Yerel seçimlere giderken Kürtlerle yeni açılım senaryoları gündemi tekrar işgal etse de halihazırda dümeni savaştan yana kırmış olan Erdoğan’ın başka bir istikamet tutturması hayli şaşırtıcı olur. Eğer ABD’den aradığı anlayışı bulur İran’la da ortak bir koordinatta buluşursa tüm güney sınırlarında kafaya koyduğu güvenli koridor planında ısrar edebilir.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Suriye ve Irak sınırlarında bir baştan diğer başa “güvenli bölge” oluşturma emeline temas eden birtakım gelişmeler yaşanıyor. Zap’taki askeri kayıplardan sonra Erdoğan’ın bu meseleyi ABD, İran ve Irak taraflarıyla ele alması bekleniyordu ki bu minvalde girişimler geliyor. MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın Bağdat’ta Cumhurbaşkanı Abdüllatif Reşid, Başbakan Muhammed Şiya el Sudani ve diğer siyasi liderlerle yaptığı görüşmeler dikkat çekiciydi. Resmi açıklamalarda sınır güvenliği, PKK’ye karşı mücadele, güvenlik-ekonomi odaklı “Kalkınma Yolu Projesi” ve suların paylaşımı gibi konular öne çıkarken Kalın’ın özellikle Süleymaniye üzerinde durduğunu anlıyoruz.
Ankara, PKK’ye karşı Kürdistan Demokrat Partisi’nde (KDP) gördüğü iş birliğini Kürdistan Yurtseverler Birliği’nde (KYB) bulamayınca Süleymaniye’yi hedefe koydu. ABD’nin yönlendirmesiyle KYB’nin Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile ilişkiler geliştirmesi Süleymaniye’yi MİT’in operasyon alanına dönüştürdü. Ankara, Bağdat’la iş birliğini artırıp Kürdistan’daki partileri kendi askeri stratejisine göre hizalamaya çalışırken bu konuda İran’la da yol almak istiyor.
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin iki kez ertelendikten sonra nihayet dün gerçekleşen ziyaretinde PKK’ye karşı önlemleri artırmanın yanı sıra iki ülkenin çakıştığı Irak ve Suriye sahnesindeki durumun konuşulduğunu farz ediyoruz. Ankara-Tahran arasında yakınlaşma sağlanırsa Türkiye’nin Kürdistan’da yürüttüğü askeri operasyonlara karşı Iraklı aktörlerden yükselen itirazlar geriletilebilir. Zor ama beklenti bu yönde.
***
Beri tarafta ABD ile Türkiye arasında en azından NATO zemininde uyumlu gidişatın bölgesel konulara yansımaları beklenebilir. Türkiye’nin, Fırat’ın doğusunda havadan operasyonlarına göz yuman ama kara harekâtına yeşil ışık yakmayan ABD’nin bölgedeki askeri varlığını gözden geçirebileceğine dair işaretler geliyor. Bu da Ankara’nın müdahale planlarına ilişkin senaryoların önünü bir kez daha açıyor. Washington’da politika değişikliğine yol açabilecek iki potansiyel faktörden söz edilebilir: Biri Gazze’deki savaşa paralel olarak ABD’nin Irak ve Suriye’deki üslerine yönelik İran bağlantılı Şii milis güçlerinden gelen saldırılar. Ki bu saldırılar Amerikalıları yeniden risk değerlendirmesine itiyor. Diğeri, İsveç’in NATO üyeliğinin önündeki engeli kaldırmasıyla birlikte Türkiye’nin Washington nezdinde alacaklı konuma geçmesi. Türk-Amerikan ilişkilerindeki sıkıntılı süreç Ankara lehine değişim sergilerse Erdoğan ABD’den gördüğü esnekliği yeni müdahaleler için fırsata dönüştürebilir.
