Daha HSYK seçim sürecinin başlangıcında, seçim tarihlerinde yapılan değişiklikler, hükümetin sürece müdahil olduğun gösteriyordu. Siz de birkaç kez bu yöndeki kaygılarınızı dile getirdiniz. Hükümet HSYK’yı niye bu kadar çok önemsiyor?
Bu soruyu yanıtlayabilmek için önce HSYK nedir sorusuyla başlamak gerekiyor. HSYK yargı üzerinde baskıların yoğunlaştığı bir dönemde, yargıyı kendi istekleri doğrultusunda kullanan güçlü iktidarlar karşısında ilk kez 1961 Anayasası’yla ortaya çıktı. Ondan önceki süreçte siyası iktidarlar kendileri dışındaki demokratik güçleri, öne çıkmasını istemedikleri güçleri yargı aracılığıyla baskı altında tutuyorlardı veya kendilerinin denetlenmemesini sağlıyorlardı. Bu tablo karşısında yargıç savcılar güvence içinde çalışsın diye bu kurulun eşiti olan bir kurul oluştu. 12 Mart döneminde buna müdahale edildiğini görüyoruz. Baskın bir iktidar ortaya çıktığı anda, hemen amaçlarını yargı üzerinden gerçekleştirme iradesini ortaya koyuyor. Bunun için de yargı üzerinde söz sahibi olan HSYK’ya gözünü dikiyor. Oysa HSYK’nın varlık nedeni yargıya güvence olmaktı. İktidarlar ise HSYK’yı bir vesayet aracı olarak kullandılar. Hatırlayın, 12 Mart dendiğinde yargılamalar akla gelir. Neden? Yargı adaletin değil gücün yanında yer almıştı. İktidar o yargılamaları istediği için yargı da o davranışın dışına çıkamamıştı. 12 Eylül’de de aynı tabloyla karşılaşıyoruz. Darbe yapıldığında yeni anayasa beklenmeden 1981’de HSYK Yasası çıkarıldı. 12 Mart’tan daha da geriye götürüldü. İktidarın etkisi 12 Mart’tan daha fazlaydı. Bu yasayla yargı bir kez daha vesayet altına alındı. 12 Eylül dendiğinde ilk akla gelenler neler oluyor? Hukukun güvence olamadığı geliyor, adaletsizlikler geliyor. Çünkü etkin bir yargı denetimi olmadığı akla geliyor. Çünkü yargıyı koruyan değil, siyasi iktidarın isteklerine göre yargıyı biçimlendiren bir HSYK ortaya çıkmıştı. İşte 12 Eylül dendiğinde aklımıza 12 Eylül yargılamalarının gelmesi, adaletten uzak yargılamaların gelmesi, gücün yanında yargılamaların gelmesi bu yüzden.
Sonrasında da HSYK’da çeşitli değişiklikler yapıldı…
HSYK üzerindeki değişiklikler ya darbe dönemlerinde ya da baskın yönetimlerin ortala çıktığı dönemlerde oluyor. 2010’da da değişiklik yapıldı. 2010 döneminde, özel görevli mahkemeler ve terör mahkemeleri döneminde, Türkiye’nin her yerinde neler yaşandığının görüyoruz. Bunlar nasıl mümkün olabildi? HSYK üzerinden belirli mahkemelerin kurgulanmasıyla, o mahkemeler üzerinden bütün Türkiye’nin dizayn edilmesiyle, hizaya sokulmasıyla yaşandı. Yani HSYK yargıya güvence olmadı, siyasi iktidarın yargıdaki sopası haline geldi, mahkemeler hukuktan uzaklaştırdı. Mahkemeler adalet dağıtan değil hukuk terörü uygulayan yerler haline geldi. İktidar 2010 anayasa değişikliğindeki, 12 Eylül dönemindeki yapıdan bile geri olan bu yapıyla yetinmedi. Yargıçlar HSYK karşısında kendi haklarını arayamadan gidip hak adalet dağıtma görevini yapmaya çalışıyorlardı. Öyle bir HSYK ortaya çıktı ki DGM’lere rahmet okuttu. Yine adalet bakanı yapının başkanıydı. Adalet bakanı MGK’da da üyeydi. Kamu Güvenliği Müsteşarlığı bünyesindeki bir kurulda da üyeydi. HSYK’ya seçilmeden giren tek kişi var. O da adalet bakanlığı müsteşarı. Müsteşar bu süreçte MİT koordinasyon kurulu üyesi yapıldı. Kamu güvenliği kurulundaki istihbari kurula sokuldu. Adalet bakanlığının en üst idare görevlisi, istihbari kurulun içinde… Bunu 12 eylülcüler bile düşünmedi.
