Genellikle Kur’an’da kadınlarla ilgili olan bazı ayetler ileri sürülerek, İslam’ın kadını yarım gördüğü, mirasta 2/1 oranında taksimat öngördüğü, şahitlikte bir erkeğe karşın iki kadın istediği, kadının adının fazla önemsenmediği, Allah’ın Kur’an’da kadınlara değil erkeklere hitap ettiği, kadınları muhatap bile almadığı, Kur’an’da çok eşlilik olduğu, kadınların evde oturmalarının istendiği, dışarı çıkmalarının iyi görülmediği, örtüye çarşafa bürünmelerinin istendiği, evlenmede kendilerine fikir sorulmadığı, boşanma haklarının olmadığı, erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmış olduğu gibi buna benzer birçok konu ve mesele sanki Kur’an’da geçiyormuş gibi, bunlar sanki İslam’ın hükmüymüş gibi ele alınıyor ve ileri sürülüyor. Halbuki bunların çoğunun aslı yoktur, birçoğu çarpıtmadır, birçoğu da yanlış anlaşılmaktan kaynaklanmaktadır.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra 1945 yılında, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi imzalanıyor. 1948 yılında İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi imzalanıyor. 12 tane temel insan hakları belgesi, sözleşmeler, beyannameler var. Birleşmiş Milletler’in internet sitesine girdiğinizde bunların hepsini orada görebilirsiniz. Bir de bunlara ek olarak, ek protokoller, bunları açıklayan sonraki maddeler yer alıyor. Bu 12 temel insan hakları sözleşmelerinden bir tanesi de 1979 yılında ilan edilen ve hemen hemen Birleşmiş Milletler’e kayıtlı, Türkiye dahil tüm ülkelerin imzaladığı, kadına karşı ayrımcılığa karşı sözleşme. Kadın erkek eşitliğini savunan 30 maddelik bir sözleşme, bildirge. Bunun altına tüm dünya ülkeleri imza atmıştır.
Kadın hakları ve ayrımcılığa karşı olan 30 maddelik sözleşme ile Kur’an’da geçen kadınlarla ilgili ayetleri karşılaştırdım. Acaba burada söylenenlerle Kur’an’da anlatılanlar birbirlerine ters mi, diye inceledim. Hemen söyleyeyim ki, burada anlatılan kadın erkek eşitliğini öngören, kadınlara karşı ayrımcılığı, kadın olmaktan kaynaklanan ayrımcılığı reddeden ifadelerle, Kur’an’da geçen kadın erkek ilişkilerini düzenleyen ayetler arasında bir çelişki, bir zıtlık, bir tersleşme yoktur.
Şimdi tabi bunu söyleyince hemen birkaç konu ileri sürülecektir. Bunlara kısaca değinelim. Mesela denilecektir ki; Madem öyle niye Kur’an-ı Kerim’de çok eşlilik var. Çok eşlilik, kadın-erkek eşitliğine aykırı. Bir erkek dört tane kadınla evlenebiliyor ama bir kadın dört tane erkekle evlenemiyor, izin bile verilmiyor, ayıp karşılanıyor, kötü gözle bakılıyor başka sözler söyleniyor. Bu, bire karşı dört anlamına gelir. Yani bir erkeği dört kadına eşdeğer görüyor manası çıkar deniliyor. Halbuki bu yanlış bir görüştür. Kur’an-ı Kerim’de çok eşlilik yoktur. Ancak Kur’an’ın hitap ettiği toplumda vardır. Kur’an’ın hitap ettiği toplum poligamik, çok eşliliğin geçerli olduğu bir toplumdur. Hatta bir Arap erkeği dört değil; dokuz, on kadınla evlenebiliyordu. Çünkü toplumsal şartlar, koşullar, kabile savaşları, kadınların nüfusu, erkeklerin ekonomik gücü elinde bulundurmaları, Arap patriyarşisinin erkek egemen düzenin olması, feodalitenin hüküm sürüyor olması… Bütün bunlar o toplumda bir eşitsizlik doğurmuştu. Kadınlar aşağılanıyordu, insan yerine konulmuyordu, alınıyor satılıyordu. Mirasta hakları yoktu, evlenme ve boşanmada kendilerine sorulmuyordu, mal ve mülk yerine konuluyorlardı, pazarlara götürüp satılıyorlardı. İslamiyet ve onun kitabı olan Kur’an-ı Kerim böyle bir toplumda doğdu.
