Kur’an’da birçok surede geçen zikir, tesbih ve sabır kavramları üzerine, Kaf suresindeki 37- 45’nci ayetler grubundan hareketle ve diğer surelerdeki ayetlerden de yararlanarak üç deneme yazmaya çalışacağım. Aynı zamanda bu bir tartışma olacak. “Şüphesiz ki, bunda zikir vardır, aklını kullanan ya da kulak verip işiten için o şahittir. Ve elbette biz gökleri, yeri ve aralarındakileri altı günde yarattık. Bize yorgunluktan hiçbir şey dokunmadı. Öyle ise onların söylediklerine sabret. Ve gün doğmadan ve batmadan önce Rabbini hamd ile tesbih et. Geceleri ve secdelerin ardından da O’nu tesbih et. Çağırıcı, yakın bir yerden çağırdığı gün, dinle. O gün çağrıyı hak ile işitirler. İşte bu çıkış günüdür. Şüphesiz biziz yaşatan ve öldüren. Ve dönüş bizedir. O gün yeryüzü onlardan süratle yarılır. İşte bu haşirdir ki, bize kolaydır. Biz onların neyi söylediklerini biliriz. Ve sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Vaad edilenden korkan kimselere Kur’an ile zikret.” (Kaf, 37-45). Kur’an’da sıkça karşılaştığımız bu üç kavram gerçekten çok önemli anlamlarla yüklü olup Kitabın temel kavramlardandırlar. Sözlüklerde Zikir kavramı için; anmak, hatırlatmak, bildirmek, hatıra getirme, ağza alma, beyan, ifade, övme, iyilikle anma, ibret, örnek, öğüt, bildiri denilmiştir. Tesbih kavramı için sözlüklerde, Allah’ı yüceltmek, nafile namaz, tenzih ve dua etmek, tespih çekmek gibi anlamlar verilmiştir. Bu iki kelime çok fazla olmasa da gündelik dilde çeşitli formlarda kullanılmaktadır.
“Şüphesiz ki, bunda zikir vardır, aklını kullanan ya da kulak verip işiten için o bir şahittir. ” Bu ayetteki “fi zalike” ile işaret edilen kaynak; Kaf sûresinin bu ayetlere kadar olan kısmı, bundan sonra gelecek ayetleri, surenin bütünü ya da Kur’an’ın tamamı da olabilir. Burada önemli bir durum göze çarpıyor: söz konusu kaynaktaki zikir(öğüt, bildiri) herkes için değil, sadece ayette belirtilen özellikleri taşıyan insanlar içindir. Buradaki insanla ilgili özelliklere baktığımızda da, bu özelliklerin belli dönemlerde belli insanlarda bulunan özellikler olmadığını görürüz. Sözü edilen ‘aklını kullanmak’, ‘kulak verip işitmek’, ‘gerçekleri görüp şahit olmak’ gibi özelliklere sahip insanlar her dönemde ve her yerde bulunabilirler. Çünkü burada belirtilen özellikler temelde insanda var olması gereken özelliklerdir. Aklını doğru kullanma, kulak verme ve şahit olma bunlar insan olmanın şartlarındandır. Bütün mesele bu değerlerin doğru kullanılmasıdır. Yani insanı ve insanda bulunan bu değerleri yaratan Allah’ın gösterdiği doğrultuda işletilip, çalıştırılmasıdır. Başka bir deyişle Allah’ın, insanın aklına yönelik koyduğu yasaya insanın uymasıdır. Buradan şu sonuca geliyoruz: Kaynaktaki zikir, belirli özelliklere sahip insanlar içindir. Ve bu insanlar her zaman ve mekânda bulunabilirler. Kaynak, bu yönü ile tam bir evrenselliğe sahiptir. Bu evrensel kaynağın zikri ile beslenen insan, tarihin her döneminde Allah’ın adlandırmasıyla Müslüman olarak anılır. (Hac, 22: 78).
