Felsefe insan aklının sınırlarını sonuna kadar zorlayan cesur bir maceraperesttir. Bu yolculuk yorucudur, engebelidir ve zorlayıcıdır. Bu yüzden de yeterli sabrı ve çabayı gösterenleri bekleyen de büyük bir hazinedir. Bu hazineye siz ister felsefe taşı deyin, isterseniz de bilgelik…
Felsefe taşı aydınlanmanın, insanın içinde saklı olan akıl ve bilgeliğin sembolüdür. Simyacıların en büyük amacı da felsefe taşını (bilgelik taşını) bulmaktır.
Simyada “felsefe taşı”, dokunduğu her nesneyi altına dönüştüreceğine inanılan taştır. Bu taşı elde edebilmek için birçok formül ve deneme yapılmıştır. Simyacıların maddeyi altına çevirmek ve ölümsüzlüğü bulmak olan iki büyük hedefinin anahtarı olarak tasvir edilmiştir.
Simya (alşimi), Prima Materia denen değersiz ilk hammaddeden, Nigredo, Albedo, Rubedo denen basamaklarla “Büyük İş”i elde etmeyi hedefler. Kimilerine göre büyük iş altın, kimilerine göre ise altını da elde etmeye yarayan “felsefe taşı”dır. Bu işlemler sırasında cıva doğrudan altın olmaz. Elementler sırasıyla kurşun, kalay, demir, bakır, cıva, gümüş, altın gelişimini izlerler. Bu sırada renkten renge dönüşürler. Macentadan (mor-kırmızı) violet-mora kadar farklı tayflarda renkler ortaya çıkar, hatta bu durum bir tavus kuşunun kuyruğu ile simgelenir. Bu işlemler de yedi basamakta tamamlanır. En sonunda ise “Rebis” de denilen nihai ürün ortaya çıkar, bu ürün Lapis (Taş) olarak bilinir.
Alşimistlere göre buradaki gizemli taş, doğanın gizemi ya da tözü ile özdeştir. Bu da simyada V.I.T.R.I.O.L. ile ifade edilmektedir. V.I.T.R.I.O.L., Latince olarak “Visita Interiore Terrae, Rectificando Invenies Occultum Lapidem” yani “Yerin içini ziyaret et, orada düzeltilecek (arındırılacak) olan gizemli taşı bulacaksın” deyişinin kısaltmasıdır.
V.I.T.R.I.O.L. söylencesinin temel felsefesine göre kişi ateşte arınmadan, yeraltına inmeden, gerçek acıyı tatmadan ve nihayetinde öze dönüşmeden aydınlanamaz.
Buna erişebilmek için yer kürenin içine inmek ve oradaki ateşe ulaşmak yani âdeta olanaksız gibi görülen çok zor bir işi başarabilmek gereklidir. Gerçeklere ulaşmak isteyen bir alşimist, kendini böyle zorlu deneyim ve girişimlere alıştırmalıdır.
Gerek simyada gerekse ezoterik sistemlerde felsefe taşı bir semboldür. Burada aranan taş, gerçek bir taş değildir. Ezoterizmde felsefe taşı insanın içinde saklı olan akıl ve bilgelik taşıdır. Felsefe taşına ulaşmanın yolu onu aramaktan geçmektedir. Arayış ve yol, taşın ya da hazinenin kendisinden çok daha önemlidir. Hedef yolda olmaktır.
Yolculuklar ve Yeraltına İniş
Şamanizm: Şaman geleneğinde Gök katlarını aşması gereken bir şamanın önce yeraltı denilen âleme inmesi gerekir. Çünkü kimse yeraltına inmeden göğe çıkamaz. Şamanist inisiyasyonlarında sırra erme denilen “inisiyatik ölüm” deneyimi, yeraltı denilen öte-âlemde veya spiritüel gök katlarında gerçekleştirilir. İnisiyasyonlardaki cehenneme iniş ya da ikinci doğuş denilen bu olgular Şamanizmde şaman adayının vücudunun sembolik olarak parçalanması suretiyle organlarına ayrılması ve sonra bu parçaların birleştirilmesi veya etlerinden sıyrılmış kemiklerinin etlenmesiyle vücuduna yeniden kavuşması olarak simgelenir (ki benzer bir mit Mısır’ın İsis-Osiris inancında da yer bulur).