Bir kadının eşi öldüğü zaman evine siyah bayrak asıyordu. Erkekler kapısında üç gün bekliyordu. Kadın dışarı çıktığında, kapının önünde bekleyen erkeklerden ilk kim cübbesini atarsa kadının üzerine, o erkeğin kadınla evlenme hakkı oluyordu. Kadının durumu çok kötüydü. Kur’an-ı Kerim kadın erkek ilişkilerini düzenleyen ayetler gönderdi ve bu ayetlerin tamamına baktığımızda mutlaka bir hak, erkeklerden alınıp kadınlara veriliyordur. Bu ayetlerin tamamında mutlaka kadının durumunu düzeltmeye yönelik, daha iyiye götürmeye yönelik bir ifade vardır.
Çok eşlilikle ilgili ayet de böyledir. Nisa suresinin 3. ayetinde denilir ki; ‘’Eğer yetimlere haksızlık yapmaktan korkuyorsanız o hoşlanarak evlendiğiniz kadınlardan, dörder, üçer, ikişer (azaltarak) evlenin. Hatta bire indirin. Bu (çok kadınla evli olmanın getireceği) haksızlıkları gidermek bakımından sizin için daha iyidir.’’ Burada, çok eşlilerin, eşlerini dörder, üçer, ikişer azaltarak bire indirmeleri isteniyor. Çok eşlilikten sakındırma amacıyla bu ayetler geliyor ama burada denmek isteneni daha sonraki yıllarda müfessirler tam tersine çevirerek amuda kaldırıyorlar. İkişer, üçer, dörder evlenebilirsinize çevirip ve dörde kadar izin verilmiştir, diyorlar. Çok eşlilikten kaynaklanan haksızlıklar oluyordu, yetimlerin malını alıp o çok eşli oldukları kadınlara harcamaya kalkıyorlardı. Bu ayette yetimlerin malına dokunmayın, onları alıp kadınlarınıza harcamaya kalkmayan. Eğer yetimlere haksızlık yapmaktan korkuyorsanız o zaman bu kadar kadınla evlenmeyin, eşlerinizi bire indirin. Böylelikle onları geçindirmek için yetimlerin malına el uzatmaktan çekinirsiniz ve bu da size haksızlık yapmaktan alıkoyar denmek isteniyor. Olay bundan ibaret. Yine başka bir yerde kadınlar arasında adaleti sağlayamazsınız diyerek, vahit / bir kelimesini kullanıyor.
Kur’an’ın o günkü toplumda ne yaptığından daha çok ne yapmak istediği önemlidir. Yapmak istediği şey besbelli ki, toplumdaki kadın erkek ilişkilerinde eş sayısını bire indirmektir. Köleliği kaldırmaktır, zengin ve yoksul arasındaki uçurumu sona erdirmektir, zekat, infak, sadaka hepsi bunun için vardır. İstişareye, müşavereye, konuşmaya, dayanışmaya, seçim yapmaya dayalı bir sosyal düzen kurmak, rızaya dayalı bir toplum oluşturmaktır. Paylaşımı, bölüşümü yaygınlaştırmaktır. Yapmaya çalıştıkları bunlardır ve bizim için de şu anda esas almamız gereken de bunlardır. Diğerleri bu amacı gerçekleştirmek için o günkü çağda atılan bir takım ileri adımlardır ve bunların çoğu da o döneme mahsustur yani tarihseldir.
Kadınlarla ilgili bir başka konu olarak, Kur’an-ı Kerim’de kadınları dövün diye bir ifade geçmez. Şiddetli geçimsizlik yaşayan eşlere beş aşamalı çözüm planı sunar. Birincisi oturup konuşmak, ikincisi ev içinde odaları ayırmak, üçüncüsü bir müddet evden ayrı kalmak. Bugün çağımızda buna ön boşanma deniliyor. Dördüncüsü meseleyi çözmek için hakemler çağırmak, beşincisi de talak yani son, nihai boşanma. Burada dövme diye bir şey yok ama üçüncü aşamadaki, evden bir müddet ayrılma meselesi anlatılırken kullanılan ‘’darabe’’ kavramı, kadınları dövün diye çevriliyor. Halbuki bu ayet, kadınlar Medine’ye gelince dövüldüğünden dolayı gelmiş. ‘’Kadınları dövmeyin, anlaşamıyorsanız şu beş aşamayı uygulayın’’ diye gelmiş bir ayet. Bu dövme yorumu sonradan yapılmıştır.
Yine başka bir ayette, kadınlara evde oturun denmiyor, ‘’kadınlar evlerinde vakarlı olsunlar’’ diyor. Ama bunu çevirirken, ‘’kadınlar evlerinde vakarla otursun’’ diye çeviriyorlar. Evde vakarla oturması ayrı bir şey, evde vakarlı olmak ayrı bir şey. Vakar asalet demektir. Kişilere, yere, ortama, zamana göre davranışlarını değiştirmeyen kişiye ”asalet sahibi” denir. Yoksul geldiğinde bir türlü, zengin geldiğinde bir türlü, erkek geldiğinde bir türlü, kadın geldiğinde başka türlü davranmayacaksın. Kendine has bir karakterin olacak, onu bozmayacaksın, buna asalet diyoruz. Kadınlara da böyle asaletli olsunlar, farklı farklı davranmasınlar diyor.
