Hafta sonu Almanya’da gerçekleştirilen Sol Parti (Die Linke) kongresinde parti eş genel başkanı Oskar Lafontaine, hem parti genel başkanlığını hem de Bundestag milletvekilliğini bırakarak siyasetten çekildi. Lafontaine, yalnızca yerel siyasette aktif olacağını açıkladı. Resmi gerekçe: Sağlık nedenleri… Oysa Lafontaine, bu kararını Ocak ayında aldı ve o günlerde sağlık gerekçesinin yanında başka nedenler de önemli rol oynuyordu. Nedenlerden biri bugünlerde Deniz Baykal’ın CHP Genel Başkanlğından çekilmesine neden olan parti içi “ilişki” dedikoduları… Ama asıl neden elbette Lafontaine’in siyaseten uzlaşmayı seçmemesi ve bu uğurda gerekirse 25 yıllık siyasi kariyerini elinin tersiyle itmesi oldu… Şimdi önce Baykal vakasına benzer olaya sonra da siyasi tartışmalara bakalım.
Geçen yılın sonunda Die Linke’nin Marksist kanat sözcülerinden milletvekili Sahra Wagenknecht ile Oskar Lafontaine’in aşk ilişkisi yaşadığı basına sızdırıldı. Aynı bizde olduğu gibi Almanya’da da bunu kimin sızdırdığı tartışıldı, parti içinde muhtelif şüpheliler arandı, gizli servisler, sosyalizm karşıtlarının faaliyetleri tartışıldı. Sonuçta Lafontaine ile Wagenknecht arasında bir aşk ilişkisinin olup olmadığından çok, böyle bir “bilgi”yi basına kimin sızdırmış olabileceği gündemde kaldı. Kamuoyu ve parti içindeki bir grup bu “bilgi”yi, partideki reel politikerlerin sızdırdığına inandı. En azından Alman basınında bu konuda haberler çıktı. Die linke içinde iktidar hırsı ve pragmatizmleriyle anılan doğulu politikacıların batılı ‘doğmatik marksist’ Wagenknecht’ten hiç hoşlanmadıkları sır değildi. Komplo teorileri ya da gerçek etrafında tartışmalar döndü. Tartışmalarda, bu ‘ilişki’yi basına sızdıranların doğulu pragmatistler olabileceğini söyleyenler, Lafontaine gerçekten kanser operasyonu için hastanedeyken, doğuluların ‘Lafontaine sonrasının planlanması gerektiğini’ de açıklamaları üzerinde duruyorlardı. Doğuluların açıklamasıyla, Wagenknecht ve Lafontaine arasında aşk ilişkisinin olduğu aynı dönemde gündeme gelmişti.
Oskar Lafontaine’in siyasetten ayrılmasının ikinci ve en önemli nedeni ise, “prensipler” ve “iktidarda olma” tartışmasıydı. Aşk dedikodusunun bir yıpratma aracı olarak kamusal alana taşınmasının nedeni de bununla ilgiliydi. Lafontaine, 1999 yılında Sosyal Demokrat Parti (SPD) Genel Başkanı ve Maliye Bakanı iken Gerhard Schröder başbakanlığındaki kendi hükümetinin neo liberal politikalarına karşı çıkarak hem partisinden hem de bakanlıktan istifa etmişti. Lafontaine, 2005 yılında batılı sol sosyal demokratları ve batılı Marksist bazı grupları birleştirerek bir inisiyatif oluşturmuş, daha sonra da bu inisiyatif Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS) ile birleşerek ‘die Linke’ kurulmuştu. Lafontaine, kuruluşundan beri die Linke’nin batıya açılan kapısı ve neo liberalizme en sert eleştiriler getiren lideriydi. Lafontaine, ‘neo liberaller’ dediği sosyal demokratlarla eyaletlerde veya genel iktidarda, prensiplerden ödün verilerek koalisyon yapılmasına temelden karşı çıktı. Sürekli, sosyal demokratlardan neden ayrıldıklarının unutulmamasını hatırlıttı. Partideki diğer kanat ise, ütopyayı bırakıp iş yapmak gerektiğini söyler bir durumdaydı.
