Kadınlar, yaratıldığı ya da biçimlendiği haliyle bu dünyayı sevmiyor, hiç sevmediler. Neredeyse bütün yaş dönemeçlerine yönelttiğiniz, yüklediğiniz anlamlar, en azından feminist kadınların umurunda bile değil.
Süreyya Karacabey
“Her şeyin zamanı ve gökler altında her işin vakti var; doğmanın vakti var, ve ölmenin vakti var; dikimin vakti var ve dikilmiş olanı sökmenin vakti var; öldürmenin vakti var ve şifa vermenin vakti var; yıkmanın vakti var ve bina etmenin vakti var; ağlamanın vakti var ve gülmenin vakti var; (…) kucaklaşmanın vakti var ve kucaklaşmadan çekinmenin vakti var.”
Eski Ahit’ten defterime not ettiğim bu sözleri, bir yazı için yeniden okuyordum, “her şeyin bir zamanı olduğunu söyleyen kim?” başlığını taşıyordu uğraştığım yazı ve zamanın bir “ok” olarak fırlatıldığından beri hem inşanın hem yıkımın ölçüsü olarak bizleri nasıl etkilediğinin etrafında dönüyordu. Henüz dönüyordu, belki de ulaşacak bir yeri olmadığı için.
Zaman tekil insana ne yapıyordu, bütün geçirdiği yılları yüzüne ve bedenine işaretleyip, “daha dün gibi” hissettiği olayları ondan hızla uzaklaştırıyor muydu. Hatırlamanın zamanı “daha dün” gibiyken, yaşamanın zamanı “çok eski” hale geldiğinde, yaşlanmış olmak da “ansızın” uğranmış yabancı bir gölge gibi mi duruyordu aynalarda. Bu durumda içsel bilgiye göre mi yoksa dışsal olanın sınıfladığı yerin bilgisine göre mi davranmak doğru olandı.
Dün Ankara’da kadınlar bir kitap vesilesiyle toplanıp, bu konudaki deneyimlerini aktardılar, kitabın altbaşlığındaki, “Yaşlanmanın Feminist Deneyimi”ydi aktarılanlar. Başlık ise Yaşını Gösteren Kadınlar’dı. Bir grup feminist kadının yaşlanma üzerine düşünmesiyle başlayan süreç, farklı şehirlerde yaşayan 40 yaş üzerinden 80’lere çeşitli yaşlardaki feminist kadınlara, yaşlanmayı nasıl gördükleri, deneyimledikleri hakkında bir mektup yazmalarını istemeleriyle sonuçlanıyor ve ortaya bu kitap çıkıyor.
Bu kolektif çalışmanın girişinde yer alan çağrı mektubunda feminist kadınlar, amaçlarından söz etmişler:
Kadın ve erkek yaşlılığının farklarını ortaya koymak istiyoruz.
Yaşadığımız toplumda kadın olarak yaşlanmanın, özellikle patriyarka ve kapitalizm açısından nasıl kurgulandığını, hangi sosyal koşullarda oluştuğunu, ne şekilde kurumsallaştığını anlamak ve anlatmak istiyoruz.
Huysuz, dırdırcı, müdahaleci gibi daha çok kadınlar için kullanılan yaşlıları küçültücü anlamları değiştirmenin yanı sıra, yaşlanan kadınları cinsiyetsiz ve cinselliksiz gören, onları güçsüz, hasta, çaresiz ve savunmasız kabul eden bakışı da sarsmak istiyoruz.
Kadınların yaşlandıkça politikadan, sosyal hayattan, iş gücü alanından dışlanmasının nedenlerini ortaya koymak ve bunu dönüştürmek istiyoruz.
Bu amaçlar, yaşa yönelik ayrımcılıklara itirazla, yaşlılara yönelik şiddet türlerinin açığa çıkarılması talebiyle, eşitsiz sosyal ilişkilerin yansıtılması arzusuyla, yaşlandıkça artan kadın yoksulluğunun nedenlerini ortaya çıkarmak ve bunun feminist mücadeleye içkin hale getirilmesi hedefiyle genişletilmekte.
