İNSAN-EVREN-TOPLUMSAL YAŞAM
Yüce Allah, Ta-ha suresinde “ sana dağları sorarlarsa deki: rabbim onları un-ufak eder, kum gibi savurur da yeryüzünde ne bir iniş görürsün ne bir tümsek” demiştir. Bu sözlerden şu anlamlar çıkabilir: son zamanda Tanrı özü görünüş alanına çıkıp evreni birlik kaplayacak, inişi çıkışı olmayan tek varlık (TEVHİD-Sınıfsız toplum) egemenliği yürüyecek. Dağları andıran niteliklerin (ayrıcalıklıların-zalimlerin) egemenliği sona erecek, zaman ıssı baştanbaşa birlik olacak, halkı da bu birliğe(eşitliğe ve adalete) çağıracak, Tanrı inişsiz çıkışsız sırrını insanlara açacak, gönülleri yumuşatacak.
İnsan zihniyetinin değişimine dair gereklilik yönüyle, bakış açısında oluşan iç ve dış (zahiri ve batıni/dünyevi ve uhrevi) yanılgıların un-ufak edilmesinin (ortadan kaldırılmasının-düzene sokulmasının) gerekliliğinin vurgulanması ile yeryüzündeki düzensizliklerin (buna dair yanılgıların) ortadan kalkacağı gerçeği açıklanıyor.
Yüce Allah; yeryüzünde ortaya çıkan eşitsizliklerin yok olacağı adil ve eşitlikçi bir yaşamı Tanrı özünün görünüş alanına çıkması ( Allah’ın iradesi) olarak tarif etmekte, sınıflara ayrılmış (inişli, çıkışlı), yoksul-zengin, yöneten-yönetilen, ezen-ezilen ilişkilerinin sürdüğü toplumların asla huzur bulamayacağı gerçeği ifade edilmektedir.
Tanrı niteliklerine kavuşanları Allah ve Rahman adlarıyla anılan varlığın yargılarını benimsemeye çağıracak, tanrı özüyle ilgili yargılar ortaya çıkacak, niteliklerle ilgili olanlar gizli kalacak, izleri bile görünmez olacak.
Allah’ın iradesine teslim olarak onun yargılarını benimseyenler, benlik yanılgısından kurtularak tanrının hüviyetine kavuşanlar gerçekleri görebilecek kabiliyete ulaşacak, hakikat ile yüzleşeceklerdir. Öncesinde sahip oldukları yanılgıların tamamı ortadan kalkacak, düştükleri cehalet karanlığının izleri silinip gidecektir.
Kişi, yaşamında onu etkisizleştiren, uyuşturarak yokluğa- karanlığa (cehenneme) mahkûm eden mülk edinme hastalığı, şehvet ve ihtiras dolu arzularından (ŞİRK) ancak Allah’ın yargılarını benimseyerek kurtulabilir. Bu yargıları hayatına rehber edinen kişi özgürleşecek, kurtuluşa erecek ve insanlaşacaktır (cennete girecektir). Toplumlar için de durum böyledir.
(Tanrı özünde ortaya çıkış, görünüş eğilimi vardır, buda tanrının tikel nesnelerde görünüş alanına çıkışı ile gerçekleşir. Sevgi de, eğitimden ve Tanrı özü gereğincedir. Yüce Allah’ın “Ben gizli bir gömüydüm bilinmeyi sevdim, beni bilsinler diye insanları yarattım” sözleri bunu gösterir. Başka bir deyişle, bu gerçekleşmede yoktu; ortaya çıkış(taayyün)da. Buna karşılık ben gene insanları yarattım, halkla gerçekleşip ortaya çıkarak onları görünüş alanına getirdim demektir.)