Değişiklik gündeme geldiğinde iktidarın dayatmaları hatta şiddeti görünür hale geldi. Neler yaşandı bu süreçte?
İktidar, HSYK üzerinden toplumu dizayn etme noktasında zaman zaman kendi içinde kopmalar yaşadı. Geçmişte bu işi birlikte yönettiği cemaatle sorunlar yaşanınca 2010’daki yapı iktidara yetmez oldu. Yine baskıcı yönetimlerin hemen yaptığı gibi 2014’te HSYK yasasında değişiklik yapma ihtiyacını ortaya koydu. Uçan tekmeler, burun kırmalarla süreç hatırlanacaktır. Ben de Adalet Komisyonuna gittiğimde bir iktidar milletvekilinin uçan tekmesine maruz kaldım. Bu yargıya atılan tekmeydi. “Bizi hiçbir kuvvet durduramaz”ın ifadesiydi ve bu yasa tasarısı genel kurula gittiğinde bu sefer benzer eylemlerle muhalefet partilerinin vekilleri karşılaştı. Darbelerde bile görülmeyen bir şekilde tekme tokatlarla değişiklik geçirildi. Bununla daha önce kendi anlayışına göre yapılandırdığı tabloyla yetinmeyen iktidar çok önemli görevleri de adalet bakanına bağladı. Kağıt üzerinde bir HSYK kalmıştı. 1961 öncesi HSYK olmayan döneme dönüldü. HSYK’nın sadece adı ve tabelası kalmıştı.
Yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvuruldu…
Çıkan bu yasanın çok önemli bir bölümünü Anayasa Mahkemesi iptal etti. Bu nedenle, iktidar elinde tutmak istediği güçleri elinden kaçırınca, bütün gözler şu anda yapılmakta olan seçimleri dikildi. Bu seçimler yoluyla, HSYK’ya gidecek üyeleri ne kadar etki altında tutarsa, ne kadar kendi istediği kişiler seçilirse, bu sefer yasa yoluyla elde edemediğini seçim yoluyla elde etmiş olacaklar. Bu seçimleri bu çerçeveden görerek yorumladı. Açıklamalarına bakarsak da bunu net biçimde ortaya koydular. İktidar partisi grup başkanvekili ortaya çıkarak “istediğimiz sonuç çıkmazsa bu seçimi gayrimeşru sayarız” dedi. İktidar nedense bu seçimde kendisini bir taraf olarak görür hale geldi. Oysa seçime hiç karışmamaları, hiç taraf olmamaları lazım. Çünkü HSYK yargı bağımsızlığı için var ve yargının bağımsızlığı öncelikle yürütmeye karşıdır. Yargı bağımsızlığı olmadan hukuk devleti olmuyor, hukuk devleti olmadan demokrasi olmuyor. Bu kurum yargıç ve savcıların bütün mesleki işleriyle görevli ama sonuçta demokrasinin varlığıyla ilgili olduğu için herkesi de ilgilendiren bir kurum. Bu açıklamalar, iktidar partisinin anlayışının “bize göre bir demokrasi” olduğunu gösterdi. Başbakan yardımcısı ve cumhurbaşkanı gerekirse yeni yasa çıkarıp referanduma gideceklerini söylemekten de çekinmediler. Oysa bu yasayı da kendileri yaratmıştı. Kimsenin görüşü dikkate alınmamıştı. 2010’dan 2014’e kadar bu HSYK’yı istedikleri gibi kullandılar. Şimdi yeni oluşturacakları HSYK’yı kullanamazlar ise kendi kullanabilecekleri bir HSYK’yı yapacaklarını ifade ettiler. Daha da vahimi cumhurbaşkanı çıktı “b ve c planımız devreye girer eğer bu seçimlerde istediğimiz sonuç oraya çıkmazsa” dedi. Bir cumhurbaşkanı temsili görev icra ederken iktidarın diliyle konuşmaya başladı. Kastedilen nedir, bu da işin ayrı bir tarafı.
‘CHP’NİN HABERİ YOK, HDP’YLE MHP’NİN UMRUNDA DEĞİL’
Diğer partilerin HSYK’ya yaklaşımı nasıl?
