BDP ve Blok milletvekillerinin parlamento zemininde yer almaları konusunda Başbakan bugüne kadar ki en yumuşak açıklamasını yaptı. “Gelmeleri kendileri için iyi olur, gelmemeleri Türkiye demokrasisinde bir şey eksiltmez” mealindeki bu açıklama şüphesiz, “tükürdüklerini yalayacaklar”, “kuzu kuzu gelecekler” türünden mesajlarla kıyaslandığında son derece davetkar (!) gözükmektedir.
Elbette her siyasal hareket kendi geleceği ile ilgili kararları kendisi almak ister. Siyasal hasmına inat yada onun tahriklerine paralel siyasal tutum alınması doğru bir siyaset üretme biçimi değildir. Tam da bu noktada “parlamenter demokrasi” oyununun ne anlam ifade ettiğini açık biçimde irdelemeliyiz. Temsili demokrasi, herkesin varlığını ifade etmesine fırsat tanıyan ve ancak tarafların varlığı ile bir anlam ifade eden yönetim biçimidir. Tek bir kişi yada en küçük grubun yokluğunun bile ciddi bir eksiklik olarak hissedilmediği ortamlarda, kendi geleceğini belirleme hakkının asgari koşullarının varlığından söz edilemez.
Böylesi kriz dönemlerinde dışlamanın ister kaba ister diplomatik mekanizmaları işlediğinde, varlığını devam ettirmek ve kendini geliştirmek isteyen her siyaset, tarihi tercihler yapmak zorundadır. Geri çekilme ve yokluğunun ne ölçüde eksiklik hissettirdiğini test etme zorunluluğu asla göz ardı edilmemelidir.
Kürt siyasetinin legal zeminlerde temsiline kimin daha çok ihtiyacı olduğu noktasında elbette herkesin öğrenmesi gereken ve kendisi açısından ders çıkarması gereken noktalar vardır. Ancak bunu bir lütuf gibi sunma ve buradan kurulacak baskılarla Kürt hareketini tehdit etme eğiliminden vazgeçme açısından, kısa süreli bir denemeden başka öğrenme yöntemi gözükmemektedir. Kürt halkının nelerden vazgeçebileceği, neleri gözden çıkarabileceği konusunda hem siyasal iktidar hem de Türkiye toplumunun ekseriyeti son derece tehlikeli bir yanılgı içerisindedir.
Savaşında barışında birinci şartı muhatabınızı doğru tanımaktır. Kendi vesvese, saplantı yada hayallerinizi hasmınızla ilgili gerçek bilgi gibi kabul ederek atacağınız he adım büyük düş kırıklıklarını beraberinde getirir. En az kendi öncelikleriniz kadar düşmanınızın öncelikleri konusunda da gerçekçi bilgiye sahip değilseniz, ne savaşı zaferle bitirebilir, ne barış için müzakere edebilirsiniz.
Bu durumlarda öğrenmenin maliyeti ne yazık ki çok yüksek olur. Bu faturayı başkasının ödeyeceği inancı ile rahat hareket edilmesi ise büyük felaketlere zemin oluşturur.
Birkaç bin kişinin daha tutuklanmasından, birkaç yüz kişinin daha ölmesinden bir şey olmaz, yada kıyamet kopmaz mantığı ile politika üretenler, işin sandıklarından öteye uzanması ihtimalinin farkına vardıklarında iş işten geçmiş olabilir.
Hazır Ortadoğu’da kritik rollere soyunmuş ve uluslar arası kredimiz gayet yüksekken şu Kürt sorununu da aradan çıkarıverelim mantığı ile hareket edenler, ne Kürtler hakkında ne de PKK hakkında sağlıklı bilgilerle yola çıkmıyorlar.
Bu ortamda bırakın güvenlik ortamını tesis etme yada yeni bir anayasa inşa etmeyi, mevcut yönetilemeyen ortamı bile mumla arama ihtimaliniz son derece yüksektir.
Silahların kalıcı ve kabul edilebilir biçimde susması için siyasetin yokluğunu hissettirmeyi göze alması kaçınılmaz gözüküyor. Siyaseti yeniden ve daha saygın bir konuma kavuşturabilmek için, onun ancak amacına hizmet ettiği ölçüde anlam ifade ettiğini fark ettirmek gerekir. Kimsenin kişisel gelecek ve statü hesaplarını, siyasal mücadele yada demokratik çaba olarak sunamayacağı günlerden geçiyoruz.
Büyük kazanımlar, vazgeçilebilir olan araçlarla, asla terk edilmeyecek olan değerleri ayırt edebildiğiniz zaman gerçekleşir. Araçlar, amaca hizmet etmiyorsa, hem oyalama işlevi görür, hem de adım adım amaçtan uzaklaştırır.