Lafontaine, daha önce terk ettiği partiye yakınlaşma yerine, sosyal demokratların kendilerine yakınlaşmasını savunuyor. Die Linke’deki Marksistler de bu konuda Lafontaine gibi düşünüyor. Örneğin hem Lafontaine hem de sol kanat, die Linke’nin koalisyon ortağı olduğu Brandenburg veya Berlin eyaletinde partinin, sosyal demokratlara fazla ödün vererek adeta kendi ideallerinden vazgeçtiğini savunuyor. Pragmatistler ise, ütopistlere göre, iktidar büyüsüne fazla kapılmış bir görünüm arz ediyor. Lafontaine, Ocak ayında Mayıs’taki kongrede partiyi ve siyaseti bırakacağını açıkladığında iki yorum öne çıkmıştı. İlki lafontaine, uzlaşma yerine terk etmeyi seçti yönündeydi, ikincisi ise, eşi artık Berlin’de o kadın milletvekili ile aynı çatı altında kalmasına izin vermiyor biçimindeydi. Elbette ikinci yorum daha çok siyasi magazin kategorisine daha yakındı. Oskar Lafontaine, neo liberal sosyal demokratları terk ettikten sonra “Yürek solda atar” diye bir kitap yazmıştı. Şimdi Oskar’ın solda atan yüreğinin bir hayli sancı çektiğini tahmin etmek zor olmasa gerek…
HOMOJEN POLİTİKA ÜRETMEK ZOR
Mayıs ayında die Linke’nin genel kongresinde partinin başına kimlerin geçeveği Ocak ayındaki genel yönetim kurulu toplantısında belli olmuştu. Gesine Lötzsch ve Klaus Ernst zaten o günden beri partiyi yönetiyordu. Lötzsch, doğu alman olmasına rağmen, Marksistlere ve Lafontaine’e yakın, Ernst ise, Bavyeralı olmasına rağmen doğulu pragmatistlerin ekibinde. Ernst ayrıca, eski bir SPD’li olarak şimdi tekrar SPD’ye göz kırpıyor. Hafta sonu delegelerin oyuyla da görevlerine getirildiler.
Lafontaine için “Almanya solunu birleştiremedi ama SPD’yi böldü” diyenler haklı çıktı gibi. Çünkü geçen seçimde die Linke’yi yüzde 12’ye çıkaran Lafontaine, SPD’nin de tarihinin en düşük oy oranında kalmasına neden olmuştu. Şimdi SPD’liler, Lafontaine’in gitmesine seviniyor ve die Linke’ye göz kırpıyor. Hatta die Linke’nin içindeki bir grupla, Yeşiller ve SPD’liler düzenli görüşüyor. Ancak, die Linke’nin karşı çıktığı sosyal devletin tasfiyesi anlamına gelen SPD politikaları yürürlükte olduğu müddetçe die Linke solunun SPD’ye yaklaşması mümkün görünmüyor. Bu da partide Lafontaine sonrasında homojen bir politika oluşturmanın iyice zorlaşacağını hatta bazı bölünmelerin gündeme gelebileceğini akla getiriyor.
Hele hele partinin Lafontaine ile birlikte en önemli ayaklarından olan diğer eşbaşkan Lothar Bisky’nin de eşbaşkanlıktan ayrılması işleri daha da zorlaştırıyor. Bu zamana kadar partide adeta obdusman gibi duran Bisky Avrupa Parlamentosunda Sol Grubu başkanlığını üstlenince partideki görevini bırakacağını açıklamıştı. Hafta sonu resmen bıraktı da…
Geçen yılın sonunda Die Linke’nin Marksist kanat sözcülerinden milletvekili Sahra Wagenknecht ile Oskar Lafontaine’in aşk ilişkisi yaşadığı basına sızdırıldı. Aynı bizde olduğu gibi Almanya’da da bunu kimin sızdırdığı tartışıldı, parti içinde muhtelif şüpheliler arandı, gizli servisler, sosyalizm karşıtlarının faaliyetleri tartışıldı. Sonuçta Lafontaine ile Wagenknecht arasında bir aşk ilişkisinin olup olmadığından çok, böyle bir “bilgi”yi basına kimin sızdırmış olabileceği gündemde kaldı. Kamuoyu ve parti içindeki bir grup bu “bilgi”yi, partideki reel politikerlerin sızdırdığına inandı. En azından Alman basınında bu konuda haberler çıktı. Die linke içinde iktidar hırsı ve pragmatizmleriyle anılan doğulu politikacıların batılı ‘doğmatik marksist’ Wagenknecht’ten hiç hoşlanmadıkları sır değildi. Komplo teorileri ya da gerçek etrafında tartışmalar döndü. Tartışmalarda, bu ‘ilişki’yi basına sızdıranların doğulu pragmatistler olabileceğini söyleyenler, Lafontaine gerçekten kanser operasyonu için hastanedeyken, doğuluların ‘Lafontaine sonrasının planlanması gerektiğini’ de açıklamaları üzerinde duruyorlardı. Doğuluların açıklamasıyla, Wagenknecht ve Lafontaine arasında aşk ilişkisinin olduğu aynı dönemde gündeme gelmişti.