Yüce Allah Enbiya suresinde, “yalanlayanlar görmüyorlar mı, göklerle yeryüzü bitişikti, birdi, ikisini yarıp ayırdık” der. Bu ayetin yorumunda göklerle yeryüzünün bitişik olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ben de derim ki: bu ayetten amaç İnsandır. Gökler melekût evrenini gösterir, yeryüzü de duyu evrenini, insan ikisinden oluşmuştur. Dölyatağında bir damla sıvı iken iki evren de birdi. Ona üfürerek ikisini yarıp ayırdık. İnsanda duyu evreniyle ilgili belirtiler de Melekût evreniyle ilgili belirtilerde görüldü. Bunlardan çıkan anlam bence budur. (64)
Ermişlik Tanrıyı sevmek, onun sevgisiyle gönlünü doldurmak, dünya tutkusundan sıyrılmaktır.(65)
Gerçekten Tanrı bir inci yarattı; daha sonra ondan âlemi var etti. Bu inci Tanrı özünde ortaya çıkan ilk varlıktır. (23)
MELEK-ŞEYTAN-CİN
Seni hakka götüren, hakka gitmen için özendiren her şey melektir, rahmandır, haktan başkasına götüren özendiren her nesne ise iblistir. Seni yüce Allaha yönelten güçlerin meleklerdir, gövdeye bağlı şehvet koşullarına götüren güçlerinde şeytandır. A şaşkın, sen meleklerle şeytanlarla dolusun, egemenlik üstün olanındır. Cin bu ikisi arasında kalan güçlerdir. (9)
İnsanlara faydası olmayanı ölülerden say gitsin ( İmam Ali)
İyiliğe ve kötülüğe yol açan güçler olarak melekler ve şeytanlar karşı karşıya getiriliyor. İyiliğe yol açanlar melek, kötülüğe yol açanlar ise şeytan veya iblis olarak tanımlanıyor. Bu dualite, insanın karşılaştığı içsel ve dışsal mücadeleleri simgeliyor. İyilikleri çoğaltan insan kavrayış kabiliyetinde pozitif gelişim sergileyerek aydınlığa çıkarken, kötülükleri çoğaltanlar karanlığa mahkûm oluyor.
Yeryüzü bölgelerinden bir yere düşen her yağmur damlasının bile belli bir nedeni vardır, o damlayı yere düşüren melektir. O damlanın varlığını sağlayan nesnelerin her biri bir melektir. Her damla için bir melek vardır dersen, damlanın varlığını sağlayan neden dolayısı ile doğruyu söylersin. Her damla için melekler vardır dersen gene o damlanın varlığını sağlayan nesneler yüzünden doğru söylemiş olursun. Bu iki sözcük arasında bir ayrılık yoktur. Her güç bir suretle yansıtılır ve ona melek denir. (10)
Ortaya çıkan (oluşan) olayların hepsinin bir içyüzü vardır, bir şey başka bir olgunun sonucu olarak gerçekleşir, bu temaşa sınırsız sayıdaki unsurun (kayıtlı varlığın) çok sayıdaki eylemselliğinin –kayıtlı olduğu varlıktan kaynaklanan fiillerin- birliği ile gerçekleşir. Hiçbir unsur bağımsız –kayıtlı olmaksızın- hareket edemeyeceği gibi o unsurların mutlak varlıklarından da söz edilemez. Hareketi gerçekleştiren mutlak varlık olan Allah’tır, hareket gerçekleşirken görüngüde ortaya çıkan unsurlar ise kayıtlı varlıklardır. Bu kayıtlı varlıklar ve bu varlıkların hareketini sağlayan güce Allah’ın melekleri denir.
