Camide yaparız AVM’de, olmadı rezidans yada kışla yaparız, belki de müze. Önce kazmayı vurup inşaatı başlatırız sonra ne yapacağımıza zaman içinde karar veririz havası ile, hadi park sorunu çözüldü diyelim, Kürt sorunu çözülebilir mi ?
AP kararlarını iadeli taahhütlü mektup gibi geri göndermekten, tanımamaktan bahseden siyaset anlayışı ile, ancak bir noktaya kadar gündem ve algılar yönetilebilir ama asla sorunlar çözülemez. Bir süre sonra AB tam üyelik müzakere süreci dondurulursa şaşırmayalım. Eski devleti, gücünün farkında olmamakla suçlayan yeni Ankara sakinleri, gücünü abartıp muhataplarını hafife alarak hayal dünyasında yaşamayı tercih ediyor. Taksim konusunda muhatapları idare etmek, aralarında gerilim çıkarmayı denemek ne kadar işe yarar göreceğiz. Ama aynı akılla Kürt sorununu, Suriye krizini, AB ile ilişkilerdeki tıkanmaları aşabileceğinizi sanıyorsanız, duvara çarpmakla kalmaz tepenizin üstüne düşersiniz.
Suriye konusunda ya kendi öz gücünüze güvenerek plan yapmak, ya müttefiklerinizin planlarına uygun pozisyon almak zorunda kalacağınızın farkında olarak adım atmak durumundasınız. Son ABD ziyareti ile bir kez daha ortaya çıkmıştır ki, ne Türkiye müttefiklerinin beklentisini karşılayabilecek siyaset enstrümanlarına sahiptir, ne de kendi tezlerini onlara kabul ettirebilecek ikna kapasitesine. Hem Irak hem de Suriye’de ortada kalmış bir Türkiye’nin önündeki seçenek sayısı sanıldığı gibi çok değildir. Ya bölgenin bu hali ile dağınık bırakılmasına göz yumacak yada daha fazla riski göze alıp doğrudan ateşe dalacak.
Her ikisini de yapacak cesareti kendinde göremediğinde ise iç politika gündemine dönüp toplumsal psikolojiyi kontrolün başka yollarını arayacak. Seçim tarihi ile ilgili kartlarını açmaktan başka, içerdeki toplumsal tepkiyi frenleyebilecek bir araç ben bilmiyorum. Böyle bir hamlenin, demokratikleşme beklentisi olan Kürt siyasetine mazeret beyanı anlamına geleceğini ayrıntılı anlatmaya gerek yok sanıyorum.
Müzakereci siyaseti kötü yönetip elinize yüzünüze bulaştırdığınızda fatura sadece size değil, muhtemelen top yekin müzakereci siyaset tercihine kesilecektir. Değişim süreci tersine dönen, eski devlete dönüş arayışlarının siyasete damgasını vurduğu bir çok ülkede yaşanana benzer bir risktir karşımızda duran. Kimi Doğu Avrupa, Kafkasya ve Orta Asya ülkesinde geçmişe özlem tam bu psikolojik ortamdan beslenmiştir. Değişimin, yozlaşma, yabancılaşma, gelir dağılımındaki uçurumun büyümesi gibi sonuçları ile yüzleşen kitleler değişimi kendi lehlerine yönetemediğinde, mevcut kaosun risklerinden korunmak için, eski statükoya sığınma eğilimine girerler.
Silahlı güçlerin sınır dışına çıkartılmasını kar bilip, demokratikleşme adımlarını geciktirmeyi marifet sanan bir anlayışla, uzun erimli ve güvene dayalı bir süreç yönetimi mümkün değildir. Sadece Roboski davasında sergilenen ciddiyetsiz tutum bile, muhatabın psikolojik önceliklerinin farkında olmayan politikaları teşhir etmeye yetmektedir.