Allah Teâlâ’nın gücü, insan olarak bizim düşünebileceğimiz en küçük zaman parçasında gökleri ve yeri yaratmağa yeterli olduğu halde O, yerleri ve gökleri altı günde yarattığını bildiriyor. Bu olayda bir mesajın bulunduğunu, hemen ardından gelen ayetin şu kısmından anlıyoruz. “Öyle ise onların söylediklerine sabret!” Demek ki, bazı işlerin olması için zamana ve doğru bir duruşa ihtiyaç vardır. Biz isteriz ki, kendilerine İslâm’ı tebliğ ettiğimiz her insan hemen dini kabul edip Müslüman olsun, ama öyle olmuyor. Öyle olmadığı gibi çok ters tepkiler ile de karşılaşabiliyoruz(Zamanında Resulüllah(s) da karşılaşmıştı). Bu durumda sabır emrediliyor. Hemen ayetin devamında sabır olayı da tanımlanıp açıklığa kavuşturuluyor. “Gün doğmadan ve batmadan önce Rabbini hamd ile tesbih et. Geceleri ve secdelerin ardından da O’nu tesbih et.” Burada dikkat edilirse; bir günün, yani 24 saattin tamamı ortaya konmuş durumdadır. O halde Müslüman’ın karşısında bulunan insanlar hangi tavır içinde olurlarsa olsunlar, Müslüman’ın tavrı sürekli aynı olmak durumundadır: sabır ve tesbih etmek ya da tesbih edip sabretmek… Bu noktada sabır kavramı üzerinde, Kur’an bağlamında yüklendiği anlam bakımından kısaca durup tartışmak yararlı olur. Sabır: Hak üzerinde istikrarlı bir şekilde direnmek, Allah yolundaki mücadelede sürekli olmak, kulluk bilinç ve görevinden taviz vermemektir. Sabır kavramı ve eylemi hakkında öne sürdüğümüz bu tanım ve açıklamalar tamamen Kur’an’dan aldığımız bilgilerdir. İlgili bazı ayetlerle konuya biraz daha açıklık getirmeğe çalışalım. “Sabırla ve salâtla yardım isteyin. Şüphesiz bu, huşu/bilinç içinde olmayanlara ağır gelir. Onlar ki, Rablerine kavuşacaklarını ve O’na döneceklerini bilirler.” (Bakara, 2: 45, 46). Bu ayetlerde iki tip insan anlatıldığı açıkça görülmektedir. Birincisi; sabır ve salâtla yardım isteyen, huşu üzere olup Rablerine kavuşacaklarını ve O’na kesinlikle döneceklerini bilen insanlar. İkincisi; sabır ve salâtla yardım istemenin kendisine ağır geldiği, huşu üzere olmayan, Rablerine kavuşacaklarını ve kesinlikle O’na döneceklerini bilmeyen gafil insanlar. Ayette açıkça görüldüğü gibi, Rablerine kavuşmak isteyenlerin sabır ve salât eylemi içinde olmaları gerekir. Salât kulluk ile ilgili eylem ise, bunda istikrarlı ve sürekli olmak da sabırdır. Bu anlamda sabır da Müslümanlığın bir gereğidir.
Salât adet halini alıp otomatiğe bağlanmış bir takım sembolik bedensel hareketler olarak anlaşılır ve böyle değerlendirilirse; sabırdan da fakir, yetim, dul, ihtiyar ve çocuk gibi savunmasız halkın kursağından çalınan etlerle, pilavlarla, tatlılarla şişirilmiş göbeklerle ve çeşitli renklerdeki cübbelerle, doksan dokuz turları yapmaktan başka bir şey anlaşılamaz. Bu anlamda ve eylemdeki sabır ve salât kesinlikle tesbih olamaz… Allah’ın dinini bu tür davranışlar yüceltemez. Allah’ın dinini gerçek anlamdaki sabır ve salât ile ortaya konan tesbih yüceltir. Allah ve Dini yüce değil mi ki, biz onları yüceltmeğe çalışıyoruz? Hayır! Kesinlikle böyle anlaşılmamalı. Kast edilen şudur: Allah ve Dini çok yücedir. Allah’ın yüce olan dininde salât, sabır ve tesbih içinde olan insanın kendisi yücelir. Böyle insanların oluşturduğu toplum yücelir, selâma ve selâm diyarına ermiş toplum olur. “Ey inananlar! Sabır ve salât ile yardım isteyin, muhakkak ki, Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 2: 153). Sabır kavramı bu ayetle ne kadar da açık bir şekilde ortaya konuyor… Unutulmamalı ki, Allah, haftada