Gılgamış Destanı: “Gılgamış” sırları bilen, gizli yerleri gören bilge kişi anlamına gelir. Ölümsüzlüğü arayan Gılgamış Destanı’nda Gılgamış, çıktığı yolculukların sonunda Utanipiştim’i bulur. Sümer tabletlerinde Utanipiştim “büyük bilge; insanlığın yıkımına, yeryüzünden silinişine tanık olmuş insan; ebedi ve ölümsüz yaşamın cisimleşmiş hali” olarak tasvir edilir (Utanipiştim büyük tufandan sağ kurtulan Nuh’tur). Utanipiştim, Gılgamış’ı ruhsal, yani pratik olgunluk için yeraltı ülkesine/ölüm ülkesine yolculuk yapmaya teşvik eder.
Odysseia: Odysseia, Homeros’un derlediği ünlü destanlarından biridir. Diğeri de İlyada’dır. Modern Batı kültürünü oluşturan temellerden biridir. Destan daha çok Yunan kahramanı Odysseus’u ve onun Truva’nın düşmesinden sonra evine yaptığı dönüş yolculuğunu konu edinmiştir. On sene süren Truva Savaşı’ndan sonra Odysseus’un evinin bulunduğu İthake’ye dönmesi bir on sene daha alır. Zorlu bir yolculuk süresince sayısız olayla mücadele eden Odysseus bu yolculuklarda yeraltı dünyasına yani Hades’in yanına da iner.
İlahi Komedya: İlahi Komedya’da Dante, ölüm sonrası sırasıyla Cehennem, Araf ve Cennet’te geçen seyahati, hikâyenin kahramanı da olan kendisinin ağzından anlatır. Dante de cennete kavuşabilmek için önce cehennemi ziyaret eder.
Birçok ezoterik öğretide, destanda veya mitte söz konusu olan bu yolculuklar sonucu kişinin ölümle yüzleşmesi sonrasında arınması ve aydınlanmaya kavuşması söz konusudur. Diğer bir deyişle aslında her biri içsel yolculuğu simgeler. Destanlarda veya mitlerde bu daha çok alegori şeklinde karşımıza çıkar. Ezoterik öğretilerde ise sembollerle veya simgesel uygulamalarla karşılaşırız. Kimisinde bu ateşle olan sınavdır, kimisinde ise ölümle özdeşleşen toprakla…
Felsefe ve Bilgelik
Tüm bu yolculuklardan sonra felsefeye baktığımızda bu yolculukların, sembollerin yerini sorgulama ve mantık yürütmenin aldığını görürüz. Doğa felsefesinden yola çıkan ilk çağ filozoflarından sonra insanı merkeze alan, ardından ahlak ve dinle örülen felsefe, Rönesans ile birlikte aklı merkeze alır hale gelmiştir. Fakat sanayi devriminin yüzünü göstermesiyle birlikte Pozitivizm, İdealizm gibi düşünce sistemleri akıl çağını överken, bir yandan da akıl çağına savaş açan Nihilizm veya Varoluşçuluk gibi karşıt taraflar da gelişmiştir.
Nihilizm denilince akla ilk gelen isimlerden biri kuşkusuz Nietzsche’dir ve Nietzsche çağdaşlarından pek haz etmeyen birisidir. O her fırsatta en iyi filozofların ilk çağ filozofları olduğunu söylemekten geri durmamış ve hatta felsefenin köklerinin Uzak Doğu’ya dayandığını ifade etmiştir. Döneminin felsefesini de filozoflarını da yozlaşmış olarak nitelenmiştir ki ona göre yozlaşma insanoğlunun aynı zamanda kaçınılmaz sonudur. Akla fazla inanan ve aklı öven çağdaşlarının tutumunu doğru bulmadığı gibi onları sıklıkla eleştirmiştir. Salt aklın hayatı anlamaya yetmeyeceğini ve bizim sınırlı algılarımızın var olan gerçekliği hiçbir zaman tam olarak kavrayamacağını, bu nedenle de var olanla yetinmenin en iyisi olacağını savunmuştur. Bunca sonsuzluğun içerisinde sınırsız bilinmezliğin kol gezdiği evrende insanın bir şeylere körü körüne inanmasının saçmalıktan ibaret olduğunu, sonuçta bu uğurdaki tüm çabaların da anlamsız olduğunu öne sürmüştür.
