Acaba Müslüman ülkelerde demokrasinin olmasına din mi engel oluyor? İslam’la demokrasi bağdaşmaz mı bulunuyor? Müslüman ülkeler dediğimiz coğrafyalarda bir tane bile oturmuş demokrasi neden yok? Yani siyasal partileri, muhalefeti olan, partileri kapatılmayan, üç-beş yıl arayla farklı politikaları savunan partilerin iktidara gelip gittiği, bağımsız yargının, özgür medyanın olduğu bir İslam ülkesi neden yok? Acaba Müslüman ülkelerde demokrasinin kurulmasına din yani İslamiyet mi engel oluyor? İslam’ın teorik, felsefi, inançsal içeriğinde demokrasinin kurulmasına engel olan bir durum mu var? Eğer öyleyse demek ki İslamiyetle demokrasinin bağdaşması ve çağdaş dünyaya hitap etmesi söz konusu olamaz.
Aynı şekilde bunu biraz daha genişleterek soracak olursak; Acaba Avrupa’da demokrasinin kurulmasına Hıristiyanlık mı engel oluyordu? Avrupalılar Hıristiyanlığa karşı bir önlem mi aldılar? En azından şimdilik Müslüman ülkelerinden daha ileride bir demokrasi kurabildiler. Aynı şekilde Doğu Asya ülkelerinde demokrasinin kurulmasına Hinduizm, Budizm mi engel oluyor? Dinler demokrasinin kurulmasına engel mi oluyorlar? Özellikle Ortadoğu’da Müslüman ülkelerde İslamiyet bir din olarak demokrasinin kurmasına mani mi oluyor?
İlk bakışta bunu engel gibi gören akımlar ve fikirler olduğunu görüyoruz. Mesela bir grup diyor ki; ‘’Demokrasi şirktir yani Allah’a ortak koşmaktır. İslamiyette demokrasi diye bir şey söz konusu olamaz. Çünkü İslamiyette aslolan Allah’ın hakimiyetidir. Allah’ın kanunlarının hakim olmasıdır. Allah’ın kanunları hakim olsun mu, olmasın mı? diye halka soramayız. Eğer halk ‘Hayır Allah’ın kanunları hakim olmasın’ derse o zaman toptan Allah’a karşı şirk koşulmuş olur. İslam ilahî sistemdir. Oysa demokrasi beşerî bir sistem…” Bu argümanlar daha çok dinî çevrelerde görülür. Temelinden külliyen yanlıştır. Çünkü ne ilahî sistemin, ne Allah’ın hâkimiyetinin, ne demokrasinin ne olduğunun tam anlamıyla bilinmediğini, tanımlanamadığını görüyoruz.
Keza diğer tarafta da buna benzer görüşler var. Onlar da diyorlar ki; “Demokrasi, egemenliği göklerden yere indirmektir. Oysa dinlerde egemenlik göklerindir. Göklerde Tanrı ve yeryüzünde de bir temsilcisi vardır. Ve seçim olmaksızın o temsilci insanlara Tanrı adına hükmeder. Bunu yerde seçim yaparak belirlemek mümkün değildir. Demokrasilerde insanlar kimi seçeceklerini, hangi yasalara uyacaklarını kendileri belirler ve bu akla ve bilime göre sürekli değişebilir. Dinler buna göksel egemenlik inancından ve vahiyle gelen değişmez dogmalardan dolayı izin vermediği için, İslamiyet de bir din olduğuna göre bu ikisinin bağdaşması mümkün değildir…’’ Bu da köken itibariyle külliyen yanlış ve çarpıtmadır. Ne Tanrı egemenliğini, ne demokrasiyi ne de dinle olan ilişkisini doğru dürüst tanımlayamama söz konusudur. Bunları hepsini unutun, hepsi yanlıştır.
Peki nedir doğru olan? Allah’ın hakimiyeti demek insanlığın temel değerlerinin bir toplumda geçerli olması demektir. Allah dış dünyada görünür bir nesne olmadığı için Allah dediğimiz kavram, sosyal anlamda insanlığın tamamında tecelli eden şeydir. Çünkü İslam inancına göre Allah bütün insanları yaratmıştı, sadece Ortadoğu’daki insanları değil.