Cennetin, cehennemin, onlarla ilgili nesnelerin anlamları başkadır. Bunları bilgisizlerin anlama olanağı yoktur. Melekler ise melekût âlemindendir, ancak bu duyu evreninde, gözle görülen evrende gerçekleşirler. Melekût evreni duyu evreninin içyüzü durumundadır. İyiliğe yol açanlara melekler(melaike), kötülüğe götürenlere de şeytanlar, iblisler denmiştir. Bu nedenlerden dolayı her biri kişinin anlayış yeteneğine uygun biçimde düşlenen bir kişiliğe bürünerek görünüş alanına çıkar. İnsan onu (meleği, şeytanı, cini) başka insanlar gibi bir kişi sanır, görünen bir gövdesi var diye düşünür. Gerçek ise böyle değildir, bu görünüş iç âlemdedir, ona düşlediği nitelikte görünmüştür. İnsan ilkin bir nesneye iyice baksa, sonra gözlerini yumsa onu gene görüyormuş gibi olur. Haktan yüz çeviren kişi de şeytandır. Uyuyan bir kimsenin gönlü kötülüklerden arınmışsa gördüğü düş olduğu gibi gerçekleşir, yanılma olmaz artık. (21)
Melek, şeytan ve cinlerin varlığı metaforlarla ifade ediliyor, örneğin insanların yaşamındaki iyilik ve kötülük eğilimlerini yönlendiren içsel güçler (arzu, ihtiras, şehvet vb.) ya da yağmuru indiren güçler, insanı doğru yoldan uzaklaştıran iblisler olarak betimleniyorlar. Bu kullanımlar melek, şeytan, cin kavramlarının sadece dini veya mitolojik kavramlar olmadığını, aynı zamanda insan psikolojisi ve etik kararlar üzerinde sembolik bir etkiye sahip olduklarını gösteriyor.
Gök katlarının güçleri ile öğelerin güçleri, bunların benzerleri meleklerdir, bunu da bilesin. Peygamberlerin bu konudaki sözleri benim söylediğim anlamdadır, bilgisizlerin sandıkları gibi değildir. (34)
Yüce Allah “Âdeme bütün adları öğretti” demiştir. Bu adlar yüce Allah’ın olgun ve üstün bir varlığı bildiren adlarıdır. Bu da olgun insandır, melekler değil. Bundan dolayı bütün adları olgun insana belletti, insan bu adların gösterdiği niteliklerle, davranış biçimleriyle nitelendi, biçimlendi. Meleklerde bu tür nitelenme, biçimlenme yoktur. Bu bir yüceliktir, taş, topaç gibi nesneleri gösteren harfleri bilmek, tanımak değildir. Çünkü bunu bilmek kolaydır, insanlar arasında da melekler arasında da övünülesi bir iş değildir. (50)
Âdem’e adların öğretilmesi eşyanın isimlerini bilmesi, telaffuz etmesi anlamında değildir. Eşyanın hakikatini bilme kabiliyetine sahip olan insanın varlığa çıkışından bahsedilmektedir. Şekil itibarı ile insana benzeyen canlılardan bahsedilmemektedir. Onlar yeryüzünde yer içer oyalanır sonrada doğaya karışırlar. İnsan (adem) ise hakikatinin farkındalığına ermiş tanrısallık niteliği kazanmış olan varlık demektir.
Gökleri, yeryüzünü, öğeleri yansıtan melekler, onlarda bulunan ve tanrının dileği üzere, onlarda görünüş alanına çıkan güçlerdir. Onlar, bir göz yumup açış süresince bile Allah’a bağlanmaktan, onun adını anmaktan geri kalmazlar. “Allah’a hamd ederek, onun bütün eksik niteliklerden beri olduğunu söylemeyen bir nesne yoktur.” Ayeti de bu anlamdadır. İnsanın kan damarlarında dolaşan şeytanlar ise hayvansal nefsi şehvete sürükleyen, o nefiste bulunan güçlerdir. Bu güçlere uyularak şeriata ve Allah’a karşı çıkılır. Esenlik üstüne olsun, peygamberin “şeytan kan damarlarında dolaşır” sözü de bu anlamdadır. Ey bilgisizler, siz yüce Allah’ın, insanın iç varlığı (batını) ile