Taksim Gezi Parkındaki ağaçların kesilmesini ve yerine AVM yapılmasını engellemek amacıyla başlayan protestolar polisin sert müdahalesi sonucunda ülke tarihinin en önemli sivil eylemine dönüştü. Bundan sonrasında Türkiye’nin siyasi hayatını etkileyecek yeni bir toplumsallık yaratan bu eylemler “gezi öncesi” ve “gezi sonrası” şeklinde bir dönemlendirmeye bile varabilecek sonuçlar içeriyor. Bu eylemlerin neden ve sonuçlarını anlamak için yapılan analizler daha uzun süre devam edecek.
Türkiye’de iktidarlar geleneksel iktidar modelleri yerine yeni bir takım yönetim modelleri geliştirmek, muhalefetler ise yeni muhalefet yöntemleri bulmak zorunda kalacak. Türkiye tarihinde bugüne kadar gördüğümüz kitlesel eylemlerden farklı olarak bir toplumsal dönüşümün işaretlerini taşıyor olması etkisinin de daha uzunca bir süre devam edeceği ve zaman zaman farklı sorunlar etrafında bu tür eylemlerin tekrarlanacağı algısını oluşturuyor.
Türkiye’de AK Partiyle başlayan ve on yıldır devam eden bir değişim sürecinin gerçek sonuçlarıyla yüz yüze gelmeye başlıyoruz. Ancak gezi eylemlerinin gösterdiği yeni toplumsallık yalnızca Türkiye’nin Ak Partiyle başlayan değişim süreciyle açıklanamaz. Soğuk savaşın bitmesiyle bütün dünyayı saran küreselleşme dalgası ve bu dalgaya karşı toplumların gösterdiği farklı tepkiler de gençlerin oluşturduğu bu yeni toplumsallığı fazlasıyla etkiliyor.
Eylemlerle ilgili olarak söylenmesi gereken ilk nokta gezi direnişinin son yıllarda dünya genelinde sergilenen yeni tür bir eylemlilik biçimiyle benzerliğidir. İdeolojilerin sonu iddiası aslında yalnızca ideolojilerin sonunun geldiğini söylemiyordu. İnsanların ideolojilerden ilham alarak toplumsal adaletsizliklere ve çelişkilere dönük kitlesel tepkilerinin de sona ereceğini ima ediyordu. Aşırı bireyleşmiş insanlardan oluşan, örgütsüz ve ortak bir akıldan yoksun kitlelerin iktidarlara meydan okuma gücünü ve imkânını kaybedeceği düşünülüyordu. İnsanlar bir şekilde tepkisel eylemler yapsalar da ideolojik bir içerikten yoksun bu eylemler rahatlıkla etki altına alınabilir, önemli sonuçlar doğurmadan bitirilebilirdi.
Küreselleşme karşıtlarının D8 zirvelerinin ya da Dünya Ekonomik forumunun yapıldığı bazı şehirlerde gerçekleştirdiği eylemler kimi farklıklarıyla birlikte bu yeni eylemlilik biçiminin ilk örnekleri sayılabilir.
Fredric Jameson’a uyarak postmodernizmi geç kapitalizmin “yani neoliberal dönemin” kültürel mantığı olarak kabul edersek halkların bu kültürel mantığa uygun yeni bir eylemlilik biçimi ürettiğini de söyleyebiliriz. Çünkü bu yeni eylemlilik hemen her yönüyle postmodern özellikler gösteren bir karakter arz ediyor. Bir kere bu eylemler ortak bir ideolojiye dayanmayan, ortak bir iradesi olmayan, heterojen grupların ve onlarla birlikte hareket eden bireylerin oluşturduğu bir eylemlilik. Yani meydanları ortak bir amaçta birleşmiş, ortak bir hedefe kilitlenmiş homojen bir kitle değil; postmodern bir çoğulculuk dolduruyor.
Küreselleşme karşıtlarının eylemleri için daha homojen bir topluluk olduklarını söylemek mümkün. Anarşistler ya da yeni sol olarak adlandırılmış olan o eylemciler klasik sol eylemcilerden çok farklıydılar. Ancak, toplumsal eylemlerin homojen bir topluluk tarafın dan gerçekleştirilebileceğini düşünen klasik bakış açısı bu eylemcileri de öyle görmek istediği için onları ideolojik bir kalıpla tanımlamak zorunda kalmıştı.
