Bismillahirrahmanirrahim
Bilindiği üzere uzun bir süredir Kürdistan’da ve Türkiye’de temel gündem maddesini PKK lideri Abdullah Öcalan ile Türk Devleti’nin yetkili organları arasında süregelen görüşmeler ve bunların sonuçları teşkil etmektedir.
2012 yılının sonbaharında Türkiye cezaevlerinde Kürt siyasi tutukluların başlatmış olduğu açlık grevinin ardından yeni bir boyut kazandığı anlaşılan ve 2013 yılının Newrozu’ndan itibaren de somut adımlar ile desteklenen görüşmeler sonucunda yeni bir siyasi sürecin başladığı görülmektedir.
Suriye’deki gelişmelerin Türkiye’nin beklentileri dışında uzaması ve Türk devletinin kontrol edemediği Batı Kürdistan’daki PYD faktörünün Suriye muhalefetiyle müttefik olmamasının da etkili olduğunu düşündüğümüz Ortadoğu’daki mevcut genel konjonktörde Türkiye’nin alacağı pozisyonla da sürecin ilgili olduğu açıktır. Bununla birlikte başta Güney Kürdistan Hükümeti olmak üzere Kürdistan’daki hemen hemen bütün toplumsal güçlerin 2013 Newrozu’nda deklare edilen iradeye verdikleri olumlu tepki de açık bir realitedir.
İnisiyatif olarak biz, neredeyse tüm Kürdistanlı toplumsal güçlerin benimsediği bu realiteyi olumlayarak dikkate almayı; realiteyle Kürtlerin tarihsel iradesi arasındaki bağı hak, adalet ve hürriyete uygun olarak kurmayı sürecin dışında tutmamak adına benimsemekteyiz.
Bununla birlikte; süreci başlatan aktörlerin tam olarak nasıl bir anlaşma zemini üzerinden hareket ettiği, ne tür sonuçları hedeflediği ve karşılıklı olarak ne tür adımları atacağı bizim açımızdan olduğu gibi kamuoyu açısından da yeterince açık değildir. Bunun böyle olduğu tarafların yetkili beyanlarından da anlaşılmaktadır. Taraflar, yaptıkları açıklamalarla ve topluma yönelik bildirdikleri iyi niyetlerle yeni dönemi başlatmış ve toplumda barışa yönelik beklentileri artırmışlardır. Bu durumda sürece dair gidişatın gözlenmesi ve sonuçların daha belirgin bir biçimde ortaya çıkması gerekmektedir.
PKK’nin şartları; iradesinin teorik çerçevesini belirleyen anadilde eğitim, Kürt kimliğinin tanınması ve vatandaşlığı belirleyen kimlik tanımının yeniden yapılması ve teknik olarak Türkiye’nin beklentisi olan gerillanın TC sınırlarının dışına çıkması ve silahların bırakılması için yasal zeminin oluşturulması gibi birtakım makul şartlardır. PKK’nin temel meylinin, bu şartlar gerçekleştirildiğinde daha baştan aldıkları “Türkiye ile birlikte olmak” kararını tüm samimiyetleriyle uygulayacakları yönünde olduğu anlaşılmaktadır.
PKK’nin silahlı mücadele yöntemini kendi inisiyatifi ile bırakması, yeni siyasi-diplomatik ve fikri mücadele zeminini ön plana alması, “birlikte demokratik Türkiye” kararıyla uyumludur. PKK yeni Türkiye hedefine uygun bir strateji değişikliği yapmıştır ve bu hedefe uyumlu olduğu için bu stratejinin desteklenmesi gerekmektedir. Çünkü İnisiyatif olarak biz, “birlikte demokratik Türkiye” hedefine ulaşmak için Kürtlerin silahlı mücadele vermesinin hiçbir makul gerekçesinin olmadığına inanmaktayız.
Bu bakımdan Kürt ve Kürdistan meselesinin siyasi yöntemler ile çözüme kavuşturulmasını içeren yeni dönem, bizim de İnisiyatif olarak desteklediğimiz ve de katkı sağlayacağımız bir siyasettir.
Kendi coğrafyasında özyönetim hakkı silah zoru ile elinden alınan ve üzerinde yaşamakta olduğu toprakları yine aynı yöntemler ile parçalanan Kürtlerin barış ve diyalog eli her zaman için değerli ve memnuniyet vericidir. Fakat Kürdistan’dan uzatılan barış eli ancak kendi egemenliğini haksız biçimde Kürt ve Kürdistan’ın başına musallat edenlerin göstereceği karşılık ile anlam teşkil edecek ve de sonuç verebilecektir. Bu yüzden sürecin gidişatı içerisinde Tük Devleti’nin de, PKK’nin ileri sürdüğü somut adımları atmasının gerekli olduğu açıktır.
Öbür taraftan Misak-ı Milli’ye yapılan atıflara ve de Ortadoğu’nun mevcut siyasi konjonktörüne dikkat çekilerek geliştirilen eleştirilere de önem veriyoruz. Bilhassa Misak-ı Milli’nin çizdiği sınırların, Kürt Milleti açısından bidayetinden beri meşru sınırlar olmadığını, Kürtlerin siyasi iradesi göz ardı edilerek çizildiğini ve devamının getirildiğini hatırlatma gereği duyuyoruz.
Sonuç olarak PKK lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısında ifade ettiği barışçıl, demokratik, çoğulcu, hoşgörülü çerçeveyi objektif planda önemsiyor ve değerli buluyoruz. Bunun demokratik, çok renkli, çok sesli siyaset koşullarının oluşturulması açısından yaratacağı olumlu zemini destekliyoruz. Bu minvalde, Kürdistan’da siyaset yapan değişik çevrelerin, bilhassa İslamî çevrelerin zeminin elverişliliğini sağlama açısından fonksiyon yüklenmeleri gerektiğini düşünüyoruz.
Bütün bunlarla birlikte çağrıda geçen “bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz, ayrıştırmak isteyenlere karşı birleşeceğiz” biçimindeki ifadeyi endişe ile karşılıyoruz. Şüphesiz ki bundan kastımız hak, adalet ve hürriyet temelinde karşılanmış birlik ve beraberlik değildir. Fakat Kürtlerin öz yönetim hakkının sağlandığı ve Kürdistan meselesinin bir bütün olarak çözüme kavuşturulduğu demokratik bir zemini nasıl temin edebileceği konusunda soru ve tereddütlerimizi beyan ediyoruz.
Ortadoğu’nun kaynayan kazanında Kürtlerin ve de bu topraklarda yaşayan herkesin yararlanacağı her türlü hak, adalet ve hürriyet temelli gayreti destekleyeceğimizi ve bu kutsal değerlere halel getirmesi muhtemel her türlü teşebbüse de kararlılıkla karşı duracağımızı kamuoyuna önemle arz ederiz.
Saygılarımızla
Hak Adalet ve Hürriyet İçin Kürdistan İslamî İnisiyatifi/AZADÎ İNİSİYATİFİ