Kur’an’da kadınların erkeklerin kaburga kemiğinden yaratıldığı da söylenmiyor. Bu da Tevrat’ta geçiyor, Havva’nın Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldığı iddia ediliyor. Oysa Nisa Suresi 1. ayetinde şöyle deniliyor; ‘’Biz sizi tek bir özden yarattık. Ondan bir çift var ettik ve onlardan da erkekler ve kadınlar türetip getirdik.’’ Burada bir insanlık özünden kadın ve erkeğin bir çift olarak yatırıldığı anlatılıyor. Bu yaratılışın nasıl olduğu önemli değildir. Tevrat’ta anlatıldığı gibi önce erkek, sonra onun kaburga kemiğinden kadın yaratıldı diye bir şey yoktur. Bu Tevrat’ta anlatılan bir hikayedir.
Kur’an, kutsal kitapların en sonuncusu ve eski dini çağlardan modern çağa geçişi temsil eden daha reformcu, daha ileri görüşler ileri süren kitap olduğu için, önceki kitaplarda yer alan birçok konu Kur’an’da yer almaz. Yer alsa bile reforma uğramış olarak, yenilenmiş olarak yer alır.
Kur’an’da küçük yaşta kız çocuklarının evlenmesine izin verildiği görüşü de doğru değildir. Nisa Suresi 6. ayette: ‘’Yetimler nikah çağına geldiğinde ve kendinlerini test ettikten sonra onlar da bir rüşt görürseniz mallarını onlara teslim edin’’ Yani, bir kimseye bir malın teslim edilmesi demek, onun bir veliye ihtiyaç duymadan kendi rüştü ile ve olgunluğu ile bir evi idare edebileceği manasına gelir. Bu aynı zamanda evlilik için de geçerlidir. Şu halde ayette yetimler, yetim kızlar, ‘’beleğû’n-nikahe’’ nikah çağına gelince ve kendilerini test edip bir rüşt görürseniz onları evlendirin, onlara mallarını teslim edin, bir yuva kurmalarına izin verin denmek istenmektedir.
Burada iki şart var. Birincisi ‘’beleğû’n-nikahe’’ evlenme çağına biyolojik olarak gelip gelmediğidir. Erkeklerde vücudun sperm üretmesi, kadınlarda da yumurtalık üretmesi biyolojik olarak evlilik çağıdır. Bundan öncesinde evlenme olmaz, çünkü biyolojik olarak henüz daha çocukturlar. Evrensel olarak dünya genelinde reşit olma yaşı 18’dir. Kur’an-ı Kerim’de 18 yaş diye geçmiyor ama genel olarak dünyada bu 18 olarak kabul edilmiştir. Bu yetmiyor bir de rüşt aranıyor. Rüşt nedir? Kişinin test edilerek anneliği ve babalığı kaldırıp kaldıramayacağının gözlemlenmesidir. Bazıları var ki 18 yaşını geçtiği, 40 yaşına geldiği halde babalık ve annelik yapacak durumda değildir. Dolayısıyla nikah çağı / beleğû’n-nikahe kavramı biyolojik, rüşt kavramı da sosyal şart olmuş oluyor. Bu iki şart olmadan kişiyi daha çocukken, ya da evlilik sorumluluğunu alacak durumda değilken evlendirmek Kur’an-ı Kerim’e aykırıdır. Aynı zamanda bahsetmiş olduğum 12 tane temel insan hakları belgesinden bir tanesi de Çocuk Hakları Sözleşmesidir. Orada çocuğun ne olduğu tanımlanıyor. O tanıma göre evlilik olması gerekir.
Yine kadınların evlenme boşanma haklarının olmadığı söyleniyor. Bu da yanlış, Kur’an’da böyle bir şey yok. Bir kadın kocasını boşayabilir, bir erkekte karısını boşayabilir. Bu karşılıklı anlaşmaya bağlı olan bir konudur. Sadece boşanma hakkı erkeklere verilip, kadınların onlara tabi olması diye bir durum söz konusu değildir.
Böyle böyle Kur’an’da kadın erkek ilişkilerini düzenleyen birçok ayet vardır, sizlere 7-8 tanesini açıkladım. Ben bu ayetlerin tamamını inceledim ve kadına karşı ayrımcılık, kadın haklarına aykırı bir şey göremedim.