Küreselleşme karşıtlarından sonra bu tür eylemlerin ilki “Arap Baharı” olarak adlandırılan süreci başlatan Tunus ve Mısır’da yaşandı. Tıpkı gezi eylemlerinde Taksim Gezi Parkındaki ağaçların kesilmesine karşı bir protesto olarak başlayıp; ancak bunu aşarak siyasi bir otoritarizme karşı bir harekete dönüşmesi gibi Tunus’ta da Mohamed Bouazizi’nin işsizlik nedeniyle kendini yakmasıyla başlayan eylemler Arap dünyasındaki sömürgecilik sonrası siyasi yapıları sarsan bir şekle büründü. Özellikle Mısır’da Tahrir Meydanını dolduran binlerce insan homojen bir kitle değildi. Farklı toplumsal kesimlerden gelen ve birbirini ötekileştirmeyen kitlelerdi.
Tahrir’den sonra bu yeni tür eylemlilik biçimi Küresel ekonomik krize karşı Avrupa’nın çeşitli kentlerinde ve ABD’de “Wall Street’i İşgal Et” eylemlerinde görüldü. Çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu, ortak bir sistematiğe dayalı olmayan, küreselleşmenin yol açtığı yoksullaşmayı ve gelir adaletsizliklerini eleştiren protestolardı.
Yeni tür eylemliliklerin postmodern dönemle uyuşan bir özelliği de yalnızca “söylem” düzeyinde kalmasıdır. Klasik toplumsal eylemler ortak bir ideolojiye ve ortak bir akla sahip olduğu için yıkmak istediği düzenin yerine inşa etmek istediği bir başka düzen vardır. Kendi ideolojisinin kurmak istediği dünyayı, yıkmaya çalıştığı sistemin yerine ikame etmeyi amaçlar. Yeni eylemlilikler ise somut bir alternatif dünya önermiyorlar. Yalnızca var olanı eleştiriyorlar. Bunun önemli bir nedeni yukarıda da söylendiği gibi ortak bir düşünceyi paylaşan homojen bir kitle olmaması o nedenle de ortak bir düzen tasavvurlarının bulunmamasıdır. Ancak bu açıklama yine de yeni eylemliliklerin söylem düzeyinde kalmasını tam olarak açıklamaz.
Mesele aslında postmodern düşüncenin de söylem düzeyinde kalan, eleştirdiği şeyin yerine başka bir şeyi inşa etmeyi istemeyen bir felsefe olmasında yatar. İnşa etmek moderniteye özgüdür. Postmodernite inşa etmeyi tek bir doğruyu dayatma olarak görür ve reddeder. Söylem düzeyinde kalması egemenlerin bu eylemleri yönlendirme ve etkisizleştirme imkânını da zayıflatmaktadır. Ortak bir ideolojiye kendi içinde bir hiyerarşiye ve bir liderliğe dayanmıyor oluşu bu eylemleri yönlendirmenin kolay olacağını düşündürse de inşa etmeyi amaçladığı bir düzenin var olmaması eylemlerin farklı yönlere kanalize edilmesini engellemektedir. Bu durum egemenler açısından son derece tehlikelidir.
Yeni eylemlilikleri bu yönüyle tarihte Roma ve Çin İmparatorlukları gibi büyük devletleri dağılmasına neden olan barbar istilalarına benzetmek mümkündür. Farklı kabilelerin gevşek bir örgütlenmesine dayalı göçebeler de yalnızca yıkmayı amaçlayan, fakat yıktığının yerine başka bir şey inşa etmeyen topluluklardı ve büyük imparatorluklar bunlara dayanamadılar. Bu noktada Tunus ve Mısır’da Batı’nın istediği yönetimlerin işbaşına geldiği dolayısıyla eylemlerin Batılılar tarafından yönlendirildiği iddia edilebilir. Ancak Tunus ve Mısır’da eylemler iktidarları pamuk ipliğine bağlı diktatörleri yıktı. Daha sonra iktidara gelen yönetimler eylemlerin yönlendirilmesiyle değil, eylemlerden sonra siyasi yollarla gerçekleşti. Ancak Avrupa, ABD ve Türkiye’de iktidarların güçlü ve siyaseten meşru olması eylemlere iktidarları devirme imkânı vermedi.