İktidarı eleştiriyoruz ama diğer siyasi partilere bakıyoruz, iktidardan böyle bir hamle gelirse, diğer siyasi partilerin nası bir tavır ortaya koyacaklarını irdelediğimizde çok net olarak şunu görüyoruz. TBMM’de grubu olan MHP ve HDP’nin programlarında nasıl bir HSYK sorusunun tek bir cümleyle de olsa yanıtı yok. CHP’nin programına baktığımızda ise 2010’da anayasa değişikliği yapılarak HSYK’nın yapısının değiştirildiğinin bile farkında olunmadığı görülüyor. CHP’nin programı anayasa değişikliği öncesine göre kaleme alınmış. AKP programına, hükümet programına bakıldığında yine HSYK’yla ilgili soruların yanıtını çok net biçimde bulamıyorsunuz. Hükümet anlık karar verip anlık uygulama peşinde. Yeni hükümet programında hükümetin HSYK’yı kaybetmesi durumunda adım atacağı ifade ediyor.
Hükümet adaleti dağıtan, hukuku uygulayan bir kuruma bu kadar baskı uygulamışken, bu manzarayı gören vatandaşın aklına şöyle bir soru geliyor. Adalet dağıtan kurumların üzende bu kadar baskı varken ben nasıl adalete güveneceğim? Bunun tehlikeleri yok mu?
Yargı neden var, hukuki güvence ve adalet için var. Zorda kaldığınızda başvurmak için var. Hukukun egemenliği demek sizin güvenceniz demek. Bunu istemek sizin hakkınız ve devletin de görevi. Türkiye’de yargı, üzerimizde siyasi baskı var şeklinde hareket ederek siyasi iktidar karşısında nasıl bir duruş sergilmesi gerektiğini ortaya koymadı. Siyasi iktidarlar da yargının daha bağımsız çalışacağı bir ortamı yaratmadı. 2010’da değişen anayasayla 12 Eylül anayasasındaki olumsuzluklar ortadan kaldırılmış değil. Sadece HSYK’nın kararlarına yargı yolu açılması ve yargıç ve savcıların 10 asil üyeyi kendi arasından seçmeye başlaması olumlu. Yargıç ve savcılara seçme seçilme hakkı tanındı. 1 günlük yargıç ve savcı bile oy kullanacak. Belli yeterliliğe gelmiş kişilere seçilme hakkı tanındı.
’12 EYLÜL’DE YARGI DİK DURSAYDI BÖYLE OLUR MUYDU?’
Bunun pratik karşılığı nasıl oldu?
Yargının da özeleştiri yapması gereken bir konu. Hep kolaycılığa kaçtık. Siyasi baskı yapılıyor dedik. 12 Eylül’de yargı dik dursaydı o yargılamalar ortaya çıkacak mıydı. Hayır. 2010’da şunu gördük. DGM’ler döneminde en büyük sıkıntılar doğu ve güneydoğuda yaşanmıştı. 2010’da kabul oranının yüzde 90-95’lerin altına düşmediğni gördük. Siyasi partiler halkı aydınlatmadı. Yargıya gelelim. Anayasa değişiklikleri yüzde 58’le kabul gördü. HSYK seçimlerinde yargıç ve savcılar ilk kez kendilerine oy hakkı tanındığında adalet bakanlığı bürokratlarını seçtiler. Kendi arasındaki kişileri seçmek yerine, iktidarın bürokratlarını seçtiler. Bakanlık listesini seçtiler. Buradaki oy oranını ifade edeyim. Toplumu herkes suçluyor ama yargıç ve savcının en cahili hukuk mezunu. Bu yargıç ya da savcılar Adalet Bakanlığı listesine oy verdi ve bu toplumun da gerisinde. Yüzde 64ü siyasi iktidarın bürokratlarını HSYK’ya taşıdı. Hukuk eğitimi almış yargıç savcı kimliği maalesef toplumun da gerisinde. Neden gerisinde, yine 12 Eylül’e gideceğiz. 12 Eylül’ün yapılandırdığı hukuk ve o çerçevede oluşan yargıç ve savcı kimliğini sorgulamamız gerekiyor. Bakın o kadar ilginç şeylerle karşılaşıyoruz ki. Darbe yönetimi HSYK’ya el attığında adalet bakanlığı müsteşarıyla birlikte personel genel müdürünü de HSYK’ya soktu. Fakat anayasa yazılırken ikinci bürokrata ne gerek var dediler. Darbeciler bile ikinci bürokrata hayır dediler ve anayasadan çıkardılar. HSYK yasası ona göre düzenlendi. Tek bürokrat kaldı. 2010’da yapılan değişiklikle adalet bakanlığı bütün bürokratlarını seçim adı altında HSYK’ya taşıdı. 2014’te YSK’ya yaptığımız itirazların anayasaya aykırı biçimde reddi üzerine yine 6 bürokrat HSYK’ya aday olmuş durumda. HSYK yürütmenin orada kendisini temsili için mi var yoksa daha bağımsız bir yargı için mi var? Kendisini ilerletemeyen bir HSYK ile karşı karşıyayız.