Albert Camus ise hayatın saçmalıklar silsilesi olduğu üzerine birçok düşünce ortaya koymuştur. Her şeyin gelip geçiciliğine ve insanın anlam arayışının boşluğuna işaret etmiştir. Bunun temelinde yatan ise ne olursa olsun insan aklının sınırları ve elbette insanın, duyularının yetisi kadar algılama kapasitesine sahip olmasındandır.
Bir yandan Descartes, Kant gibi aklın gücünü savunanlar, bir yandan da her şeyin anlamsız olduğunu savunanlar olduğunu gördüğümüz bu dönem gerek akımlara gerekse birçok sanat eserinin de doğmasına neden olmuştur. Bunun en güzel örneğini edebiyatta karşımıza koyan eserlerden biri de şüphesiz Robert Musil’in yazdığı Niteliksiz Adam’dır.
Benzer şekilde psikolojide çığır açan Freud da birçok insanı etkimiş ve hatta Sürrealizm gibi akımların doğmasına neden olmuştur. Döneminde olduğu gibi sonrasında da Nietzsche, Camus, Freud, Heidegger gibi düşünürleri şarlatanlıkla niteleyenlerin sayısı da elbette çoktur.
Örneğin; Orhan Hançerlioğlu’nun Düşünceler Tarihi isimi kitabını okuduğumuzda Nietszche, Camus, Heideger’den tutun Freud’a kadar birçok düşünür bu şarlatanlar arasında gelmektedir. Max ve Hegel ise doğru düşünme konusunda daha önemli bir yer teşkil etmektedir.
Elimize felsefe tarihi ile ilgili kapsamlı bir kitap alıp okumaya başladığımızda öncelikle Tales, Herakleitos, Pythagoras, Demokritos gibi filozofların düşünceleriyle doğa felsefesi ile tanışır, Sofistler, Sokrates, Kynikler, Platon, Aristoteles gibi insan felsefesini temel olan filozofları okur ve ilk çağ filozoflarının düşüncelerine hayran kalabiliriz. Önce Thales’e inanıp, ardından Pythagoras’ın düşüncelerini daha çok benimseyebiliriz. Fakat Sofistlerin şüpheciliği de bizi kendisine çeker, Sokrates’in bilgeliği, Platon’un ilginç yerlere dayanan savlarıyla birlikte Aristo’nun düşünceleri bizi biraz daha öteye taşıyabilir.
Ne var ki buraya kadar yeterince aklımız karışmamış gibi sonrasında Descartes, Hobbes, Spinoza, Leibniz ile düşünce tarihine nokta konulduğu yanılgısına varacağımız kadar etkileyici düşünürlerle tanışırız. Locke, Hume, Voltaire, Kant, Hegel, Schopenhauer, Nietzsche, Heidegerberg vb. ile de sonunda tüm okuduğumuz filozofların düşünce dünyasını keşfederken aynı zamanda felsefenin derin sorgulamaları arasında bir yolculuk yaptığımızı da fark edebiliriz.
Bilgelik içinse okumaktan, bilmekten, araştırmaktan, sorgulamaktan daha fazlasına ihtiyaç olduğu aşikardır. Çünkü Hermes öğretisinde bahsedilen yarı bilgeliğin aptallıkla eşdeğer olduğu bakış açısına benzer şekilde insanın kendisini tanımadan çıktığı her yolculuk sadece zaman kaybıdır.
Ne kadar bilgili veya akıllı olursak olalım ya da ne kadar çok okuyup çaba verirsek verelim, bilgelik insanın kendisini bilmekte saklıdır. İnsanın kendisini tanımasının zorluğu da evreni bilmek kadar sonsuz olmasından kaynaklanır.
Çünkü evren koca bir kaostur. Ve insanın kendisi de öyledir.
O yüzden de bilgelik dediğimiz şey sadece bir hedeftir. Önemli olan oraya varmak değil, o yolda yürüyebilme cesaretini gösterip emek harcayabilmektir.
Bilinmeyene ışık tutmak kaosu çözmez, karanlığı yok etmez ama en azından doğru yolda yürüdüğümüze emin olacağımız kadar yolumuzu aydınlatabilir. Üstelik bir maceraperest için bu yoldaki her keşif hazineye ulaşmaktan çok daha keyiflidir.