Aylardan beri Yunanistan üstünde piyasalara çeki düzen vermeye çalışan AB ülkelerinin, “yardım şartı” olarak öne sürdükleri; Yunanistan’da krizin yükünü emekçilere yıkan ekonomik politikaları kabul ettirmesiyle başlayan eylemler çarşamba günü Yunanistan hükümetine, sermaye gruplarına ve AB’ye karşı “isyana” dönüştü!
AB ile toplam 110 milyar Avro borç karşılığı anlaşma yapan Yunanistan Hükümeti, bu borcu ödemek için; en başta da emekçilerin ücretlerini düşürmekten emeklilik yaşını uzatılması başta olmak üzere kazanılmış haklarını gasp etmek için harekete geçti. Ancak Yunanistan işçilerinin, emekçilerinin bu önlemlerin gerekli, makul ve kaçınılmaz olduğunu halka kabul ettirmesinin çok zor olduğu anlaşılıyor.
Halkın, Hükümetin ekonomik politikalarına gösterdiği tepki, kimi “Yunanistan gözlemcileri” tarafından “Yunan halkının kimi mistik-mitolojik özellikleri”yle açıklansa da; asıl tepkinin bir yandan alınan önlemlerin, esas olarak emekçileri hedef olması olduğu kadar bugüne kadar edilen devasa borcun Yunanistan büyük sermaye sahiplerinin servetine servet kattığı hakkındaki yaygın kanaattir. Nitekim ortalık karışır karışmaz en zengin ailelerin sermayelerini Londra’ya kaçırmak için harekete geçmeleri bu kanaati doğrulamaktadır. Öyle ki; Londra emlak piyasasının en lüks konutlarını almak için yarışan Yunanistanlı Avro milyoner ve milyarderleri basına düşmüş durumdadır. Bu durumun da halkın öfkesini kışkırttığı anlaşılıyor. Nitekim üç kişinin öldüğü eylemlerde en öne çıkan sloganın “Hırsızlar Kodese!” olması öfkenin en büyük sermaye sahiplerine ve onlara göz yuman politika erbabına yöneldiğini göstermektedir.
Olaylar sırasında üç kişinin ölmesini de bahane eden sermaye propagandası; emekçilerin başkaldırısını “Vandalların hareketi”, “Ülke kendi kendisini imha ediyor” gibi nitelemelerle suçlayarak karşı saldırıya geçmiş bulunuyor. Ancak bu yaygaranın tutmasının da zor olacağı görünüyor.
Yunanlı emekçiler, krizden de, yetkililerin deyimiyle “Yunanistan’ın uçurumun kenarına gelmesi”nden kendilerini sorumlu görmüyorlar. Ve bu haklılıktan gelen bir özgüvenle ayağa kalkıyorlar. Ama Türkiye’deki AB’ciler ve hükümet yandaşı medya ve piyasacı takımı; “Bakın Yunanistan ne halde; bizim hükümetimiz aldığı önlemlerle biz bu hale düşmedik” propagandası yapıyorlar. Sanki daha birkaç yıl önce; “Bakın Yunanistan AB’ye girdi; ulusal geliri 20 bin Avroya dayandı. Biz girmediğimiz için bu haldeyiz” diyen onlar değilmiş gibi ve aynı pişkinlikle atıp tutuyorlar.
Ama Yunanistan’la da sınırlı değil AB’deki kriz. Portekiz, İspanya, İtalya, İngiltere gibi ülkelerde kritik gelişmeler olduğu aylardır söyleniyor. Yunanistan’la aralarındaki fark sadece bir zaman farkıdır.
Ve şu da bir gerçek ki; Yunanistan’da uygulanmak istenen program aynı sertlikle olmasa da bu kritik durumdaki ülkelerden başlayarak tüm AB’de uygulamaya sokulacaktır. Bu yüzdendir ki, “Yunanistan batarsa hepimiz batarız; Avro bölgesi çöker!” yaygarasıyla bu programa karşı muhalefeti kıta çapında sindirilmek istemektedir.
Peki AB’de (Avro bölgesi) durum böyle de dünyada farklı mı?
Borsalar coşup dalgalansa da kimi sektörlerde kriz fırsata dönüştürülse de, kapitalist dünya huzura ermiş değil. Tersine derinlerden daha korkutucu homurtular geliyor.
Yunanistan’da uygulanmak istenen ekonomik program, 2001’den beri Türkiye’de uygulanan politikaların gecikmiş ve yoğunlaştırılmış halidir. İçinden geçtiğimiz kriz önlemlerine karşı mücadele olduğu göz önüne alınırsa, Yunanistan emekçilerinin örnek alınması için halen geç değildir. Ve 26 Mayıs genel grevi aynı zamanda Yunanlı emekçilerle dayanışmanın da bir günü olarak önem kazanacak mahiyettedir.
Giderek tüm dünya da ayırım netleşiyor: Ya işçiler, halk kapitalist kriz önlemlerine boyun eğip, işsizliğe, yoksulluğa katlanıp kapitalizme ömür katmaya devam edecek ya da kriz önlemlerini reddedip kapitalizmin çöküşünü derinleştirecekler! Başka bir seçenek kalmıyor.
Yunalılar, kriz önlemlerini reddetme bayrağını göndere çektiler; herkese düşen Yunan işçilerinin mücadelesiyle dayanışmaktır.
Evrensel