Keza mirastan pay almakta ihtiyaca göre, kimin ihtiyacı varsa ona daha fazla vererek bölüşüldüğü zaman çağımızda şeriata göre bölüştürülmüş olur. İlla ikiye bir diye bir kural yoktur. Onlar zamana şartlara ve koşullara göre konulmuş rakamlardır. Aslolan kimin ihtiyacı varsa mirastan ona pay vermektir. Yok eğer ihtiyaç kavramında anlaşılamıyorsa kadın erkek ayırt etmeden eşit şekilde bölüştürmenin Kur’an’a aykırı bir tarafı yoktur.
Şahitlik de böyledir. Orada da ikiye bir şahitlik öngörülüyor, cinsiyetçilik yapılıyor ve kadın burada aşağılanıyor diye bir şey söyleyemeyiz. Çünkü Kur’an’da şahitlikle ilgili yedi yerde karşılaşıyoruz. Hepsini tek tek inceledim. Kur’an bu yedi yerde, işlenen bir suç ya da olaydan dolayı şahit istiyor. Bunlardan altı tanesinde cinsiyet belirtmiyor, şahit diyor. Erkek de olabilir, kadın da olabilir, yarısı erkek yarısı kadın da olabilir, üç tanesi erkek, bir tanesi kadın da olabilir, dört taneden üç tanesi kadın, bir tanesi erkek de olabilir. Ama yedinci yerde iki tane kadın, bir tane erkek şahit olsun diyor. Olayın ne olduğuna baktığımızda borçlanma ile ilgili olduğunu görüyoruz. ‘’Biri diğerine borç verdiğinde yazsın, iki tane erkekle bir tane kadın şahit olsun’’ diyor. Acaba burada kadınlar yarım mı görülüyor? Hayır. Günümüzde buna pozitif ayrımcılık diyoruz. Kadınların durumu o anda zayıf olduğu için, ikisi bir araya gelsin de erkeğin karşısına çıksın, birbirlerini desteklerler demek istiyor. Tam tersi kadınlara pozitif ayrımcılık yapıldığı için böyle yapıyor. Eğer cinsiyetinden dolayı bir ayrımcılık yapmış olsaydı diğer altı yerde de bu cinsiyetçiliğini göstermiş olması gerekirdi. Oysa orada öyle bir şey yapılmadığını görüyoruz.
Bunun dışında Kur’an’ın kullandığı üsluba bakarak ‘hitap ettiği hep erkekler kadınları muhatap almıyor’ diye bir şey söz konusu değildir. Bizatihi bazı ayetlerde bir sayfa boyunca, iman eden erkekler- iman eden kadınlar, hicret eden erkekler-hicret eden kadınlar, cihad eden erkekler-cihad eden kadınlar, Allah’a saygılı olan erkekler-Allah’a saygılı olan kadınlar diyerek özellikle erkeklerin yanında eşit derecede kadın vurgusu yapıldığını görüyoruz. Bu açıdan Kur’an’ın hükümlerinin daima mağdurun, mazlumun, yoksulun, ezilenin -o dönemde mağdur, mazlum ve ezilen kadınlar olduğu için- yanında yer aldığını görüyoruz. Bu apaçık ortadadır.
Dolayısıyla Kur’an’da kadın erkek eşitliğini ihlal edecek, bugün Çağdaş İnsan Hakları Belgeleri’nde ifade edilen kadın erkek eşitliğine uymayacak, onunla bir çelişki oluşturacak bir şey söz konusu değildir. 1945 yılından itibaren ortaya çıkan Temel İnsan Hakları Bildirgelerini, ırkçılıkla, kadınlarla, mültecilerle, çocuklarla, engellilerle ilgili tüm bu belgelerin tamamını ben Kur’an’la karşılaştırdım ve hiç bir sorun görmedim. Kur’an’da anlatılan hak hukuk felsefesinin, çağdaş ve modern bir devamı mahiyetindedirler. Bunları birbirinin devamı olarak görmek gerekir. Aralarında bir zıtlaşma söz konusu değil, yapmaya çalıştıkları şey toplumda kötü durumda olan kadının durumunu iyileştirmekten ibarettir. Özü, esası, ruhu budur. Kur’an’da kadın ve hakları ile ilgili ayetleri incelediğimizde hitap ettiği toplumda kölelik, cariyelik, çok eşlilik vb. birçok konunun olduğunu görüyoruz ama bunlardan dönüştürme, değiştirme, bunlara seviye atlatma, daha ileri noktaya getirme amacıyla bahsediyor. Yoksa hitap ettiği toplumda var olan kadın erkek eşitsizliğini onaylamak için değil.