İnsanlığın temel değerleri nelerdir? Adalet, doğruluk, dürüstlük, hakkaniyet, kimseye zulüm etmemek, iyilik yapmak, öldürmemek, çalmamak, kimseye iftira atmamak, eğer yönetici ise rüşvet yememek, baskı uygulamamak, Allah’ın yarattıklarına; doğaya, ağaca, çiçeğe, böceğe, canlılara, hayvanlara, insanlara saygılı davranmaktır. Bunu yaptığınız zaman Allah’ın hakimiyeti sağlanmış oluyor. Allah’ın hükümleri bunlardır. Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyenler yani adaletle, doğrulukla, dürüstlükle, hakkaniyetle, iyilikle hükmetmeyenler, öldürmeyi, çalmayı, iftirayı, tacizi, tecavüzü, rüşveti yasaklamayanlar kafirlerin ta kendileridir. Yani gerçeğin üzerini örtenlerin ta kendileridir.
Peki Allah yeryüzünde hakimiyetini sağlamak için bir temsilci seçmiş midir? Yani Tanrının temsilcisi, yeryüzündeki gölgesi, oğlu, kızı, sülalesi, seçkin ailesi, soyu, hanedanı var mıdır? İslamiyette yoktur. Çünkü Kur’an der ki; ‘’Allah birdir, bütündür, doğmamıştır, doğurulmamıştır, hiçbir şey onun dengi ve benzeri değildir.’’ Dolayısıyla ilahî sistem- beşeri sistem diye bir şey de yoktur. Müslümanların kurduğu sistem de beşerî sistemdir. Ama Allah’tan, Kur’an’dan esinleniyor olabilirler. Diğer laiklerin, sekülerlerin kurduğu sistem de beşerî sistemdir. Onlar da vicdandan, adaletten, insanların tecrübesinden, temel değerlerinden esinleniyor olabilir. Ki esasında bu ikisi birbirinden çok da farklı şeyler değildir. Dolayısıyla Allah yeryüzüne inecek de, kendi elleriyle devletin başında bizatihi kendisi hükmedecek değildir. Bu sebeple Müslümanların kurduğu sistem de ilahî sistemi olamaz. Hepsi beşerî sistemdir. Beslenme ve esinlenme kaynakları farklı olabilir.
Bu durumda peki demokrasi nedir? Demokrasi halkın her açıdan yönetime dahil edilmesi, katılması demektir. Bir yerde halk ne kadar yasama, yürütme, yargı, denetim mekanizmalarına katılıyorsa yani kamusal alana iştirak ediyorsa orada o kadar fazla demokrasi vardır. Mesela halk ne kadar meclisler yoluyla yasama, hükümetler yoluyla yürütme, mahkemeler yoluyla yargı, siyasi partiler, medya, sivil toplum yoluyla eleştiri ve denetleme faaliyetlerine katılıyorsa orada o kadar fazla demokrasi vardır. Bunlara kısaca hür yasama, bağımsız yargı, seçilmiş hükümet, özgür muhalefet diyoruz. Halk seçilmiş vekiller yoluyla yasa çıkarır, seçilmiş siyasetçiler yoluyla yürütür, seçilmişlerin atadığı hakimler, savcılar yoluyla yargılar, medya yoluyla eleştirir, denetler, siyasi partiler ve sivil toplumla muhalefet eder. Temsili demokrasilerde bunlar temsilciler yoluyla olur. Doğrudan demokraside bunlar halkın doğrudan katılımı ile olur. Öz yönetimlerde ise bunlar bizati yerinden yönetim mekanizmalarıyla gerçekleşir. Bütün bunlar demokratik toplumun aşamalarıdır.
Peki İslamiyet bunların neyine engel oluyor olabilir? Müslüman ülkelerde İslam’dan kaynaklanan hangi sebeple bu anlattığım demokratik mekanizmalara din engel teşkil ediyor olabilir? Şöyle deniliyor; ‘’Kur’an-ı Kerim’de şeriat kuralları var. Hırsızlık yapanın elini kesin diyor. Mirası kadınlara 1, erkeklere 2 olacak şekilde bölüştürün diyor. Şahitliği 1 kadının karşısında 2 erkek olacak şekilde yapın. Erkekler 4 kadına kadar evlenebilir deniliyor. Herkes namaz kılacak, oruç tutacak, hacca gidecek, başını bağlayacak dışarı çıkarken örtünecek…” Bunların şeriat olduğu iddia ediliyor. Külliyen yanlış, bunların hiç birisi doğru değildir. Şeriat bunlar değildir, şeriat hukukun üstünlüğü demektir. Öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, iftira atmayacaksın, taciz tecavüz de bulunmayacaksın, rüşvet yemeyeceksin, komşuna kötü gözle bakmayacaksın, yalancı şahitlikle bulmayacaksın, faizle insanların sömürmeyeceksin, savaşta kaçmayacaksın. Anne babaya iyi davranacaksın… Bunlar şeriatın temel kurallarıdır. Buna benzer evrensel değerlerdir. Evrensel hukuk kriterleridir. Dünyanın her yerinde geçerli olan insanî temel hukuk kriterleridir şeriat.