Yeni tür eylemliliklerin üçüncü bir özelliği de tek aşamalı olmasıdır. Klasik toplumsal eylemler birden fazla aşamadan oluşur. Örgütlenme aşaması, hazırlık aşaması, eylem aşaması ve eylemin büyüklüğüne ve sonucuna göre eylem sonrası aşamalar… Oysa bu yeni eylemler yalnızca eylem aşamasından oluşmaktadır ve bu yönüyle tek aşamalı eylem olarak da adlandırılabilir. Spontane geliştiği için bir hazırlık aşaması ve eleştirdiği düzenin yerine yeni bir düzen önermediği için eylem sonrası aşamalara sahip değildir. Ortak bir ideolojiye sahip homojen bir kitle olmadığı için klasik anlamda bir örgütlenme aşaması da içermez. Ancak sosyal medya üzerinden yapılan son derece gevşek bir hazırlık ve örgütlenme aşamasına da sahiptir.
Yeni eylemlerde hazırlık, örgütlenme ve eylem aşamalarının eş zamanlı olarak gerçekleştiği söylenebilir. Klasik eylemlerdeki farklı aşamaların aynı anda gerçekleştiği senkronik eylemler olarak değerlendirilebilir. Yeni tür eylemliliklerin bu özelliği de aslında postmodern dönemle uyumludur. Modernitenin ardışık ve çizgisel zamansallığı yerine postmodern zaman algısına uygun bir biçimde durumların ve aşamaların iç içe geçtiği, birbirine karıştığı, farklı gerçekliklerin aynı anda gerçekleştiği döngüsel ve çevrimsel bir zamansallık yeni eylemlerin bir özelliği durumundadır.
Görüleceği üzere yeni tarz eylemler tek bir soruna karşı bir protesto hareketi olarak da doğmuyor. Belli bir sorunun bir kıvılcım biçiminde çakması birikmiş öfke, memnuniyetsizlik ve sorunlara karşı ortak bir eyleme dönüşüyor.
Eylemlere katılan her birey kendince sorun olarak gördüğü konuları eylemin içinde bir protestoya dönüştürüyor ve tıpkı kitlenin kendisi gibi mesaj da heterojen bir hal alıyor. Ancak yine de ortak sorunlardan söz edeceksek elbette ki temelde küreselleşmenin ortaya çıkardığı yoksulluk, işsizlik ve iktidarların otoriter yönetimlerine karşı itiraz var.
Gezi eylemlerinde olduğu gibi belli bir ideolojiye bağlı örgütlü gruplar da –özellikle sol örgütler- kendilerini bu heterojen yapı içinde ifade ediyorlar. Postmodern bireycilik içinde geniş kitlelere ulaşma şansını kaybeden sol gruplar artık bu yeni eylemlilikler içinde kendilerine varlık bulabilecek ve bu postmodern çoğulluğun bir parçası haline gelecekmiş gibi görünüyor.
Gezi eylemleri de her ne kadar Gezi parkındaki ağaçların kesilerek yerine bir AVM yapılmasını engellemek amacıyla başladıysa da onu aşan bir niteliğe büründü. Olayları bu kadar büyüten ve ülkenin pek çok şehrine yayılmasına neden olan sorunu anlamak için Ak Parti iktidarının son on yıllık politikalarına bakmak gerekir.
2002’den bu yana Türkiye ekonomide neoliberal bir dönüşüm yaşıyor. Devlet hızla küçülürken iktisadi alanı yöneten, yönlendiren ve düzenleyen bir otorite olmaktan çıkıyor. Ekonomi “piyasanın kendi kuralları” tarafından düzenleniyor. Ekonomik hayat üzerindeki otorite tamamen ortadan kalkmış durumda.
Bir ülkede iktidar ekonomik, toplumsal ve siyasi hayatı farklı yöntem ve mantıkla yönetemez. Bu üç alan birbiriyle sıkı bir ilişki içindedir. Daha doğru bir ifadeyle ekonomi ile toplum ve siyaset arasında ayrılmaz bir bağ vardır.
Bir ülkede üretim tüketim ilişkilerinin değişmesi aynı zamanda ahlaki düzenin de değişimini beraberinde getirir. Üretim tüketim ilişkilerinin mahiyeti devletle toplum arasındaki dengeyi de sağlar.
