Ayaklanma bir başlangıçtır. İlk başta hep ‘söz’ vardır. Sözün etrafından toplanmış birileri… Sözün şahadeti ve şehitleri olur.
Şehitlerini biliyoruz.
Şahitleri biziz.
Bizler yüzyılın en büyük ayaklanmalarından birine soluk taşımakla müstesna bir nesil olduk. Kanlı ve kahırlı vakitlerin ateşli geçidinde sınandık ve sınadık… Her solukta kasılmak düştü payımıza. Hafıza ile derinleştik, bilinç ile yürüdük, zindanlarla sarsıldık… Sürgünler, katliamlar, infazlar… Hafıza bizimle derinleşti, isyan etme bilgisi, cüret etme kılavuzları, yaşama yaşamla vurma kabiliyeti bizimle yerini buldu. Şiir buldu. Şarkı buldu. Oyun buldu… İnsandan kalan en anlaşılmaz cesaretin kadrajında yine biz vardık.
Kardeşler öldürüldü. Zindan ve sürgünle anıldılar. Yenilmek ve aşınmak neydi? O da yerini buldu serüvenimizde.
Biz? Biz evet… İsyan eden, özgürlüğe yürüyen, insan kuran, tarih yapan her öznenin yoldaşları, sırdaşlar, kardeşleri…
Biz… Kendi öyküsünü de bunca yarılmanın içinde ayakta tutanlar, kardeşliğin hakkını yoldaşlıkla verenler. Özgürlüğe mecbur bir sınıfın şenlikli lanetini, özgürlükle halklaşmış kayıp ulusa adayanlar.
İnsan bir krizdir. Bir krizdir sömürgeleşen insan.
Bu atlas bir iç savaştır. Bir iç savaştır asla barışılmayacak olan.
Çünkü bazen çelişki uzlaşmazdır. Bazen yırtılma dikilmesin diye gerçekleşir.
O krize, o savaşa anlam kurarız. O anlamdır bizi kuran aslında. Biz çelişkinin içinden düşeriz, savruluruz… Varoluşumuzda izlerini taşırız çelişkinin. İç savaşla büyümek, ‘kim’ sorusunun delirtici kuyusuna biteviye taşlar atmaktır. Doldu kuyu. Kör kuyular doldu.
Yani asla ‘barışamayacak’ olanlar vardır.
‘Barış’ yıpranmış bir kelimedir. İçinde binlerce anlam halkası saklar. Bir yetidir barış, üzerine en çok atıfta bulunulmuş ve tam da bu yüzden anlam niteliğini yitirmiş bir zemindir. Barış bir zemindir. Üzerine konuşulmaya değer ve üzerinden konumlanmaya elverişlidir.
Yaşanan ise barış değil bir çatışmama girişimidir. Askeri bir terminolojisi vardır. Siyasal bir öznenin yine siyasal bir tasarrufudur. Başlattığı çarpışmayı taşıdığı düzeyden başka bir düzeyi tanımlama çabasıdır. Kurulu iktidarın karşısında kurulu hale gelen diğer iktidarın, savaş tarihinin içinden konuşmasıdır. Oluşan biçim verilmiş savaştır. Krizin ertelenmesi, çelişkinin dolaylanmasıdır.
Özgürlük hareketi bir ‘devrimci imkânı’ bir devrimci duruma dönüştürdü. Özgürlük hareketinin elinde bir durum var artık. Bir imkân yok. O biçim buldu, anlamlandırıldı, kurumsallaştı ve bir muvaffakiyete mecbur oldu. Yaşanan bir muvaffakiyettir. Yaşananın öznesi özgürlüktür, özne kendini kurmuş, kendinde insanını kurmuş ve her zerreyi siyasallaştırmıştır.
Devrim imkânı ise… Sürer.