Güven meselesini sormuştum…
Yargıç ve savcının yargıç etiğini, davranış kurallarını öne çekmesi lazım. HSYK’ya karşı da bağımsız olacak. Hiç kimseyle hiyerarşik bir ilişki içinde bulunmayacak. Adalet bakanlığı sınav yapıyor, mülakata girenlerin bile yanıtını bilmedikleri sorular soruyor. Mülakata giren ve kazanan kişiler varlığını bile onlara borçlu oluyor. Yargıç ve savcı ne HSYK’dan ne adalet bakanlığından soyutlayamıyor kendini. Yargıç ve savcı hakkını arayamıyor. Hukuk adına bir duruş göstermesi gerektiğinde, mesleki geleceği yok edildiğinde gidecek bir merci yok. Hak adalet dağıtan kişiler kendi mesleki yaşamlarında hak ve adaleti yaşamamış, bu alan kendilerine yasaklanmış kişiler. Bunu da göze alıp gerekirse meslekten de ayrılıyorum diyen de var, o irade karşısında amaçladığı tavrı gösteremeyenler de var. Yargıç ve savcıdan bu aşamada adalet beklenmesin. Yapının değişmesi lazım. HSYK ve Adalet Bakanlığındaki etki ve güç neyse yargıç ve savcı ona göre pozisyon alıyor. Böyle olunca vatandaş adaleti ancak bakanlıktaki duruma göre bulabiliyor. Biz bu yapıyı reddediyoruz. HSYK ve Adalet Bakanlığı karşısında yargıç ve savcıların böyle hiyerarşik görünüm içinde olmaması gerektiğini söylüyoruz. Bu kaldırıldığında vatandaşın güven sorununun da ortadan kalkacağına inanıyoruz.
Yeniden seçimlere dönmek istiyorum. Son bir aydır seçimlere ilişkin tartışmalarda hep hükümet ve cemaat kavgasından bahsedildi. Bir kurumun ele geçirilmesinden ya da elde tutulmasından bahsedildi. Başka bir tartışma yok. Hükümetin ilgilendiği şey bu. Cemaatin durumu da benzer. Gerçekten yargıç ve savcılar bunlardan mı ibaret? Özellikle Yargıçlar Sendikası ve YARSAV’la ilgili değerlendirmeler bile daha çok bir gruba destek vermesi üzerinden tartışılıyor…
Türkiye’de yargı dünyada en kötü durumda olan yargı. Yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti örgütlenmeden olmuyor. 2006’da ilk kez yargıda örgütlenmeyi YARSAV adı altında ortaya çıkardık. Bugün kendi aralarında kavga yapanlar elbirliğiyle örgütlü mücadeleyi temsilen bana ve örgütümüze yönelik yapmadıklarını bırakmadılar. Adeta bir linç kampanyası sürdürdüler. 12 Eylül hukukunun devamını amaçlıyorlardı. Bugün bir kapışmadan bahsediliyor ama kimse gelin 12 eylül yapılanmasını ortadan kaldıralım, demiyor. Yargıyı bir güç kavgası, etki altına alacakları bir alan olarak görüyorlar. 12 Eylül sonrasında, yargıç savcı alımları siyasi iradenin isteğine göre belirleniyordu. Kimin yargıç savcı olacağına özde emniyet karar veriyordu. Arşiv araştırmaları yapıyordu. O arşiv araştırmaları da çok ezbere, siyasi iktidarın istediği şekilde yazılıyordu. Bunların belgeleri çok açık şekilde elimizde olduğu için çok açık konuşuyorum. Gelin bu yapıyı değiştirelim diYen bir iktidar yok.
