İstanbul-İstiklal Caddesi’nde dört kişinin yaşamını yitirmesine, 39 kişinin yaralanmasına yol açan saldırıyı gerçekleştiren “canlı bomba” “teröre müzahir kişi” çıktı!
İçişleri Bakanı Efkan Ala, “Bana verilen bilgiye göre canlı bombanın emniyet ve jandarmada kaydı yok” diyor.
Eğer bu doğruysa durum vahim. Ama yok doğru değilse, durum daha da vahimdir!
‘CANLI BOMBA’NIN KAYDI YOKSA…
Eğer İçişleri Bakanının söylediği doğruysa emniyetin, jandarmanın, elbette ki Hükümetin IŞİD’in Türkiye’deki faaliyetlerine karşı hiçbir istihbaratı yok demektir. Çünkü İstiklal Caddesi “canlı bombası” daha önceki Adıyamanlı IŞİD’li “canlı bombacılarla” (‘Dokumaclar”la) kapı bir komşu!
Çünkü Adıyaman’la Antep sadece idari bakımdan ayrı ama sosyal ilişkileri bakımından bir il gibidir. Burada “gibi” bile fazladır. Bu yüzden de “Dokumacılar”la Antepli “Durmazlar”ın ilişkisini bilmemek akla uygun değildir. Hele de Mehmet Öztürk’ün “teröre müzahir” ve “IŞİD’le ilişkili kişi” gibi polisin resmiyete koymadığı kayıtları da olduğuna göre IŞİD’e yönelik aylardır sürdürüldüğü iddia edilen soruşturmalarda Mehmet Öztürk ve bağlı olduğu ilişkilere ulaşılmamış olması ya ulaşılmak istenmemesi ya da bilmezden görmezden gelme tercih edildiği içindir.
DAHA DA VAHİMİ VAR!
Bu yüzden de eğer, İçişleri Bakanının bilgisinin tersine Mehmet Öztürk’ün (bu gruptaki diğerlerinin) poliste kaydı varsa, Suruç sonrasındaki Ankara 10 Ekim ve İstanbul Sultanahmet katliamının önlenememiş olmasının geçerli bir nedeni olmadığı gibi İstiklal Caddesi bombacısının engellenmemesinin de inandırıcı bir nedeni olamaz. Bu yüzden de onca polis soruşturmasından sonra ve “teröre müzahir, IŞİD’le ilişkili”, dahası bir yıl kadar önce Suriye’den Türkiye’ye yasa dışı yollardan geçerken yakalanmış ama her nedense üstünde durmadan bırakılmış bir kişi olarak, Mehmet Öztürk, bunca “kayda” karşın, İstiklal Caddesi saldırısının engellenememesi, “Bu kişinin emniyet ve jandarmada kaydı olmaması”na bağlanması inandırıcı değildir. Daha vahim olanı da “kaydı yok” denen kişinin gerçekte pek çok kaydının varlığıdır.
Ama şu da var.
10 Ekim Ankara Katliamı sonrasında ortaya çıkan gerçeklere karşın bizzat Başbakan, IŞİD’in, bu saldırıları yapanların arkalarında birden çok terör örgütünün, bölgede faaliyet sürdüren istihbarat örgütlerinin ve bazı devletlerin de bulunduğu, “kokteyl bir terörle”, “kolektif terörle” karşı karşıya olunduğunu iddia etmişti. Ama kısa bir süre sonra hiç de öyle karmaşık ve “kokteyl terörle” değil, IŞİD’in “Dokumacılar grubu”ndan birbirlerinin çocukluk arkadaşı olan kişilerin, hiç de karmaşık olmayan bir emir komuta çerçevesinde IŞİD’in Suriye koluyla bağlantılı olarak hareket ettikleri ortaya çıkmıştı. Şimdi de IŞİD’in Antep grubunun benzer sıradan ilişkiler içinde oldukları “teröre müzahir komşular ve akrabalar”dan oluştuğu ortaya çıkmıştır!
‘KOKTEYL TERÖR’DEN ‘TERÖRLE BİRLİKTE YAŞAMA’YA!