Çünkü iç savaş sürer. Proletarya büyür. Kadınlar kan tadıyla yekinir. ‘Yok’ sayılan her kimlik, kendi varlık alanı içinde oyulur derine. İç savaş ‘askeri’ değildir. O, var eden çelişkinin, yani uzlaşmayacak olanın pozisyon tanımıdır. Proletarya onu hiçleştiren sistemle, kadınlar onu hiçleştiren erkekle ve dahi hiçliğin kadınıyla, yoksayılanlar onları hiçleyen ‘hali hazır’ ile barışamaz. İstese de yapamaz. Ya yenilir ya vazgeçer… Ama barışılamaz.
Silahlar ifadesiz bulunabilir. Yeniden ifadeye de kavuşabilir. Ama kriz halindeki insanın silahlaşması hesap edilemez. İnsan krizdir. Çünkü tarihin akışı köle’ye her an sahip’i hatırlatır. Bu lanetlilerin tragedyasıdır. İnsan krizdir, köle krizdir, sömürgecilik gündeliktir.
Barış bir zemindir. Özgürlük, eşitlik ve adalet ile tamlanan yıpranmış bir kelimedir. Pozisyonu gereği siyasal özne ‘o’ biçimde çarpışmayı ‘bu’ biçime taşımak isteyebilir. Bu onun siyasalı üzerindeki tasarrufu ve tasavvuru gereğidir. Bu hareket biçimi, bu hareketin seyri devrime içkindir… Onun verili andaki başlangıcıdır. Bitenin içinde başlayandır anlatılan…
İç savaş pozisyonla tariflenmez. O tüm pozisyonları kesen yatay, dikey ve en çok ‘yamuktur’. İç savaş ‘yamuk’ keser, tüm derli toplu iktidar biçimlerini. Bu onun olanağıdır.
Barış, iç savaşsızlıktır. Barış iç savaşın ortadan kaldırılması, içe doğru inene savaşın dışa doğru gerçekleşmesidir. Barış yeniden tanımlanmaya muhtaçtır.
Bu biz’i bir öyküye zorlar. Bir öyküyü tazeleyemeye, ayağa kaldırmaya ve o öyküyle çıkılan uzun bir yolculuğa… Zor olan hiç’te var olanın imkânını görmektir. Bunun siyasal öznesini aramaktır, siyasal olmayan yerde. Devrimci olmayan zamanda, devrimci durumu aramaktır. Bir imkân olarak, bir imkân yaratarak, bir imkân atfederek…
Davutpaşa ile Roboski arasında, Ayşe Paşalı ile Aleviler arasında, Der-zor ile işsizlik korkusu arasındasüreklilendirilmiş kriz iletişimi kurmaktır bahsedilen…
Kürt özgürlük hareketi çatışmasız bir sürece gidiyor. Hareket çatışmanın biçemini değiştiriyor. Sadece askeri anlamda değil, anlamsal, imgesel anlamda da… İmgesini rejime ekleyerek ilerliyor. Rejimin kuruculuk arayışına yanıt buluyor. Öznel tarihini nesnel tarihin içine sızdırıyor. Yıkmıyor bu anlam dizgesinde, yıkmıyor çünkü yeniden tanımlıyor, kendi suretinde.
Dokunulmadık bir saha olarak duruyor iç savaş. Adı konulmayan çarpışma, akil adamları olmayan gerginlik…Lanetli sınıfın geniş haritası yeniden bir özne talep ediyor. Haplarla, hobi kurslarıyla ayakta kalanı, gece vakti tacizcisine dimdik bakan’a bağlıyor en dokunulmadık yerinden. Bağlıyor birbirine hakikat arayan ile yevmiye için dövüşen çırağı…
Biz bununla bir ‘var olma meşruiyeti’ bulacağız… İhtimal. Sömürgeyi işleyişten, köleyi efendi aynasından, hiçleşeni onu hiçleştirenden talep ediyor olmaktan, özgür kılacağız.
Bunu hatıra ile, bunu hatırla, dostlukla sahileştireceğiz.
Olmazsa…
Hiç.
Evren Barış Yavuz – haberfabrikasi.org