Peki hırsızın elini kesmek, zina edeni taşlamak, ikiye bir miras, ikiye bir şahitlik, dört kadınla evlenmek bunlar ne oluyor? Bunlar tarihsel hükümlerdir, şeriat değildir. Bunlar Mekke ve Medine’de o anda cari olan bir takım Arap gelenekleridir. Bunlar Kur’an-ı Kerim’de yer alıyor evet ama bunları dönüştürmek için yer arıyor. Çok eşlilikten bahsediyor ama teke indirmek için. Kölelikten, cariyelikten bahsediyor ama kaldırmak için. Şahitlikten, mirastan bahsediyor ama dengeli ve adaletli bir dağıtım ve eşitlik sistemi kurmak için. Meselenin özü bunların adalet ve hakkaniyete uygun bir şekilde gerçekleşmesidir. O günkü çağda bunlarla oluyordu. Bugünkü çağda insanlık gelişmiş ve ilerlemiş olduğundan tarihsel hükümlere, teferruata dönmeye gerek yoktur. Artık kölelik kalkmıştır, cariyelik yoktur, insanlık tek eşliliği kabul görmüştür, kadın-erkek eşitliğine ulaşmıştır. Bu insanlığın İslamiyet doğduğundan beri geliştirdiği ortak bir birikimdir. Bu birikimden geriye dönemeyiz, bu birikimi esas almak da şeriata uygundur. Zaten bunlara ‘’Makasıdu Şeria’’ diyoruz yani şeriatın maksatları.
Şu halde Kur’an’ın Mekke ve Medine’de ne yaptığı değil; ne yapmaya çalıştığı bizim için önemlidir. Maksat ve amaç köleliği kaldırmak, efendiliğin, köleliğin olmadığı bir toplum kurmak, cariyeliğe son vermek, kadınlarla erkeklerin eşitliğini sağlamak, soydan gelen değil; şûraya, seçime dayalı, kabile şefliğine değil; insanların gönül rızasıyla, istekleriyle yönetici seçtikleri bir toplum kurmak… Kur’an’ın amacı kesinlikle bunlardır. Bunların olduğu apaçık ortadadır. O zaman maksatları esas aldığımız zaman amacımıza ulaşabiliriz.
Keza Kur’an’da demokrasinin temeli olacak 3 tane konu var. Biricisi, Kur’an Peygambere hitaben diyor ki; ‘’Biz seni insanlar üzerinde zorba yapmadık.’’ Zorbalık yasak yani faşizm yasak. İkincisi; ‘’Biz seni insanlar üzerinde bekçi yapmadık.’’ Vesayet yasak yani bir sistemin halk üzerinde bekçilik yapması, vesayet yapması, ahlak zabıtalığı yapması yasak. Üçüncüsü; ‘’Biz seni insanlar üzerinde vekil yapmadık’’ Vekalet de yasak. Yani içimizden biri çıkıp Peygamberin yerine Allah’ın vekili, gölgesi, halkın temsilcisi filan diyerek halkın üzerinde vekalet ve vesayette bulunamaz. Yani ben sizin temsilcinizim, sizin adınıza sizi koruyacağım, sizin üzerinizde vâsi olacağım diyemez. Demokrasilerde gerçek özgürlüğün, gerçek anlamda demokratik toplumun tarifi tam da budur.
Demokratik toplum nedir? Toplum üzerinde zorbalığın, bekçiliğin ve vekaletin olmamasıdır. Eğer sizin bir vekiliniz yoksa, temsilciniz yoksa, olaylara hadiselere direkt kendiniz katılıyorsanız, sizin üzerinizde bekçi yoksa, sizi bekleyen, koruyan, kollayan, şunu yapma, bunu yapma, sağa bakma, sola bakma şu haram, bu helal diyerekten yasak koyucu yoksa ve bir de sizin üzerinizde kendi fikirlerini dayatan, zorbalıkla bunu size yaptırmaya çalışan yoksa siz özgürsünüz. Özgürlük de tamı tamına budur ve Kur’an’da söylenen tam da bu. İnsanlar üzerinde zorbalık, vekillik, bekçilik olmayacak. Bunun sağlandığı düzene biz doğrudan demokrasi, yerinden yönetim diyoruz. Dolayısıyla İslamla demokrasinin bağdaşması pekala mümkündür. bunların hepsi yorum meselesidir. Doğru yorumlandığı, iyi anlaşıldığı takdirde İslam’ın demokratik toplumlara, demokratik toplumların da İslam’a büyük faydaları ve katkıları olacaktır. Bunları karşı karşıya getirmemek lazımdır.