Tüketim toplumu ya da tüketimcilik, hizmetler ve üretim sektörü ekseninde olmaktan ziyade boş zamanın ve üretilen malların tüketimi ekseninde örgütlü hale gelen ya da örgütlenen toplumları ve bu eylemi açıklayan sosyoloji terimi. Bu kavram sosyoloji içerisinde net bir açıklığa sahip olmasa da tüketimcilik çoğunlukla zenginliğin, bireyciliğin ve popüler kültür özelliklerinin arttığı, toplumsal sınıfların sınırlarının azaldığı toplumlarda görülür.
Hiç birimiz tüketim olgusuna yabancılık taşımıyoruz. Yaşamımızın her anına ve alanına bir şekilde nüfuz eden bir kavramdan ya da daha doğrusu – kimilerimiz için – bir “yaşam janrından” bahsediyoruz çünkü. O halde; hayatımızın derinliklerine kadar sızan tüketimin ne olduğu konusunda da fikir sahibi olmamız gerekiyor. Tüketim nosyonu, postyapısalcı felsefe ve postmodernizme dair çalışmalar yapan Fransız düşünür Jean Baudrillard’a göre; doğal ihtiyaçların mal ya da hizmet aracılığıyla tatmin edilmesi olarak değil, kodlar ve kurallarla düzenlenmiş global ve tutarlı bir göstergeler sistemi olarak yorumlanmalıdır. Bu sistemde ihtiyaç ve hazların olumsal dünyasının, doğal ve biyolojik düzenin yerini, bir toplumsal değerler ve sınıflandırmalar düzeni almıştır. Gerçek ihtiyaçlar ile sahte ihtiyaçlar arasındaki ayrımın ortadan kalktığı tüketim toplumunda birey tüketim mallarını satın almanın ve bunları sergilemenin toplumsal bir ayrıcalık ve prestij getirdiğine inanır. (1)
Tüketimin bu tanımlamaya göre, bireylerin temel ihtiyaçlarından öte, ihtiyaç duymadıklarını da edinmelerinin altında yatan nedenin “toplum nezdinde bir statü ve konum kazanma isteği” olduğu okunabilir. Tüketimin postmodern yaklaşımlara göre esas önermesinin “tüketicilerin ihtiyaçlarının giderilip, müşteri tatmininin sağlanması ve buna bağlı olarak birey itibarının arttırılıp imgelemler ve semboller vasıtası ile tüketicinin vitrinlere angaje edilmesi” olduğu gerçeğinin ise sisteme işlerlik kazandıran ve sınıfsallığı iğdiş etmeye yarayan Mont Pelerin ( 1947’deİsviçre’de liberal düşüncenin ilerlemesi adına kurulmuş olan ve neo-liberalizmin temellerinin atıldığı bir oluşum) türevi bir anlam taşıyor olduğunu da saptamak gereklidir.
Tüketim; kapitalizmin filizlenmeye başladığı ilk dönemlerden bu yana anlamını tedricen geliştirmiş, kolektivizmin atomize olması ve neo-liberal dalganın ikame edilmesiyle sistemin bir silahı haline gelmiştir. Günümüzdeki tüketim nosyonu; anamalcı sistemden bağımsız olarak düşünülemeyen ve anamalcı sistem uyarınca; sınıflar arasındaki başkalıkların eritilmesinin ve bir meta fetişizmi yaratılmasının önündeki rezervleri yıkıcı bir taşıt olarak tasarlanmıştır.
Peki bu durum kapitalizm içerisinde bir farklılık olduğu anlamını mı taşımaktadır? Bocock’a göre; Tüketim, modernizm sonu kapitalizmin ya da postmodern kapitalizmin tipik özelliklerini sergileyen bir süreç halini almıştır. Artık çoğu insanın kimlik duygusu bu insanların iş rollerinden çok, izledikleri tüketim kalıplarıyla ilgili olduğuna göre yeni bir kapitalizm döneminin ortaya çıktığı söylenebilir. (2) Anlaşılacağı üzere; kapitalizm kendisini tüketim kılıfı altında pazarlayan bir formasyon halini almış, insanlar artık kendilerini tüketim objeleriyle açıklar haline gelmiş ve kimlik hissi, tüketici yaşam tarzı ile aynı noktayı işaret eder olmuştur. Bireye indirgenen kitleler; tüketim kültürüne bağlandıkları oranda, kimlikleri başkalaşmış, kimlikler dönüştüğü oranda da bireyler sınıf atlamaya dönük arzularını pekiştirmişlerdir. Bu duruma; yoksul ve proleter bir kökenden gelen bireylerin, aldıkları ücretlerle satın alınıp tedarik edilemeyecek olan tüketim maddelerini edinmeye çalışması örnek olarak gösterilebilir. Bu kişiler; aldıkları ürünlerle toplumsal statü ve kimlik edindiklerini hisseder ve bununla birlikte bir üst sınıfa geçişin tahayyüllerini zinde tutmuş olur. Bu durum da üzerinde durduğumuz gibi; sınıf bilincinden yoksun ve sisteme bütünleşik yığınların üretimini teşvik eder. Bireyleri sınıf mücadelesinden ayrıştırır ve apolitize eder. Bu anlamda da tüketim, bireyleri sisteme kanalize etme ve içinde eritme hülyasını taşıyan bir araçsallık arz eder.
Bağlamak gerekirse; bir imgelemler, görsellikler ve vitrin kültürü yaratan özne ve baş aktör kapitalizm iken, tüketim burada sistemin meşrulaşması ve aktüel restorasyonlara olanak yaratabilmesi için kapitalizme alan açmaktadır. Tüm iddia ve idealara rağmen; tüketim kültürü bir “kültür” değil, çıkarlar dünyasının aracısı durumundadır.
Tüketim; insan varoluşuna yapay ve nominal bir anlam yüklemekte, karşılığı olmayan ve bitmek bilmeyen bir mal silsilesi yaratarak insanları özel mal müptelası haline getirmektedir. Tüketim ve kültür yanılsamasının küreselleşmeile beraber makro anlamda yayıldığını ifade ederken; bunun mikro karşılıklarının da sayısız işçinin inşaatlarında yaşamını yitirdiği AVM’ler olduğunu söylememiz sanırım yerinde olacaktır.
(1) Jean Baudrillard, Tüketim Toplumu, 5. Basım, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2012
(2) Robert Bocock, Tüketim, 3. Baskı, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2009
İsmail Sarp Aykurt