Şu an 13 bir civarında yargıç ve savcı var. İktidarın kendi döneminde aldığı yargıç savcı sayısı ise 7-8 bin. Bunların ne kadarını kendi anlaYışına göre aldı, ne kadarı aradan sıyrıldı bilinmiyor ama iktidar etkisinin öne çıktığı ortada. Bunları ortaya koyduğumuzda, açtığımız davalarda bu mülakatlara kameralar konulsun diye Danıştay kararları ortaya çıktığında, bugünün cumhurbaşkanı meydanlara çıkıp, “bizden önce kamera mı var, bize niye kamera koyduruyorlar. Anayasa değişikliğine evet deyin, bu kamera şakalarını çöpe atalım” diye o kadrolaşma iradesini çok net ortaya koydu. Biz bu mücadeleyi sürdürürken yeterli desteği bulamadık. Buna rağmen o kadrolaşma yargı içerisine taşıdı. Ama yargı demek iktidar ve cemaat demek değil. Yeni HSYK üzerinde aynı işbirliği devam etti. Daha sonra kendi aralarında kavga başladı, ama bu kavga önde kimin olacağına ilişkin bir kavgaydı. Hukukla, yargıç kimliğiyle ilgili değildi. İktidar diyor ki bırakın ben kazanayım, ben kazanınca cemaati yargıdan temizleyeceğim. İktidarın şunu dememesi lazım. Cemaatin suç boyutundaki eylemlerini savcılar alır soruşturur, ortaya çıkarır, HSYK’nın önüne koyar, HSYK da gereğini yapar. Sanki iktidar savcıya emir verir gibi ben yapacağım diyor. Her şeye muktedir bir iktidar. Burada bir algı operasyonu var. Dediğim gibi birinin diğerini temizlemesi söz konusu değil. Yargıda hükümetin, cemaatin etkisi gibi bir şey olmaması gerekir. Önemli olan yargıç kimliği. Bu korunuyor mu evrensel hukukta buna bakılır. Adalet bakanlığının ağzından yargıç kimliği çıkıyor mu? Cemaat de aynı.
Bu seçimde yargıda örgütlenme olmasaydı, HSYK için hükümet mi cemaat mi sorusu sorulacak, hukuk mu sorusu hiç sorulmayacaktı. HSYK’yı hükümetle cemaat arasında bırakmamak için bu örgütlenmeler önemlidir. YARSAV ve Yargıçlar Sendikası bunun için mücadele etmektedir.
Rüşvet iddiaları bile ayyuka çıktı? Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İş o noktaya geldi ki, 1155 lira maaş zammı veriyorum bana oy verin deniyor. Bu sosyal devletin dibe vurdurulup alın bir paket makarna bana oy verin anlayışının yansıması oldu. İktidar bunu anayasa mahkemesine de yaptı. Kapatma davası sonrasında anayasa mahkemesi üyelerine 2 bin lira, raportörlerine bin lira zam yaptı. Aynısını sadece bu seçimlerde oy kullanacak yargıç ve savcılara yapıyor. Bu yargıç ve savcılar emekli olduklarında bu zammı alamayacak. Aynı iş yükü altında boğuşan adliye personeli alamayacak. Bu, parayla satın alınan oy demek. Bu bir saygısızlık ve seçim rüşveti. Yargı elbette hakkını alacak ama böyle rüşvet görüntüsüyle olmamalı. İktidar ayrıca bu süreçte yargıç ve savcıların askerlikten muaf tutulacağına ilişkin vaatlerde bulundu, yargıç ve savcılara ucuz yoldan silah verme gibi bir öneri getirdi. Bu listeyi uzatabiliriz. Her şeyi seçim takviminde hatırladı. Tek amaç seçimleri kazanmak. Biz yargının iktidara karşı bağımsızlığını ifade ettik. Ama, Adalet Bakanı’nın yaptığı ziyaretlerde, başsavcılar bakan önünde önü ilikli duruyor. Bakan savcıların koltuğunda oturuyor. Bir araştırma yaptık. Adalet Bakanlığında 600 civarında yargıç savcı çalışıyor. Dünyada böyle bir uygulama yok. Bakanın emrinde çalışıyor. HSYK seçim sürecinin başladığı 26 Ağustos’ta Adalet Bakanı 600 yargıç savcının yurt çapında adliye ziyaretleri yapması için bir yazı hazırladı. Bizler kendi kaynaklarımızla dolaşırken o kişiler devlet bütçesinden harcırah alarak, geçici görev adı altında bir parti delegesi haline düşürüldü. Bu yargıç ve savcılar iktidar adaylarına oy istiyor.
YSK’ya yaptığınız başvurular nasıl sonuçlandı?
Bütün bu yaşananları belgeleriyle YSK’ya verdik. Ancak YSK, bunların bile serbest seçim ortamını ortadan kaldıracak somut evrak niteliğinde olmadığına karar verdi. Bu da yargı denetimi sorusunun bir başka boyutu.