Kitapta yer alan mektuplar ise, kadınların bu konudaki deneyimlerini, düşünce ve duygularını yansıtıyor. Form olarak mektup, bir başkasına seslenme hali zaten, ve duyguları açmanın olduğu kadar kapatmanın da bir sanatı. Burası zaten yazanın kendini gördüğü yere ait, açmanın, saklamanın, dökmenin ya da toplamanın.
En çok herkesin okuyacağı bir mektup yazmanın kadınlarda nasıl bir duygu yarattığını merak ettim. Gerçi kişiselliğin topluma sunuluşu kadınlara yabancı bir şey değil. Çünkü kadınlık sorunlarından söz etmek her zaman, özel hayatın açığa çıkmasını göze almak demektir. Evlerin perdesi yokken ışıkları açmak, başka kadınlar yararlansınlar diye kendi kişisel deneyimlerini anlatmak ve bunu intim bulanlara karşı da “kişisel olan politiktir” diye haykırmak. Kadın öğrenmesinin en temel biçimi belki de deneyim aktarımına değer atfetmek, bundan erkeklerin çoğunlukla kaçındığı ve kaçındığı için övündüğü, bu yüzden de ömür boyu “alıntılarla konuşma” lanetiyle cezalandırıldıkları bilinen bir gerçek.
Kadınlarınki ise büyükanne öğretisine uygun: “Allah’ın bildiğini kuldan niye saklayayım.” Çünkü sır, çoğunlukla hırpalanmışlığa, tacizlere, cehenneme dönmüş evlere aittir, bu yüzden saydamlık çok korkutucudur. Buradaki sır kelimesi sırrın kendisine hakaret aslında, üstü örtülmesi gereken şeyler açılmalı, yoksa kadınlar saklamaları gerekeni, onları güçlendiren ortak bilgiyi, gündelik saçmalarla ilgisi olmayan sırrı binlerce yıldır korumuşlardır.
Yaşlılıktan çekinmenin-ölüm korkusu dışında, çünkü o başka bir düzlem- yaşadığımız sistemle, içinde bulunduğumuz uygarlıkla muhakkak bağlantısı var. Usulca oyunun dışında kalmanın, dışlanmanın, bir fazlalık olarak görülmenin, daha doğrusu bir çeşit görünmez olmanın bu dünya ile bir ilgisi var. Dolayısıyla bu hayat formu içinde neye el atılsa, ucunda mutlaka başka bir hayat tahayyülü duracaktır.
Kadınlar, yaratıldığı ya da biçimlendiği haliyle bu dünyayı sevmiyor, hiç sevmediler. Neredeyse bütün yaş dönemeçlerine yönelttiğiniz, yüklediğiniz anlamlar, en azından feminist kadınların umurunda bile değil. Yaşlanmanın gerçekten tamamıyla kişisel uzanımları hakkında düşünmenin, bir akışın tortularına kederlenmenin bile bazı hayatlar için lüks olduğunu da biliyor kadınlar, ölene kadar emekleri sömürülen kadınlar, düşünmek için boş zaman bulduklarında her şeyin bittiğine çarpan kadınlar.
Kitapta bir de ürettikleri sloganlardan söz ediyorlardı, biri şöyleydi: “Yakın gözlüğüm olmadan da yaş ayrımcılığını görüyorum.”
Ben komşunun lise sondaki kızı bana teyze dediğinde 28 yaşındaydım, çünkü bir çocuğum vardı. O zamandan beri yaşlıyım galiba. Ama hep sevdim yaşlı olmayı. İnsana, herkese cepheden çarpma özgürlüğü veriyor. Kitabın künyesini aşağıya bırakıyorum. Belki siz de bir mektup yazarsınız gençliğinize.
Yaşını Gösteren Kadınlar
Yaşlanmanın Feminist Deneyimi
Hazırlayanlar: Hülya Üstün, Hatice Erbay, Gülsen Ülker, Dilek Alıcıoğlu Cömert, Bilgen Tümen, Aynur Demirdirek
dipnot yayınları
Süreyya Karacabey: Adana’da doğdu. 1992’de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK’sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht’ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.