***
Peki Amerikan politikasında değişiklik beklentisi gerçekçi mi? Al Monitor’dan Amberin Zaman’ın Amerikalı kaynaklardan aktardığı bilgilere göre Pentagon, Suriyeli Kürt müttefiklerinin Suriye yönetimiyle ortaklık kurmasını öngören bir plan üzerinde duruyor. Dışişleri’nin Suriye politikasını yeniden gözden geçirme çabaları çerçevesinde Türkiye’nin katkıları/görüşleri alındı. Önerilen stratejinin ana hatları, Savunma Bakanlığı’nın talebi üzerine 19 Ocak’ta Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi’nde Dışişleri, CIA ve diğer ilgili birimlerden yetkililerin katıldığı bir toplantıda ele alındı. Zaman’a konuşan kaynaklar önerinin içeriğini belirtmeden amacın SDG’yi korumak olduğunu vurguluyor.
Şimdiye kadar Biden yönetimi Amerikalı güçlerin çekilmesinin gündemde olmadığını belirtiyordu. SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi Kobani de Al Monitor’a tepkisini “Bunu ilk kez duyuyorum. Demokratik bir gelecek için bizimle anlamlı bir diyalog kurmayı reddeden Esad rejimi ile ilişkilerimizin durumu ve bırakın bizimkini, kendi topraklarını IŞİD’e karşı savunmaktan aciz Suriye Arap Ordusu’nun durumu dikkate alındığında bu kesinlikle uygulanamaz (…) Hayretler içindeyim ve bu çürümüş planın arkasındaki mantığı kavrayamıyorum” diye dile getiriyor.
***
ABD’nin eninde sonunda çekileceği öngörülse de politikayı gözden geçirme çabaları eli kulağında bir çekilmeye işaret etmiyor. Resmi gerekçe IŞİD’le mücadele olsa da Amerikan varlığının en önemli gerekçesi İsrail’in güvenceye alınması, İran’ın bölgesel rolünün zayıflatılması ve Suriye’nin eksen değişikliğine zorlanması. Gazze’deki savaş devam ederken Biden yönetimi mücbir nedenler olmadıkça kolayca pozisyon değişikliğine gitmeyebilir. Seçime hazırlanırken ilave siyasi maliyetlerden kaçınması beklenir. Geçen yıl Temsilciler Meclisi’nde Suriye’den çekilme yönündeki tasarının 103’e karşı 321 oyla reddedildiği dikkate alınırsa çekilme hamlesinin yönetimi Kongre’de zora sokacağı öngörülebilir. Eski Başkan Donald Trump’ın çekilme kararından vazgeçmesinde de Kongre’de kazan kaldıran üyeler etkili olmuştu. 2021’de Afganistan’dan apar topar çekilmenin müttefikler arasında yarattığı çöküntüyü toparlamak ancak ertesi yıl Ukrayna savaşı ile mümkün olmuştu. Şimdi Biden yönetimi bir benzerinin Irak ve Suriye’de tekrarlanmasından kaçınabilir. Orta Doğu’da zayıflık göstergesinin İran, Rusya ve Çin’in işine yarayacağı değerlendirmesi hala belirleyici. Tabii Trump, Beyaz Saray’a döner de Erdoğan’ın bunaltıcı telefonlarıyla karşılaşırsa bir kez daha “Tamam Suriye senindir” diyebilir.
***
Farklı çevrelerde Gazze savaşının da itmesiyle ABD’nin Irak ve Suriye’deki askeri varlığına karşı İran ile Türkiye’nin birlikte hareket etme olasılığı da konuşuluyor. Bunun alt başlığında PKK’ye karşı ortak mücadele ve Suriye’de Kürtlerin liderliğindeki fiili özerk yapının çökertilmesi yer alıyor. İki ülkenin İsrail-Filistin politikaları çok uyumsuz olduğundan bunun ortak politikalar için katalizör olabileceği söylenemez. Ortaklık olacaksa bu Gazze’den bağımsız olarak gelişebilir. Yine de bu öngörü çok su kaldırır. Evvela Suriye ve Irak’ta birbirine çelme takan iki ülkenin farklı pozisyonlardan kaynaklanan derin çelişkileri gidermesi gerekir. Amerikan askeri varlığına karşı çıkmak teorik olarak İran-Türkiye yakınlaşması için zemin