“Sahici anlamda dava yeryüzünde son kız çocuğu toprağa gömülmekten kurtarılana, son aç doyuruluncaya, son mazlum zulümden kurtarılıncaya, işgal altındaki son ülke özgürlüğüne kavuşuncaya, Dicle ve Fırat Kenarında kaybolan son koyunun hesabı soruluncaya, son Ebu Leheb düzeni yıkılıncaya ve son Firavun’un cesedi mumyalanıncaya kadar sürecek bir mücadeledir…”
Rahmetli Aliya İzzet Begoviç’e göre din de devrim de acılar ve ıstıraplar içinde doğar. İkisi de refah ve konfor içinde yok olup gider. Gerçekten devam eden sırf onların gerçekleşmesi çabasıdır. Onların gerçekleşmesi ise, aynı zamanda ölümleri demektir. Din de devrim de gerçekleşirken, kendini boğacak kurumlarını, statükolarını doğururlar. Devrim yalan söylemeye ve kendi kendine ihanet etmeğe başladıktan sonra statükolaşmış sahte dinle ortak bir dil kullanmaya başlar. (Doğu ve Batı Arasında İslam s.92)
Bunlar öylesine gerçeğin ta kendisini ifade eden sözlerdir ki, dünyanın hangi büyük dinine ve devrimine baksanız aynı serencamı yaşadığını görürsünüz.
Demek ki “dava”;
1-Refah ve konfor içine gömülerek,
2-Kendini boğacak statükolarını üreterek,
3-Yalan söylemeye başlayarak,
4-Kendi kendine ihanet ederek,
5-Sahte bir din ile ortak dil kullanmaya başlayarak ölüyor.
Bunlar gerçekleştiği an “dava” dediğiniz şey de musalla taşına yatmış oluyor.
***
İlk olarak “dava”nın mahiyeti değişiyor. İnsanlar “dava” deyince aynı şeyi anlamaz oluyorlar. İyi bir yere gelmek, köşe kapmak, ihale götürmek, kat yat, araba markası, daha rahat yaşam, hayatın nimetlerinden alabildiğine yararlanma esas mesele haline geliyor. Öyle ya Cenab-ı Hak nimetlerini Salih kulları üzerinde görmek istemekte değil miydi? Artık dava, sohbet toplantılarındaki veya tefsir derslerindeki “dava” değildir. Pastalı çaylı ikram yarışına girilen ziyaretlerin “Şekerim, haberin var mı, kocam Şef oldu” övgüsüne mazhar olmak için çalışılan “dava”dır…
Aslında bunun adı artık dava da değildir.
İkinci olarak, “yeni sınıf” kendi statükosunu üretiyor. Etrafına duvarlar örerek dışarıda neler olup bittiğini anlayamaz ve göremez oluyor. Artık dava Siyonizm, faşizm, komünizm filan değil; kariyerizm ve konformizmdir. Yani yine “izm”ler vardır. Bunu eleştiren herkes düşman sayılır. Artık bu yeni izm’lerin yılmaz savunucuları, gazetecileri, yazarları, ideologları vardır. Statüko kendi yarattığı asude gölgelikler altında rahattır. Kafa konforunu bozacak en küçük bir ses “çıkıntılık” olarak görülür. Yeni sınıf öyle zavallıdır ki öldüğünün farkında bile değildir.
Üçüncü olarak konumunu muhafaza etmek için yalan söylemeye başlıyor. “Gerçek” rahatı kaçıran bir şey olduğu için bilinmemelidir. Bilinse bile gerçeğin öyle olmadığı söylenmeli ve “karizma” çizilmemelidir. “Cenab-ı Hakk’ın salih kulları üzerinde görmek istediği nimetlere” nail olanlar bunu kaybetmemek için, nail olamayanlar da sıranın kendilerine bir an önce gelmesi için her türlü yalanı mübah görmeye başlıyorlar. Nail olanlar olmayanları görmezden gelirken, nail olamayanlar da onların bunu hak etmediğini asıl Cenab-ı Hakk’ın o nimetleri kendi üzerlerinde görmek istediğini ispat için her tür yalanı gözlerini kırpmadan söylemeye hazırdır. Her ikisinde de dava Cenab-ı Hakk’ın üzerinde nimetlerini görmek istediği salih kullarının kendileri olduğu davasıdır. Nedense Cenab-ı Hak hikmetlerini hep onlar üzerinde görmek istemektedir.
Dördüncü olarak kendi kendine ihanet etmeye başlıyor. Kardeşlik düşmanlığa, özgürlük özgürlükleri bastırmaya, adalet nimetten pay almaya dönüşüyor. Otuz yıl önce ne söylenmişse tam tersi söylenmeye başlanıyor. Nimetin üzerinden gitmemesi için buna mahkum ve mecbur olunuyor.
Beşinci olarak bütün bunlar ideolojikleşiyor. Bunun için ya sahte bir din üretiliyor veya onun yerine geçecek bir ideoloji. Keskin bir kılıç gibi ya bu tarafta ya öbür tarafta görülüyorsunuz ve birine göz kırptığınızda diğeri, diğerine göz kırptığınızda da öteki tarafından biçiliyorsunuz…
Böylece davanın ölümü gerçekleşmiş oluyor. Zavallı “dava” cenaze namazına gelenlerin timsah gözyaşları arasında defnediliyor. Aslında ölen dava değil; kendi ruhlarıdır.
Begoviç’in dediği gibi ölmeyen gerçekten onları gerçekleştirme çabasının bizzat kendisidir. Bu ise dışarıda değil; içeride, ruhun ve vicdanın derinliklerinde yaşayan bir şeydir. Cenabı Hakkın görmek istediğini nimet asıl orada olandır. Hem Kur’an’a göre nimet mal mülk servet değil; ruhtur, vicdandır, insandır. Asıl bunları kaybeden ölmüştür.
***
Demek ki “dava”, sadece rahatça namaz kılmak, oruç tutmak, her yerde başörtüsünü serbest bırakmak, dindarların rahatlığa ve bolluğa kavuşması demek değil…
Esasında dava dediğiniz bunlardan sonra başlayandır. Çünkü bunlar size yarayan şeylerdir. “Öteki” için ortada bir fedakârlık yoksa orada erdemden bahsedilemez.
Sahici anlamda dava yeryüzünde son kız çocuğu toprağa gömülmekten kurtarılana, son aç doyuruluncaya, son mazlum zulümden kurtarılıncaya, işgal altındaki son ülke özgürlüğüne kavuşuncaya, Dicle ve Fırat Kenarında kaybolan son koyunun hesabı soruluncaya, son Ebu Leheb düzeni yıkılıncaya ve son Firavun’un cesedi mumyalanıncaya kadar sürecek bir mücadeledir…
Bunların geçmişte bir kez yaşanıp bittiğini mi sanıyorsunuz?
________________________________________________
GERÇEK HAYAT DERGİSİ-2008