Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin kime ne getireceği ile ilgili üç kaba kategori oluşturmak mümkün. Birinci grup konumu asla eskisinden daha kötü olmayacağı kazançlı çıkacakları tahmin edilebilir olanlar. Bu kategoride sayılabilecek olan ilk topluluk Kürtler. Dört parçada da geçen yüzyılın faturasını en ağır ödeyen Kürtlerin yeni tablo ne şekilde somutlaşırsa somutlaşsın yeni bir pozisyon yakalayacakları açık.
Üzerinde kolay değerlendirme yapılabilir olan ikinci grup, sürecin sonunda mutlaka güç kaybedecek olanlardır.Eski konumlarını koruması imkansız olanlar büyük oranda mevcut yönetimler ve onların en yakın destekçileridir.
Üçüncü ve daha geniş dilim aralığına girenler ise henüz ne kadar ve ne kazanacağı belli olmadığı gibi yeni kazanımlar peşinde koşarken elindeki imkanları kaybetme riski ile karşı karşıya olanlardır.
Türkiye’nin birinci gruba girdiğini düşünenleri ikna etmeye söz yetmez diye düşünüyorum. Onlar ancak yaşayıp görerek öğrenme ihtimali olan ama belki bu şanstan bile kendini mahrum etmeye aday yaklaşımlar içindeler. İçine girdikleri büyüklük ve çok bilmişlik edası ile bir süre daha hız yapmaya kesin kararlı gözüküyorlar.
Bence tartışılmaya değer olan Türkiye’nin ikinci yada üçüncü gruba girme potansiyeline dair analizlerdir. Bir tarafta eğilimler, alışkanlıklar var, diğer tarafta direkten dönen toplar sayesinde yapılan manevralarla durumu idare etme ihtimali.
Bir davulcunun tokmağı ile sinir uçları harekete geçirilebilen bir ülkenin kendi toplumsal gerçeğini göz ardı ederek bölgesel hamleler yapmasının riskleri ortada. Bu uyarıyı peşinen reddedip “ne yani oturup seyretsek daha mı iyi ?” tepkisi verenler, stratejinin geliştirmenin en önemli ilk adımının “güçleri doğru okuma” üzerine oturduğunu göz ardı ediyorlar.
Ne kendi zaaflarının farkındalar ne diğer aktörlerin güçlerini yakından takip ediyorlar. Karşısındakini hafife almayı, kendi gücüne güven duygusu ile hareket etmeyi temel politika haline getirenler, yaşadıkları şoklardan bile ders çıkartmayı beceremeyebilirler.
Elinde düdüğü ile ortalıkta dolaşmayı, mahallenin güvenliğini garanti altına almak sanan gece bekçisine benzer bir hal içindeyiz. Asayişin berkemal olduğuna dair verilen tekmiller tam bir yalan ve hayal ürünü.
Şemdinli’de ne olup bittiğine dair gerçekleri bile halkı ile paylaşamayan bir siyaset tarzı ile Ortadoğu’da yeni dönemin öncülüğüne kalkıp, adım adım uçuruma doğru yol alırken, acıları unutturmanın yolunun beklentileri yükseltmekten geçtiği algısı ile hareket ediyoruz.
Tutuklu vekiller sorununun üçüncü yargı paketi ile de çözülememiş olması üzerine, bu iş yeni anayasa ile çözülecek beklentisi pompalayanlar, devam eden tutuklamaları “münferit vakalar” olarak yorumlayarak hepimizi ikna ediyor ve bizim kendimizi mutlu hissetmemizi sağlıyorlar.