oluşturabilir ama bu yeterli değil. Aralarındaki sorunlara rağmen NATO zemininde ABD’yle ortaklık pek çok tercihin üzerine çıkıyor. Washington’la sorun Suriye siyasetinin tamamında değil Kürtler faslında beliriyor. Gecikmeli de olsa İsveç’in NATO’ya sokulmasındaki uyumluluk Ankara-Washington hattındaki gerilimleri epeyce emeceği için Amerikan karşıtı zemin dünden daha kaygan hale geliyor. İran ile Türkiye’nin çözüm önerileri de taban tabana zıt. Tahran, Fırat’ın doğusundaki meselenin tek taraflı askeri harekatlarla değil ancak Şam-Ankara normalleşmesiyle çözüleceğini düşünüyor. Amerikalılar da sonunda SDG’yi Suriye yönetimiyle ortak etme fikrine geldi. (Tahminen SDG’nin özerkliğini koruyan bir ortaklık teklifini pişiriyor olabilirler.) Türkiye’nin Fırat’ın batısında Tel Rıfat’ı hedefe koyan son operasyon planlarının önündeki en önemli engel İran’dı. Erdoğan’ın ABD’yle eşgüdüm halinde Suriye yönetimine karşı geliştirdiği düşmanlık ve silahlı muhalif örgütlere kalkan olmada gösterdiği kararlılık İran’ın önerisini sakatlıyor. SDG’nin Suriye ordusuna eklemlenmesi de Ankara’nın görmek istediği bir seçenek değil. Bunun yanı sıra İran askeri operasyonların hem Irak-Kürdistan hem Suriye tarafında Türkiye’nin kontrol alanlarını genişletmesine yaradığını düşünüyor ve bunu kendi stratejik kurgusuna tehdit olarak görüyor. Bu bakış açısı özellikle Bağdat’taki aktörlerin pozisyonlarını da etkiliyor. Şam üzerinde İran etkisi sınırlıdır ama hepten göz ardı edilemez.
Bununla birlikte İran ve Türkiye arasında PKK’ye karşı koordinasyon dönemsel olarak yakalanabiliyor. Türkiye ve İran Suriye ve Irak’ta karşı karşıya gelirken PKK’ye karşı eşgüdüm geriledi. İran’ın PKK’ye karşı siyaseti 2011’de sağlanan çatışmasızlık mutabakatından beri pragmatik ve çelişkili tercihler içeriyor. Sözgelimi Suriye’de ABD ile ortaklık yüzünden Halk Koruma Birlikleri’ne (YPG) kızıp Şengal’de Şengal Direniş Güçleri’ne (YBŞ) destek verebiliyor ya da Irak Kürdistanı’nda İranlı Kürt partileri bombalarken PKK/PJAK’ın üslerini görmezden gelebiliyor.
Türkiye’nin Erbil’den sonra Süleymaniye’ye el atması da Kürdistan’ın bu yakasındaki İran nüfuzuna karşı açık bir tehdit olarak görülüyor. İran Bağdat’taki siyasi denklemin Kürt ayağı olarak KYB’nin öne çıkmasını tercih ediyor. İki ülke arasındaki rekabet son yıllarda öylesine çatışmacı bir boyut kazandı ki bunların kolayca gerileyebileceği beklentisi biraz naifçe.
***
Bağdat’ta da Türkiye’nin genişleyen askeri üsleri ve operasyonları artık artan oranda protesto konusu. Bunları sadece İran etkisine bağlamak da yanıltıcı. Reşid de Kalın’a Türkiye’nin Süleymaniye ve diğer kentlerde Irak’ın egemenliğin ihlal ettiğine dikkat çekip iki komşunun bu meseleleri karşılıklı saygı çerçevesinde ele alması gerektiği mesajı verdi. Ankara bu mesajı almak niyetinde değil.
Yerel seçimlere giderken Kürtlerle yeni açılım senaryoları gündemi tekrar işgal etse de halihazırda dümeni savaştan yana kırmış olan Erdoğan’ın başka bir istikamet tutturması hayli şaşırtıcı olur. Eğer ABD’den aradığı anlayışı bulur İran’la da ortak bir koordinatta buluşursa tüm güney sınırlarında kafaya koyduğu güvenli koridor planında ısrar edebilir. Ki Kalın da Bağdat’ta “Operasyonlar devam edecek” mesajı vermiş. Irak’ın Kürdistan sınırlarında yapabileceği fazla bir şey yok. Ankara da kendini buradan dayatıyor.