Türkiye’de tek parti dönemini düşündüğümüzde tamamen devletin kontrolünde korporatist bir ekonomi vardı. Buna bağlı olarak devlet hem siyaset hem de toplum üzerinde kesin bir otorite durumundaydı.Ekonominin kontrolünü elinde tutan devlet siyasetin ve toplumun kontrolünü de elinde tutuyordu.
Çok partili hayata geçilmesinin ardından ülke karma ekonomiye geçti. Ekonomik hayat devlet ve özel sektörün birlikte var olduğu bir alan haline geldi. Bununla birlikte sivil siyasetin güçlendiği, siyasal alanda halkın da söz sahibi olduğu, toplumun devlet otoritesini gerilettiği bir sürece geçildi. Ancak devlet ekonomiden tamamen çekilmediği için toplum ve siyaset üzerindeki egemenliğini de tamamen terk etmedi. Çok partili hayata ve sivil özgürlüklere rağmen darbeler ve kendi yaptığı anayasalar yoluyla hala siyaseti ve toplumu kontrol eden güç olma durumunu sürdürdü. Toplum da devletin bu rolüne ses çıkarmadı.
Ak Parti dönemi Türkiye’de devletin ekonomik alandan çekildiği bir dönemdir. Devletin ekonomi üzerindeki otoritesini terk ettiği bir durumda siyaset ve toplum üzerindeki otoritesini de terk etmek durumundadır.
Ak Parti iktidarın ilk altı yedi yılında askeri vesayeti gerileterek, devlet içindeki illegal yapıları tasfiye ederek, darbecileri yargılayarak; kısacası devletin toplum üzerinde otorite kurma araçlarını zayıflatarak ekonomik mantığına uygun bir siyaset takip etti. Ancak devlete hâkim olduktan sonra kendisi otoriter bir anlayışa dönüşerek ekonomik hayatla siyasal ve toplumsal hayat arasında bir çelişki yarattı.
İktisadi alanda devletin kontrolünü ortadan kaldırırken, siyasal ve toplumsal hayatı kontrol altına almaya çalıştı. Bu çelişkinin bir yerde patlak vermemesi zaten mümkün değildi. Gezi parkındaki ağaçların kesilmesi bu çelişkinin ortaya çıkmasına vesile oldu. İktidarın devletle toplum arasındaki dengeyi bozması ve bunun farkına bir türlü varamaması toplumun yeni tarz eylemlilik biçimiyle bu duruma isyan etmesi sonucunu doğurdu.
Türkiye’de iktidar partisinden kaynaklanan memnuniyetsizliğin temel nedeni Ak Parti iktidarının ekonomik alanla siyaset ve toplumu farklı bir mantıkla yönetme ve bu nedenle de toplumla devlet arasındaki dengeyi bozmasıdır.
Gezi eylemlerinin ana gövdesini Ak Parti iktidarı döneminde liselerde ve üniversitelerde okumuş ya da halen okumakta olan gençler oluşturuyor. Yani hükümetin ülkede üretim tüketim ilişkilerini değiştirmesi sonucu oluşan yeni ahlaki düzenin en güçlü taşıyıcısı durumundaki yeni bir jenerasyon.
Darbeler ve vesayet dönemini bilmeyen aynı zamanda Ak Parti’nin eğitim sisteminde uyguladığı neoliberal eğitim modelleriyle yetişmiş gençler. Dolayısıyla ekonomiyle toplum arasında oluşan çelişkiyi en dolaysız biçimde fark eden bir kitle…
Görünen o ki bu yeni jenerasyon Kemalizm’i aşıyor. Kendi laik ve seküler dünya görüşlerini Kemalizm’den bağımsız bir biçimde yeniden oluşturuyor. Türkiye tarihi boyunca adeta Kemalizm’le iç içe geçmiş olan laiklik belli bir ideolojiye bağımlı olmaksızın bir yaşam tarzı vurgusuyla yeniden oluşuyor. Bu gençlerin ellerinde Atatürk resimli bayrakların bulunması çok da bir anlam taşımıyor. Onlar için Atatürk yalnızca tarihsel bir kahramanlık figürden ibaret. Onun ötesinde Kemalizm tarzı bir ideolojik anlam içermemeye başlamış durumda.
Ak Parti iktidarı ne kendi yarattığı toplumsal çelişkiyi ne de gezi eylemlerinin mantığını anlayamadı. Anlayamadığı için de olayı komplo teorileriyle açıklamaya kalkıştı.