Nitekim, Başbakanın pek severek kullandığı “kokteyl terör” kavramı bir adım geri çekilerek, “Terörle bir arada yaşamayı öğrenmeliyiz”, “Arkasında büyük güçler olan önlenemez terörist saldırı” tezine dönüştürülmüş görünmektedir. Ki, bu teze göre, “Terörün arkasındaki devasa güce karşı savaşmak için” daha çok polise, daha çok askeri kuvvete, daha çok güvenlik önlemine, toplumu daha çok zapturapt altına almaya… ihtiyaç vardır!
Nitekim bu amaçla son günlerde alınan polisiye önlemler bile ülkenin nereye götürülmek istendiğini göstermektedir:
* Emniyete 12 bin yeni özel harekatçı polis almak için harekete geçilmiştir.
* İç Güvenlik Yasası’nın yeniden değiştirilerek polisin yetkisinin artırılması, basın ve ifade özgürlüğünün kısıtlanması için yeni düzenlemeler yapılması için girişimler başlatılmıştır.
* Başlıca kentlerin caddelerinde, sokaklarında, kara yollarında barikatlar kurulmuş, “huzur operasyonları” adı altında yoksul mahalleler polisin yol geçen hanına çevrilmiştir.
* Valiler kentlerde fiili sıkı yönetim uygulanması için emirler vermiş, her tür basın açıklaması ve protesto polis şiddetiyle bastırılmaya girişilmiştir.
* Barış ve özgürlük talebiyle yapılmak istenen Newroz gösterilerinin önlenmesi için 200 bin polisin görevlendirildiğini bizzat İçişleri Başkanı açıklamıştır.
* Yüz küsur yıllık Kürt sorununun çözümü; bölge illerinde ve ilçelerinde sokağa çıkma yasaklı operasyonlar ve iç savaşa dönüştürülen, savaş uçaklarının da katıldığı operasyonlar da “terörle mücadele”ye bağlanarak sürdürülmektedir.
‘TERÖRE KARŞI MÜCADELE’ İLE HALKI TERÖRİZE ETMEK
Böylece terörist eylemlere zemin hazırlayan Hükümetin politikalarının tartışılması yerine, “Teröre karşı mücadele için alınacak güvenlik önlemleri” medya ve politika arenasında gündemi bloke etmektedir.
“Ya bizden yanasınız ya teröristten” dayatması da gündemin böyle bloke edilmesiyle bağlantılıdır.
Doğrusu olup bitene bakınca Erdoğan-Davutoğlu yönetiminin iç ve dış politikasını (hatta ekonomisini) “terörle mücadele konseptine” indirgeyerek, muhalefeti de sokağa çıkmaktan korkar hale getirmeyi, halkı da buradan yedeklemeye, kendi politikasını desteklemeye mahkum etmeyi başlıca tutum haline getirmiştir.
Onun için de; “Adı sanı bilinen IŞİD’cilerin sırtlarına ‘canlı bomba yeleğini’ giyip evinden çıkıp, mahallesinden yürüyerek, kendi ilinin otogarından otobüse binip İstiklal Caddesi’ne kadar hiçbir engelle karşılaşmadan gelebilmesi kimin politikasına hizmet etmektedir; bu kişiler hangi toleransla böyle basitçe eylem yapabilmektedir?” sorusu büyümektedir. Çünkü bunun önlenmesi için ne yeni polis kadrolarına, ne özgürlükleri sınırlayacak önlemlere ne de halkı terörle bir arada yaşamaya (Terörle terbiye etmeye demek daha doğru) ihtiyaç yoktur!
Yeter ki, göz yumulmasın, tolerans gösterilmesin!
Yeter ki “Şehit kanıyla sulanmadan toprağın vatan olmayacağı”, “Bayrakları bayrak yapanın üstündeki kan olduğu”, “Şehitliğin korkulan değil ulaşılması istenen bir makam olduğu” biçimindeki cihatist, şovenist propaganda devletin en üst katlarından yapılan bir propaganda olmaktan çıkarılsın!