Cumartesi sabahı Van’dan ayrıldım. Bitlis, Muş, Bingöl, Elazığ ve Malatya hattında hızlı bir haftasonu turu attıktıktan sonra da önceki akşam yorgun argın Amed’e vardım.
Gittiğim yerlerde ilk olarak şehirlerin özgün mimarilerini ve kültürel kimliklerini yitirmiş oldukları gerçeğiyle karşılaştım.
Bu şehirler eskiden çok farklıydılar; hepsinin kendine özgü bir mimarisi, kültürel dokusu vardı ama, şimdi hepsi birbirine benziyor.
Van’ı Tatvan’dan, Tatvan’ı Muş’tan, Muş’u Bingöl’den ,Bingöl’ü Elazığ’dan, Elazığ’ı Malatya’dan, Malatya’yı Diyarbakır’dan ayıranın sadece ‘ölçek’ farklılığı olduğu anlaşılıyor.
Çarpık ve çirkin tek tip bir kentleşme almış başını gidiyor.
Her şehirde TOKİ’nin insan ruhunu daraltan yapıları yükseliyor. Aradan geçen 20 yılda bir TOKİ Cumhuriyeti’nin kurulduğu belli oluyor.
Mekansal ve kültürel bu ‘değişimin’ toplumsal dokuyu tarumar ettiği, her şehirde paralel toplumlar ,kitlesel savrulmalar ve derin sınıfsal ayrışmalar ürettiği gözleniyor.
AKP Hükümeti kuru toprağı ekonominin motoru haline getirmiş ve nicel olarak büyümüş kötü bir şehirleşmeyi hayata geçirmiş ancak, çok ciddi sorunlar da üretmiş.
Buradaki şehirlerin yüzde 80’i temel hizmet sorunu yaşıyor. Diğer hizmetler bir yana her 10 ilin 8’inde kanalizasyon şebekesi sorunu yaşanıyor. Bazı şehirlerin bazı mahalleleri maalesef lağım kokuyor.
Mekansal ve toplumsal dokudaki çarpık bu ‘değişim’ aynı zamanda sınıfsal uçurumu da derinleştirmiş ve şehirleri sosyal patlamalara gebe hale getirmiş de bulunuyor.
Bilinçli bir müdahaleyle ve politik bir projeyle gerçekleştiği anlaşılan ve travma yaratan ‘kentsel değişimin’ bu yanı pek görülmüyor ve sorgulanmıyor fakat, bunun yakın erimde ciddi sorunlar üreteceği çıplak gözle bakıldığında bile fark ediliyor.
Diyarbakır da yakın erimde ciddi sorunlar yaşayacak şehirlerin başında geliyor.
Gerçi burada bugün bile çok ciddi sorunlar yaşanıyor ancak, bunlar her nedense görmezden geliniyor.
Burada kimse gerçekleri açık açık konuşmaya ve tartışmaya yanaşmıyor. Siyaset dünyamızda ve kurumsal yapımızdaysa bir tıkanma, yorulma ve yıpranma göze çarpıyor.
Diyarbakır’da da dehşet verici bir yoksulluk ve buna bağlı olarak derin bir sınıfsal ayrışma yaşanıyor.
Hali vakti yerinde olanlar tel örgülerle ve yüksek duvarları çevrili güvenlikli sitelere çekiliyor. Yoksullaraysa hayatın ağır bir yüke dönüştüğü gecekondu semtleri kalıyor.
Zenginlik ve güvenlik açısından Diyarbakır Diclekent’in İstanbul Bahçeşehir’den bir farkı görünmüyor.
Dediğim gibi yoksullarsa gecekondu semtlerinde yaşam savaşı veriyor. Burada hırsızlık, fuhuş,uyuşturucu, kaçakçılık, şiddet olayları son derece sıradanlaşmış bulunuyor.
(Bağlar’ın Kaynaktepe mahallesinde nüfusun yüzde 57’sinin fuhuş, uyuşturucu ve hırsızlıktan sabıkası bulunuyor!)
Şehir bunları deyim yerindeyse içselleştirmiş görünüyor.
Kendini ‘makro siyasete ‘ kaptıran ve ‘mikro sorunlar’ için fırsat bulamadığı anlaşılan bizim siyaset sınıfıysa bu sorunlara eğileceği ve çözümler üreteceği yerde her durumda topu taca atıyor.
İktidar ve rant hırsı gözleri kör etmişe benziyor. Her yerde neredeyse gruplaşma ve buna bağlı olarak çürüme yaşanıyor.
Buraya gelmeden önce toplumsal sorunların bu kadar ağır olduğunu bilmiyordum.
Aynı şekilde legal siyasetin bu sorunlar karşısında bu kadar duyarsız, dağınık, verimiz ve yetersiz kalacağını da tahmin etmiyordum.
Burada halkla siyaset sınıfı arasında ciddi sorunlar yaşanıyor.
Halk ezberlerini bozamadığı , toparlanamadığı ve sorunlarına çözüm bulamadığı için siyasete tepki gösteriyor. Ayrıca güven de duymuyor.
Halkın güveni kırılmış görünüyor. Bir yurtseverin bir belediye başkanımıza söylediği gibi ‘sadece şehitlerin hatırına’ oy veriyor.
Burada AKP’yle KCK arasında müthiş bir çekişme yaşanıyor.
AKP siyasetin bazı dinamiklerini konsilide etmeye, edemediklerini de ya çürütmeye ya da tasfiye etmeye çalışıyor.
KCK de buna karşı kontrolü elde tutmanın çabasını veriyor. Siyaset sınıfı bundan dolayı inisiyatifsiz bırakılmaktan ve vesayetçi tutumlardan yakınıyor.
Sistemin de sorunları çözme yerine ötelemeye devam etmesinden şikayet ediyor ve bunun sorunları ağırlaştırdığını söylüyor.
Sorunun kendisinden değil sistemden kaynaklandığını ileri sürüyor. Umudunu kendisine bağlayan halkı da sabırsız davrandığı ve ‘ne koparırsam kardır’ anlayışıyla kurumlara yaklaştığı için eleştiriyor.
Burada çoğu insan artık devleti ve hükümeti eleştirmiyor. Devlet ve hükümet ustaca aradan sıyrılmış; herkes birbirini eleştiriyor.
AKP ağır sorunlar yaşayan halkı ve kendi derdine düşmüş siyaseti karşı karşıya getirmiş bulunuyor. Burada geleceğe ciddi bir tuzak kurulduğu anlaşılıyor.
AKP sorunlardan bunalan halkın er ya da geç kendisine geleceğini düşünüyor. Bu yüzden keyifle bu süreci izliyor. Ayrımcılık yapmaya; sorunları daha da ağırlaştırmaya devam ediyor.
Buradan bakınca bütün bileşenleriyle Kürt siyasetinin köklü bir özeleştiri vermesi ve zamanın ruhuna uygun bir değişim ve dönüşümü hayata geçirmesi elzem görünüyor.
Aksi durumda gidişat hayra alamet görünmüyor…
gunayaslan.com