Bir yanda çürümüş rejimin aktörlerinin sahne aldığı kirli bir oyun, diğer yanda ülkenin geleceği için teslim olmayan milyonlar. Sahnede parlak ama içi boş insanların yıldızları sönerken, sıradan insanların büyük öyküsüne yer açılıyor.
Yaşar Aydın
Türkiye, içinden çıkılamayan bir karabasanla yaşamak zorunda bırakılmaya çalışılıyor. Tek adam rejiminin ve bunun sonucunda yaşanan siyasal ve toplumsal çürümenin kanıksanması, kabullenilmesi isteniyor. Başka bir hayat için umutlanmamıza izin verilmiyor.
Uyuşturucu, kara para, mafya, şiddet, yağma en çok duyduğumuz kelimeler oldu. Banka fonları, güzellik merkezleri, futbol kulüplerinin gerçek iştigal konularının neler olduğunu öğrendik. Hulasa ülke imitasyon mafya cenneti sanki. Çürüme ve yozlaşma, birini tarif etmek için en çok başvurulan kelime olmuş durumda.
Türkiye’ye dışardan bakan birinin ne gördüğünü tahmin etmek çok zor değil. Sürekli bağırarak konuşan bir adam ve ona eşlik eden milyonlar.
Türkiye’nin gerçek fotoğrafı bu mudur? Gerçekten ülkede herkes AKP’li Faruk Koca tarzında mı yaşıyor. Hiç umut ışığı yok mu?
HAFTA SONUNA BAK
Geçen hafta sonu hem Ankara hem İstanbul’da eylemler vardı. Emekliler Ankara’da toplanırken eğitimde gericiliğe karşı olanlar, laiklik isteyenler İstanbul’daydı.
1970’lerin sonlarında daha güzel bir ülke mücadelesi için sorumluluk alan genç yürekler aradan geçen 40 yıla rağmen hala aynı kararlılıkla meydanlara indiler. Ülkenin gerçek sorunlarına yine sırtlarını dönmediler. Hafta sonunu torunlarına ayırmak yerine ülkenin bugününe ve geleceğine sahip çıkmayı tercih ettiler. Bu ülke insanının, emeklilere karşı borcu her geçen gün artıyor. Sadece 25-30 yıl verdikleri hizmetten dolayı değil, hayatlarının tamamını savaşa, sömürüye, baskıya karşı daha güzel bir dünya mücadelesi içinde geçirdikleri için de borçluyuz onlara. Bunca yıl sonra bile öğretiyor, umut ve güç vermeye devam ediyorlar. Önce çocuklarına devrettikleri umudu şimdi de torunlarına devrediyorlar büyük bir coşkuyla. Tek başına onların varlığı bile ülkenin geleceği adına umutlu olmak için yeterli.
Tıpkı Kırklareli’nde ÇEDES uygulamasına karşı mücadele eden eğitim emekçileri gibi. Tıpkı 9 Eylül Üniversitesi’nde yemekhane zamlarına karşı mücadele eden gençler gibi. Ve tabi ki Urfa’daki işçiler gibi. Her gün en yakın arkadaşını dolandıranların haberi manşet olurken bir arkadaşlarının işten atılması üzerine gemileri yakanların hikayesine nasıl tutunmayız? Üstelik patronu, jandarması, müftüsü ile yani AKP Devleti’nin kendisi ile mücadele ederek bunu yapabilmek.
GERÇEK OLAN HANGİSİ?
İki Türkiye var. Birisi Faruk Koca, Mehmet Büyükekşi, kalp krizi geçiren milletvekiline hakaret eden AKP’liler, üçer beşer maaşlılar, foncular, rüşvetçiler, yağmacılar ve Saray’ın Türkiye’si. Diğeri ise sadece kendisinin değil arkadaşının ekmeği için de direnen işçinin, hakkını arayan emeklinin, eve hapsedilemeyen kadının, laik bir eğitim, laik bir dünya isteyen eğitimcinin, gelecekleri için mücadele eden gençlerin Türkiye’si.
Türkiye’yi ekranlarda ve gazete sayfalarında daha çok görünen, daha çok sesi çıkanların ülkesi olarak görmek, çok küçük bir alana bakarak karar vermek olur. Türkiye’nin ezici çoğunluğu ısrarla ve inatla AKP’nin dayattığı çürümüş rejime itaat etmiyor.
Daha 3 gün önce yayımlanan kamuoyu yoklamasında ülkenin sadece yüzde 30’unun “Türkiye iyi yönetiliyor” yanıtını verdiğini görüyoruz.
Adı yaldızlı isimlerin içinde yer aldığı küçük gündemlerin değil, sıradan insanların yarattığı büyük hikayelerin peşinden gitme zamanı geldi. Okul, stat, işyeri, orman, park, mahalle ya da şehir fark etmez, iktidarın hayatı ele geçirmeye çalıştığı her yerde mevzilenme zamanı.
Merak etmeyin ısrar edilirse bu sesler birleşerek çoğalacak ve daha güçlü çıkacak. İttifaklar, istifalar, pazarlıklarla dolu siyaset sahnesi gerçek oyunculara yer açmak zorunda kalacak.