bir cumaya gidenle, arada sırada namaz kılanla, yılda bir Kur’an’ı yüzünden okuyarak hatim edenle ve ömründe bir kez hacca gidenle değil, salât eyleminde sürekli olanlarla, yani sabredenle beraberdir. “Yüzlerinizi doğu ve batıya çevirmeniz iyilik (birr) değildir. Asıl iyilik; Allah rızası için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunanlara mal vermek; Allah’a, ahret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere, inanmak; salâtı ikame etmek ve zekâtı vermektir. Antlaşma yaptıkları zaman antlaşmalarını yerine getirenler, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler; işte doğru ve muttakiler olanlar onlardır.” (Bakara, 2: 177). Bu mesajlarda sabır eylemi, kulluğun her türlü şartlarda yürütülmesinin bir gereği olarak öne sürülüyor. Ayetin tamamında iyiliğin şartları olarak sayılan değerlerin ısrarla ve sürdürülebilir biçiminde korunması işi, gerçek sabır olarak vurgulanıyor. Bu anlamda sabır, zikri destekleyici rolü ile kişinin, Allah’a karşı olan sorumluluk bilincinin artmasında önemli bir katkı sağlıyor…
“ ‘Rabbimiz biz inandık, bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru’ diyenleri, sabredenleri, doğru olanları, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranları, Allah için harcayanları ve seherlerde istiğfar edenleri, görmektedir.” (Ali İmran 3: 16, 17). Bu ayette açıkça görüldüğü gibi, “inandık” dedikten sonra, derhal inancın gerektirdiklerinin eylem olarak ortaya konması sabırdır. Yoksa sabır hiçbir zaman Müslüman’ı pasiflik ve “otur bekle” durumuna götürmez. Böyle düşünmek yanlış olur. Müslüman, yirmi dört saat kesintisiz sabır ve tesbihtedir. Şöyle de söyleyebiliriz: Müslüman, görevini hiç aksatmadan ve ara vermeden yürütmeye çabalayan bir insandır. O sabırdan pasifliği, uyuşukluğu ve yerinde saymayı anlamaz. Bir kez iman edip kendini Allah’a teslim etti mi, artık ondan sonra sürekli görevinin bilincinde ve eylemindedir. Çünkü artık uyuma ve uyuklama zamanı geçmiştir. “Ey inananlar; sabredin, direnip üstün gelin. Cihada hazırlıklı, uyanık bulunun ve Allah’tan korkun ki başarıya eresiniz.” (Ali İmran, 3: 200). “Eğer azap edecekseniz, size yapılanın eşiyle azap edin. Ama sabrederseniz, bilin ki sabredenler için daha iyidir. Sabret, sabrın ancak Allah iledir, onlara da üzülme, kurdukları tuzaklardan da sıkıntıya düşme. Çünkü Allah korunanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir.” (Nahl, 16: 126-128). “Bu Kur’an’dan önce kendilerine kitap verdiklerimiz, buna inanırlar. Onlara okunduğu zaman; “O’na inandık, O Rabbimizden gelen gerçektir. Zaten biz ondan önce de Müslümanlar idik” derler. İşte onlara sabretmelerinden ötürü mükâfatları iki kere verilir; onlar kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler. Boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: “bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz siz!, Size selâm olsun, biz cahilleri istemeyiz.” derler.” (Kasas 28: 52-55). “Yavrum salâtı ikame et, iyiliği emret, kötülükten vazgeçir ve sana isabet edene sabret. Çünkü bunlar büyük emirlerdendir.” (Lokman, 31: 17). “Sabret, Allah’ın vaadi mutlaka gerçektir. Günahına da istiğfar et ve akşam sabah Rabbini hamd ile tesbih et.” (Mümin, 40: 55). “O halde Rabbinin hükmüne sabret ve onlardan hiçbir günahkâra ya da nanköre itaat etme.” (İnsan76: 24). “Geçmekte olan zamana dikkat et! İnsan hüsrandadır. Ancak inanıp salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler kayıpta değildir.” (Asr, 103: 1-3).