ilgili bilgiler konusundaki sözlerini de, peygamberlerin ve erenlerin söylediklerini anlamıyorsunuz. Onlar bilirler, çalışırlar, önerilerde bulunurlar. Bilgisizliğiniz, anlayışınızın azlığı, gönüllerinizin bulanıklığı, ahiret bilgisi konusundaki şaşkınlığınız, bu dünyaya düşkünlüğünüz yüzünden işin iç yüzünü bilemiyorsunuz. O konular, kuruntulandığınız, sandığınız gibi değildir. Bu konuda şaşkınlığa kapılmışsınız, sapıklık içindesiniz, hakikatlerden ayrılmışsınız. Oysa sizin doğru buluşunuzda da sapıklık vardır. Şeriatı düzenleyen sizi esirgediği için bu konuyu sınırlandırmıştır. Çünkü doğru bulmanız bilgisizliğinizdendir. Nitekim kader konusundaki bilgisizliğiniz size doğru yolu göstermiştir. Oysa işin iç yüzünü göremediniz. Peygamberler bu sorunları bilirler, güneşi gördükleri, bildikleri netlikte bilirler. Yalnız akıllarınızın yeterlilik seviyesi nedeni ile bu konuyu size ve aşağılık kimselere açmazlar. Sende içini arıtsan söylediklerimi anlarsın. (51)
Gerçekler katında cennet, melekût âlemi (duyu âleminin iç yüzü) dir; âdem cennetten çıkmıştır denmesi de yoğunlaşarak bu âleme –evrene- indi, bu yolla nitelendi anlamındadır. (54)
Burada üstün bir anlayış ve kavrayış kabiliyetine sahip olan insanın (cennetteki Âdem- gerçeği gören, bilen) bu kavrayışın gerisine düşmesi ve artık hakikati daha alt bir âlemden kavrama seviyesine (duyu-şehadet âlemi- beş duyu ile sınırlı Âdem-Beşer) düşüşü olarak tarif edilmektedir. Cennet, burada gerçeği görmek olarak ifade edilirken, gerçeğe körleşmek cennetten kovulmak durumunu ifade ediyor. İnsan hasta olunca bazen yediği yemeğin tadını alamaz, eylem aynı, gıda aynı ancak lezzet farklıdır. İşte bu benzetme gibi bir duruma işaret etmektedir, sağlıklı kişi yediği yemeğin lezzetine varır, hasta ise ne yerse yesin tat ve lezzet alamaz, işte melekûttaki durum o lezzetin farkına varılabilen haldir. Dünya (vücut) kokusundan kurtulmadan melekût (cennet) kokusu bilinemez. Cennetin tadına varan için dünya bir leş hükmündedir ve asla masivaya (dünyevileşmeye) meyletmez. İşte bu kavrayışsızlık haline düşmeye sebep olan şeyler ( arzular, ihtiraslar, eyleyişler vb.) şeytanlar olarak ifade edilmektedir.
Cin’in melekten, şeytanlardan, iblisten daha genel bir sözcük olduğunu bil. Bütün bunlar ruhlar âlemindendir, cisimler âleminden değil. Gene bunlar tümel (külli) ve tikel (cüz’i) güçlerdir. Bunlardan insanı tanrıya yaklaştırmaya çalışanlara melekler, tanrıdan uzaklaştırmaya, dünyaya bağlamak isteyenlere şeytanlar denmiştir. Cinin meleklerden daha genel olduğunu söylemiştik. Bunun kanıtı da “ kâfirler, Allah ile cinler arasında soydaşlık vardır sandılar” ayetidir. Kâfirler, melekler Tanrının kızlarıdır dediler, cinler ve şeytan tanrının kızlarıdır demediler. Bundan meleklerin cin kavramının kapsamı içinde olduğu anlaşılmaktadır. (67)
Yüce Allah “şehirlerdeki halk tümden inansa ve çekinse onlara gökten ve yerden bereketler açar, indirirdik” demiştir. Yani eğer varlık ıssı olanlar bizim yolumuzda mücahade etseler, mülk ve melekût âlemine özgü yollarımızı onlara açardık. Âlemlerin hakikatini açıklayan ilahi ilhamları- tanrısal esinleri, lütufları onlar için kolaylaştırırdık, demektir bu. Gök, melekûta işarettir, yeryüzü ise mülk âlemine işarettir. (75)