Allah’a bağlılık, menasıkı harfiyen yerine getirmekle değil, insanlar arası ilişkilerde belli olur.
Hz İsa(as)nın ümmetinden olup gerçekten gerçek İncil’e bağlı olanlar “Biz Tanrıyı gökte değil, komşularımızın davranışlarında görmek isteriz” derler… İslâm Dünyası denen âlemde ise, insanlar Rabbin cemalini görmek için önce ölmeyi, sonra kıyameti, daha sonra da cennete girmeyi beklerler. Açıkça söylüyorum; bu beklentilerin birincisi hariç sonrakilerin hiçbir garantisi yok. Şu işe bakın ki, bunun böyle olduğunu bilmeyen yok ya da tam tersi bilmeyen çok…
Ahret inancını da yeniden şöyle dikkatli bir şekilde gözden geçirmek gerekiyor diye düşünüyorum. Birkaç gün önce seksen üç yaşındaki annemin ilaçlarını yazdırmak üzere evimizin yanındaki sağlık ocağına gitmiştim. İlaçları almaya eczaneye giderken yolda iki bastonuyla nerede ise doksan derece bükülmüş belki de doksan yaşında bir dedenin zor zar eczaneye doğru yürüdüğünü gördüm. Aynı anda karşıdan henüz yirmi yaşına girmemiş iki delikanlı birer kolları birbirilerinin omzunda ve diğer ellerinde telefonları neşe ile gülerek geliyorlardı. O an ahret aklıma geldi ve bu gençlerle bir ahret egzersizi yapmaya karar verdim. Biraz hızlı yürüyüp dedeyi geçtim, o arada gençler de bana yaklaşmışlardı, “Selâmunaleykum arkadaşlar!” dedim. Onlar da gayet içten ve canlı bir şekilde “aleykümselâm amca!” dediler. Selâmımın onların neşesini kaçırmadığını, aksine sempati ile aldıklarını görünce, hiç tanışmadığımız o delikanlılara “Size bir şey söyleyebilir miyim?” dedim. “Evet, tabi amca!” dediler. Ben de “Ahrete inanmak, günü gelince bu dede gibi olacağımıza inanmaktır, yani şimdinin sonrasına!” dedikten sonra iyi günler dileyip yoluma devam ettim. Onlar dikkatlice önce bana baktılar sonra aynı dikkatle dedeye de bakarak yollarına devam ettiler. Arkalarına dönüp bir daha bana veya dedeye bakıp bakmadıklarını bilmiyorum.