Toplumsal ve siyasal muhalefet sorumluluğunu taşımadan Türkiye demokratikleşsin diye bekleyenlerin yeni umut kapısı Başbakan’ın bağırsakları. Şike yasasının Cumhurbaşkanı tarafından meclise iade edilmesi ile Başbakan’ın sağlık sorunları eş zamanlı seyredince medya ve siyaset dünyasının kimi aktörleri harekete geçtiler.
Kişisel olarak Erdoğan-Gül ikilisi son derece uyumlu çalışsalar bile Türkiye anayasal düzeni içinde Cumhurbaşkanlığının konumu tartışma gerektirir niteliktedir. Yürütme, yargı ve yasama organları üzerindeki gücü açısından Cumhurbaşkanlığını tartışmazsak, böylesi durumlar doğduğunda şaşkınlık refleksi içine gireriz. 12 Anayasasının bilinçli olarak, devleti temsil eden organ olarak Cumhurbaşkanlığını güçlendirmesi ve denge unsuru haline getirmesi ile yüzleşmek istemiyoruz. Daha önce Sezer-Ecevit, Özal-Demirel gerilimlerini bir tarafa bırakıp artık böyle şeylerin yaşanmayacağının güveni içinde davranıyoruz. 2007 yılında cumhurbaşkanlığı seçiminde 367 krizinin aşılması için yapılan yeni düzenleme sorunu daha da derinleştirmiştir.
O koltukta kim oturursa otursun, istediği kadar Başbakanlık makamında oturan kişi ile kader ortaklığı yapmış olsun bu durum yapısal sorunu ortadan kaldırmaya yetmez.
Şike yasasının içeriğinden kaynaklı gerilimi aşan bir tablo ile karşı karşıya bulunduğumuz çok açık. Sonuç itibarı ile kim geri adım atarsa atsın bu yapısal sorun devam edecek. Mevcut Cumhurbaşkanının görev süresinin belirsizliği bile tek başına bu gerilimi tetiklemeye yetecektir.
Türkiye son on yılın politikalarında ötelemeyi başardığı sorunlarla yüzleşme noktasına gelip dayandı. Bölgesel siyasal gelişmeler ve küresel ekonomik gelişmelerin içe yansıması bile başlı başına önemlidir. Suriye ve İran sorununun adım adım savaş ortamına çekilmesi yanında cari açık gibi temel ekonomik risk alanlarında denizin sonuna yaklaştığımız ortada.
Bunlara birde demokratik yeni anayasa ve Kürt sorununun barışçıl çözümü beklentisi eklendiğinde işler çok daha karmaşık ve kompleks hale gelmektedir. 2012 yılı ve sonrasına uzanabilecek gelişmeler ciddi bir dönüm noktasına getirebilir ülkeyi.
Böyle bir ortamda demokratik muhalefet görevini üstlenmesi gereken bir çok dinamik işin kolayına kaçmayı tercih ediyor. Özellikle medya ve siyaset üzerinden gelişmesi gereken muhalefet görevi yeterince yerine getirilemeyince demokratikleşme ve değişim beklentileri de kişilerin sağlığına yada başka özel durumlarına endeksleniyor.
Güçlü bir demokrasi hareketinin ancak iktidar partisi içinden doğabileceği varsayımı uzun süredir kimi çevrelerde dile getirilmektedir. Elbette bu söz konusu olabilir. Dengelerde değişme yeni kırılmaları beraberinde getirebilir. Ancak tüm bunların toplum yararına sonuç doğurabilmesi için çok daha ciddi ve kalıcı dinamiklere ihtiyaç olduğu göz ardı edilmemelidir. Toplumsal ihtiyaçlarla onun siyasal zeminde ifadesi arasında ciddi bir uçurum bulunmaktadır.
Bu mesafeyi en aza indirecek yapılanmalar doğmadıkça iktidar içi gerilimler tek başına sorun çözücü işlev görmez. Bunu göze alamayanlara da demokrasi umudunu Başbakan’ın bağırsaklarında aramaktan başka yol kalmaz. Bu kadar kişilere endeksli bir zeminin varlığı bile halkın geleceği açısından yeterince risk içermiyor mu sizce ?