Eylemlerin Ak Parti’ye karşı oluşmuş memnuniyetsizliğin bir sonuncu olduğunu görmek istemeyen parti tabanı da bu komplo teorilerine dört elle sarıldı.Türkiye’de devlet mantığı böyle işler. Ülkede hiç kimse iktidardan ya da yönetimden memnuniyetsizlik duymaz. Herkes halinden memnundur. Eğer ortada bir memnuniyetsizlik ve bunun dışavurumu varsa mutlaka orada Türkiye’ye karşı bir oyun, bir tuzak var demektir. Ak Parti’nin bu devlet aklını devralmış olması, ulusalcıların kendisi için ileri sürdüğü komploları eylemciler için kullanması ve adeta kendi cumhuriyet mitinglerini düzenler hale gelmesi iktidar ilişkilerini anlamak bakımından önemli veriler sunuyor. Ancak kendi tabanı dışında bu komplolara inananın olmadığı da ortada…
Bir kere iktidara geldiği günden bu yana küresel sermaye ile son derece uyumlu çalışan hatta onun desteği ile iktidarını sürdüren bir partiyi sermaye çevrelerinin iktidardan indirmek istemesini anlamak mümkün değil. Ülke kaynaklarının önemli bölümünü ele geçirmiş ve her yıl Türkiye’de milyarlarca dolar kâr eden küresel sermeye neden bu imkânı kendisine sağlamış olan partiyi ve liderini iktidardan etmek istesin. Kaldı ki bu tür komplolar militarizmin ülkeye hâkim olduğu vesayet dönemlerinde inandırıcı olmaktaydı. Her türlü toplumsal tepki hemen bir milli güvenlik söylemi üzerinden itibarsızlaştırılır, bir ihanet durumunun varlığından söz edilir ve halk buna inandırılırdı. Oysa vesayet sonrası dönem artık bu tür operasyonları imkânsızlaştırıyor.
Komploların geçersizliğinin en önemli göstergesi ise yeni tür eylemliliklerin komplo teorileriyle açıklanamayacak kadar farklı bir karakter taşımasından kaynaklanıyor. Klasik toplumsal eylemler için geçerli bir itibarsızlaştırma aracı olabilen komplo teorileri yeni tür eylemleri etkisizleştirmek için hiç da işlevsel değil.
Gezi olayları gösterdi ki Türkiye’de yeni bir toplumsallık oluşuyor. Bu klasik sağ-sol ayrımlarının ve klasik iktidar ilişkilerinin dışında çok farklı özellikler taşıyor.
CHP ve Kemalizm çizgisinin dışında laikliği bir ideoloji olarak değil bir yaşam tarzı olarak gören ve yaşayan genç bir kesim yeni bir toplumsal dinamik oluşturuyor. Ak Parti askeri vesayet sonrası dönemin artık tek aktörü olamayacağı gibi bu yeni toplumsallığı siyasallaştırabilecek bir parti olarak da gözükmüyor. Bu toplumsallık kendi siyasi partisini da yakın bir gelecekte kurabilir ve son on yıldır şikâyet edilen muhalefetsizlik sorununu bile ortadan kaldırabilir. Ak Parti’nin 2023’ü görme ihtimalini azaltabilir.
Hükümetin Gezi olayları sonrası uygulamaya çalıştığı gerilim siyasetinin önümüzdeki yıl yapılacak seçimlerde siyasi getirileri olsa da sonrasında çok şey kaybettirebilir.
Olayların hükümete karşı bir komplo olduğu düşüncesi her ne kadar muhafazakâr kesimde safları sıklaştırmışsa da aslında muhafazakâr tabanın kendi çocukları da anne babaları gibi bir muhafazakâr değil. Aslında muhafazakâr kesimin gençleri de yeni toplumsallığın dışında değiller.
90’lı yılların İslamcı gençlerinden farklı bir şekilde laiklikle bir problemi olmayan bu gençlerin birileriyle laiklik üzerinden laiklik üzerinden ideolojik kavgalar yapmaya niyetli görünmüyorlar. Böyle niyetleri olsa bile yeni toplumsallık içerisinde karşılarında bu kavgayı yapabilecekleri kesimler bulamayacaklar.
Türkiye’yi hareketli bir gelecek bekliyor.
UFUK AKTAŞLI / PlatformHaber