“İslam devlet öngörmemiştir.”tezi egemen paradigmanın liberaller eliyle pazarladığı bir tezdir. Batı emperyalizmi bu ve benzeri çalışmalarla egemenliğinin Müslümanlar tarafından tehdit edilmesini önlemeye çalışır. İslam’ın devleti öngörmediğini kabul etmek, liberal baskının oluşturduğu komplekse karşı ödünsüz bir teslimiyettir. Bu feragat, Müslümanların ellerini zayıflatır ve başka bir işe de yaramaz. Müslümanların devlet iddiasından vazgeçmesi sadece egemenleri mutlu eder ve onlar için adeta gökte ararken yerde buldukları bir hazineye dönüşür.
Diğer yandan İslam’ın siyasi bir iddiaya sahip olmaması, onu doğal olarak güzel ahlak ve ritüellere indirger. Bunun adı laikliktir ve istenen de zaten budur. Nitekim batılılar Hz. Muhammed için, “Mekke’de vaaz eden bir nasihatçi olsaydı sorun yoktu; ama o Medine’de bir devlet kurdu. Peygamberler için böyle dünya işleri uygun değildir.” diyorlar. Batılının gözünde Hz. İsa “Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya verin!” diyen uhrevi bir vaizdir.
Batılı, kiliseyi dünya işlerine (siyasete) karıştırmaz. Ahlak ve inanç dünyası dışında dine başka bir misyon yüklemez, dünya işlerine karışan dine de saygı duymaz. Cihan Harbi sonrası müstevlilerle yapılan anlaşma ardından kurulan Cumhuriyet, dine ve törelere karşı ciddi yasaklar getirmişken, Yunus Emre ve Mevlana’ya kucak açması ilğinçtir. Devlet radyolarında “Ayin yaparken yakalandılar. Yapılan aramalarda tespih ve seccade bulundu.” gibi haberler okunurken, diğer yandan Mevlana’nın felsefesinden söz edilebiliyor ve Yunus Emre’den şiirler okunabiliyordu.
Neden Yunus ve Mevlana? Savaşın galipleri, Yunus ve Mevlana’ya acaba nasıl bir misyon yüklemiştir? Bu sorular önemlidir ve cevap bulmak için bazı sorular sormak gerekir:
–Yunus ve Mevlana’dan beslenmek insanı pasifleştirir mi, yoksa mücadeleci ve savaşçı mı yapar?
–Yunus ve Mevlana’dan beslenen insanların siyasi bir iddiası olur mu, böyle bir topluluğun batı ile egemenlik mücadelesine girmesi mümkün müdür?
–Yunus ve Mevlana’yı akredite yapan irade, nasıl bir insan profili öngörmüştür?
Soruların muhtemel cevapları bizi, “Batı ile siyasi rekabet iddiasından vazgeçmiş bir Müslümanlık” projesi ile karşı karşıya olduğumuz kanaatine ulaştıracaktır.
Özel okulda çalıştığım yıllarda Yunus Emre’nin şiirlerini ihtiva eden hediye bir kitap almıştım. Bu kitabın Lions Kulübü tarafından ücretsiz olarak dağıtıldığı notuna sonradan dikkat ettim. Bir İslam şairi ile Lions kulübünün nasıl bir ilgisi olabilirdi ki? En yakınımdakine sordum:
–“Yunus’u yahut Mevlana’yı okuyarak yetişen birisi nasıl olur?”
–“Halim selim birisi… Kafasına vur, ekmeğini al!”
Artık egemenlerin bilinçaltını okuyabilirim: “Size din lazımsa onu da biz verelim. İşte Yunus ve işte Mevlana! Onlar akreditedir. İlla dininizi öğrenmek istiyorsanız, onların yorumlarından öğrenebilirsiniz.”
Bütün bu çabalara rağmen İslam’ın, kilisenin işlevine eşitlenerek etkisizleştirilmesini mümkün görmüyorum; çünkü Müslümanlar hem yeryüzünün kendileri için bir hak (miras) olduğuna, hem de yeryüzünü ıslah etmenin kendileri için bir görev olduğuna inanıyorlar.
Bir şirket çalışanı bana, Mevlana’yı okuduğunu söyledi de şaşırdım. Meğer Mevlana okumak şirket çalışanları için modaymış.
İstihmarın devamı için yeterli mi acaba?