YSK’ya yaptığımız bir başka başvuruda da aldığımız ret kararı bizim için sürpriz olmadı. 12 Eylül’le aynı ortamı yaşadığımızı bir kez daha gördük. 12 Eylül’de anayasa referandumunda beyaz zarflara mavi oy pusulaları konularak kimin ret oyu vereceği belli oluyordu. O tabloda yüzde 8 hayır çıktı. Düşünün Bayburt’ta HSYK seçimlerinde oy kullanacak 11 kişi var. Bu şekildeki illeri artırabiliriz. Herkesin birbirini tanıdığı bir ortam. Bu tabloda 2010’da sandıklardan iktidarın istediğine paralel oylar çıktı. Şimdi aynı tabloyla karşı karşıyayız. Aynı 12 Eylül’deki gibi gizli oy lafta kalacak. Daha fazla baskı görmemek için kendilerine dayatılan isimlere oy vermek zorunda kalacak. YSK da, sandıkların belirli seçim bölgelerine taşınıp ortak sayılması talebimizi reddetti.
‘ERDOĞAN KİMLERİ SEÇTİĞİNİ ÖZELLİKLE AÇIKLAMIYOR’
Bir de cumhurbaşkanının belirleyeceği 4 kurul üyesiyle ilgili sorunlar var. Seçim süreci sürüyor ancak cumhurbaşkanı henüz kendi kontenjanından belirleyeceği isimleri açıklamadı. Bu seçimleri etkiliyor mu?
Cumhurbaşkanı ısrarla 4 kişiyi seçmiyor. HSYK’ya 5 kaynaktan seçim yapılıyor. Yerel HSYK’nın etki altında kalmaması için bu seçimlerin aynı günde yapılması gerekiyordu. Çıkan sonuca göre diğer seçime ilişkin merak ve ilgiyle birlikte şaibe de artıyor. Cumhurbaşkanı bu seçim sonuçlarına bakmadan kendi seçimini açıklaması gerekiyor. Aksi halde seçim sonuçların göre belirli bir profilde belirli bir beklentiye hitap edenlerin seçileceği iddiası ortadan kalkmayacak. Ama cumhurbaşkanı bizim bu beklentilerimize kulak asmıyor.
Bunu ifade etti de sanırım…
O zaman cumhurbaşkanın aklında olan ne? Seçimden önce ortaya koysa nasıl bir HSYK arzuladığı ortaya çıkacak. Onu göstermemek için geciktiriliyor. En çok yargı bağımsızlığını gözetmesi gereken kişi, yargı bağımsızlığı üzerinde bir gölge olduğunu çok açık biçimde ortaya koyuyor. Bu da HSYK yönünden hoş olmayan bir görüntü.
Anlattıklarınızdan yargıda çok karanlık bir tablonun olduğu sonucu çıkıyor. Bu tabloyu değiştirmek üzere sizin yargıç ve savcılara bir çağrınız var mı?
Yargıç ve savcılar olarak şunun idrakindeyiz. Yargı bağımsızlığı hukuk devleti için olmazsa olmaz. Bunu sağlama noktasında siyasi irade engelleri kaldırmakla yükümlüdür. Siyasi partiler bir araya gelip yasama çalışmaları yapmakla yükümlüdür. Bizler de gerek örgütlenerek gerekse yargı bağımsızlığını için çok net olarak tavrımızı ortaya koyup, yargıç kimliğimizi öne çekmeliyiz. Ne hükümet ne cemaat dinlemeden oy kullanılması durumunda ortaya çıkacak HSYK gerçekten adalet için var olması gereken bir HSYK olacaktır. HSYK’yı kendi etkisi altına alarak geleceği kendilerin göre yapılandırmak isteyenler de hüsrana uğrayacaktır. Yargıç kimliğine sahip çıkarsak, yargı bağımsızlığını, yargı bağımsızlığı yoluyla hukuk devletini, hukuk devletini koruduğumuzda da burada korunacak olan demokrasi olacak daha çağdaş çoğulcu . Biz bu süreci yargıç kimliğine sahip çıkanlarla birlikte yürütüyoruz. Onun için yargıç ve savcılar tarihi bir günle karşı karşıyadır. Hukukun üstünlüğünü göstermeli, yargı bağımsızlığını koruyacak bir tavır geliştirmelidir. Bu çerçevede oraya çıkacak tablo aydınlık bir Türkiye anlamına gelecektir.