Oskar Lafontaine’in siyasetten ayrılmasının ikinci ve en önemli nedeni ise, “prensipler” ve “iktidarda olma” tartışmasıydı. Aşk dedikodusunun bir yıpratma aracı olarak kamusal alana taşınmasının nedeni de bununla ilgiliydi. Lafontaine, 1999 yılında Sosyal Demokrat Parti (SPD) Genel Başkanı ve Maliye Bakanı iken Gerhard Schröder başbakanlığındaki kendi hükümetinin neo liberal politikalarına karşı çıkarak hem partisinden hem de bakanlıktan istifa etmişti. Lafontaine, 2005 yılında batılı sol sosyal demokratları ve batılı Marksist bazı grupları birleştirerek bir inisiyatif oluşturmuş, daha sonra da bu inisiyatif Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS) ile birleşerek ‘die Linke’ kurulmuştu. Lafontaine, kuruluşundan beri die Linke’nin batıya açılan kapısı ve neo liberalizme en sert eleştiriler getiren lideriydi. Lafontaine, ‘neo liberaller’ dediği sosyal demokratlarla eyaletlerde veya genel iktidarda, prensiplerden ödün verilerek koalisyon yapılmasına temelden karşı çıktı. Sürekli, sosyal demokratlardan neden ayrıldıklarının unutulmamasını hatırlıttı. Partideki diğer kanat ise, ütopyayı bırakıp iş yapmak gerektiğini söyler bir durumdaydı.
Lafontaine, daha önce terk ettiği partiye yakınlaşma yerine, sosyal demokratların kendilerine yakınlaşmasını savunuyor. Die Linke’deki Marksistler de bu konuda Lafontaine gibi düşünüyor. Örneğin hem Lafontaine hem de sol kanat, die Linke’nin koalisyon ortağı olduğu Brandenburg veya Berlin eyaletinde partinin, sosyal demokratlara fazla ödün vererek adeta kendi ideallerinden vazgeçtiğini savunuyor. Pragmatistler ise, ütopistlere göre, iktidar büyüsüne fazla kapılmış bir görünüm arz ediyor. Lafontaine, Ocak ayında Mayıs’taki kongrede partiyi ve siyaseti bırakacağını açıkladığında iki yorum öne çıkmıştı. İlki lafontaine, uzlaşma yerine terk etmeyi seçti yönündeydi, ikincisi ise, eşi artık Berlin’de o kadın milletvekili ile aynı çatı altında kalmasına izin vermiyor biçimindeydi. Elbette ikinci yorum daha çok siyasi magazin kategorisine daha yakındı. Oskar Lafontaine, neo liberal sosyal demokratları terk ettikten sonra “Yürek solda atar” diye bir kitap yazmıştı. Şimdi Oskar’ın solda atan yüreğinin bir hayli sancı çektiğini tahmin etmek zor olmasa gerek…
HOMOJEN POLİTİKA ÜRETMEK ZOR
Mayıs ayında die Linke’nin genel kongresinde partinin başına kimlerin geçeveği Ocak ayındaki genel yönetim kurulu toplantısında belli olmuştu. Gesine Lötzsch ve Klaus Ernst zaten o günden beri partiyi yönetiyordu. Lötzsch, doğu alman olmasına rağmen, Marksistlere ve Lafontaine’e yakın, Ernst ise, Bavyeralı olmasına rağmen doğulu pragmatistlerin ekibinde. Ernst ayrıca, eski bir SPD’li olarak şimdi tekrar SPD’ye göz kırpıyor. Hafta sonu delegelerin oyuyla da görevlerine getirildiler.
Lafontaine için “Almanya solunu birleştiremedi ama SPD’yi böldü” diyenler haklı çıktı gibi. Çünkü geçen seçimde die Linke’yi yüzde 12’ye çıkaran Lafontaine, SPD’nin de tarihinin en düşük oy oranında kalmasına neden olmuştu. Şimdi SPD’liler, Lafontaine’in gitmesine seviniyor ve die Linke’ye göz kırpıyor. Hatta die Linke’nin içindeki bir grupla, Yeşiller ve SPD’liler düzenli görüşüyor. Ancak, die Linke’nin karşı çıktığı sosyal devletin tasfiyesi anlamına gelen SPD politikaları yürürlükte olduğu müddetçe die Linke solunun SPD’ye yaklaşması mümkün görünmüyor. Bu da partide Lafontaine sonrasında homojen bir politika oluşturmanın iyice zorlaşacağını hatta bazı bölünmelerin gündeme gelebileceğini akla getiriyor.
Hele hele partinin Lafontaine ile birlikte en önemli ayaklarından olan diğer eşbaşkan Lothar Bisky’nin de eşbaşkanlıktan ayrılması işleri daha da zorlaştırıyor. Bu zamana kadar partide adeta obdusman gibi duran Bisky Avrupa Parlamentosunda Sol Grubu başkanlığını üstlenince partideki görevini bırakacağını açıklamıştı. Hafta sonu resmen bıraktı da…
(Selami İnce)