Varlığın Birliği’ne Dair:
Var olanın tanrı olduğunu, başka bir nesne olmadığını bil, amaç da yalnız odur. Ya maksut (amaçlanan), ya mevcud (var olan, bulunan, varlığın tamamı) demelerinin anlamı da budur. Birbirinin karşıtı bile olsa, bütün varlıklar, tüm varlığa(Tanrıya) bağlıdır, aykırılık yalnızca aşamalar dolayısıyladır, tanrı bunlardadır, ancak onlardan beridir. Batıl da varlık bakımından Hak’tır. Onun batıl oluşu görecedir. Bütün varlık aşamaları nesneler evrenindedir. Bu nesneler yok olsa tinler ve soyut varlıklardan başka bütün nesneler ortadan kalkar. Mirsadü-l ibad yazarı bir örnek vererek gövdeleri şeker kamışlarına, tinleri de onlardaki şekere benzetmiş, tinlerin gövdesiz olabilecekleri sanısına kapılmış, gövdeleri birer gömlek gibi görmüştür. Oysa gerçek böyle değildir. İnsanın gövdesi tindi, haktı, örneklerin birikimiyle yoğunlaştı, örnekler ortadan kalksa gene özelliğini kazanır ve eşi olmayan Hak kalır.
Mutlak (salt) varlık; tek olan, varlığı herhangi bir kaynağa, dayanağa bağlı olmayan, ihtiyaçsız – başlangıcı olmayan(ezeli), sonsuz olan(ebedi) – eksilmeyen, çoğalmayan- benzeri olmayan olmayacak olan.
Hak etki bakımından Tanrı’dır, tapılacak varlıktır, yaratıcıdır. Etki altında kalması yönünden de kuldur, yaratılmıştır, egemenlik altındadır, isteneni yapma gereğindedir. Bundan dolayı bütün işler Hak’tandır, görüntüler onun araçlarıdır, kul görünümünde yalnız hak vardır. Ancak kul kendisinde Hak’tan ayrı bir yetenek, bir güç, bir varlık bulunduğunu sanırsa buna bilmezlik denir.
Hakikatte varlık tektir, açığa çıkışı itibarı ile iki türlü isimlendirilir; biri etki eden yönüyle yaratıcı, ilah, rab; diğeri etkilenen yönüyle yaratılan, kul olan. Etkilenen yönüyle etkileyen boyutuna bağımlıdır, kayıtlıdır, bu farkındalık ortaya çıkmış ise varlığın veçhi olduğunu kavrar, buna aydınlanma cenneti denir. Bu bağ ile beraber vardır. Etkilenen boyut varlığın tekliğini kavramazsa gerçeğe sırtını dönmüş olur ve hakikatin nuru ile aydınlanamaz, karanlıkta kalır buna cehalet cehennemi denir.
Hakikatte etkilenen yönüyle varlık kazanan şey aslında yoktur, hiçtir, etkilenme ile varlık sahnesindedir. Bu etkilenme o şeyin varlık sebebidir. Hakiki varlık ise sadece Allah’ın varlığıdır.
“Allah’ın veçhinden başka her şey yok olacaktır” ( Kasas /88)
Hak’tan başka bütün varlık sanıları mecazi ve iğretidir. Her şeyin; biri kendine (nefis- duygu- düşünce- arzu- ihtiras- korku- endişe- kimlik- kişilik vs.) diğeri rabbine (hakikat- salt varlık) bakan iki yüzü vardır. Kendine dönük olan yüzü bakımından yokluk, Allah’ın veçhine dönük yüzü bakımından mevcuttur. Bu durumda mevcut olan sadece Allah’tır. Bunu kavrayanlar mülkün sadece Allah’a ait olduğunun bilincine varmıştır.
“ Mülk kimindir? Sadece Tek olan, her şeyi kudreti altında tutan Allah’ın dır.” (mü-min 16)
Allah’ın dışında başka hiçbir varlık yoktur. Allah bütün varlıktır ve ondan başka hiçbir şeyin varlığı yoktur. Her şeyin varlığı Allah’ın varlığıdır ona yöneliktir.
“ Nereye yönelirseniz yönelin Allah’ın veçhi oradadır” (Bakara/115)
“Hiçbir şeye bakmadım ki o şeyden evvel Allah’ı görmemiş olayım” (İmam Ali)
“Hak Teâlâ’nın zatına dönük veçhi onun ahadiyetidir, eşyaya dönük veçhi ise o’nun yarattıklarıdır” (İbnü’l Arabi)
“Tesbih ederim zatımı ki şanım ne yücedir” (Beyazıd-ı Bistami)
“ Ene’l Hak- ben Hakk’ım” (Hallac-ı Mansur)
Özleri bakımından sırf yokluktan ibaret olan nesneler ancak Hak sayesinde mevcuttur. Allah her şeyin varlığı kendisine bağlı olan tüm varlığı idare eden Kayyum ’dur.
“Allah’tan başka Tanrı-varlık yoktur. Diri olan sadece o’dur – HAY-, her şeyin varlığı ona bağlı ve dayalıdır –KAYYUM-. Ne uykusu gelir ne de uyur (asla gaflette olmaz). Göklerde ve yerde ne varsa hepsi o’dur. Onun izni, onayı, etkisi, kararı olmadıkça katında hiçbir kimse zararın giderilmesinde ya da fayda sağlanmasında herhangi bir etkide bulunamaz. Onların önlerinde ve arkalarında olanı o bilir. Onun ilminden hiçbir şeyi hiç kimse bilgisi içine sığdıramaz. Onun kürsüsü (varlığı) her şeyi, gökleri ve yeri içine almıştır. Onları korumak kendine zor gelmez. O yücedir, mutlak büyüktür. “
( Bakara/255- Ayete-l kürsi )
“…de ki; ben bana uyanlarla birlikte kendi özümü- varlığımı Allah’a teslim ettim…”
(Al-i imran /20)
Bir iş yaparken, işi yapan kendisinin de, kullandığı aracın da ayrı ayrı birer varlık olduğunu sanırsa
aldanır. Kullandığı aracın varlığı işi yapanın varlığı nedeniyledir. O aracın kendi başına var olduğuna inanırsa bu kötü bilmezliktir. Gerçeği bilir de kendisinin salt varlık olan Hak’tan geldiğini bütün yetkinin tanrıda olduğunu, o işin Tanrı varlığından dolayı kendisinde gerçekleştiğini anlarsa bu iyi bir durumdur. Yaptığı işi Tanrıyla olan bağlantısı yüzünden kendisi yapmış gibidir. Bu aşamada iş görünüşte insanın, gerçekte tanrınındır. Bilgin kişi, yaptım, düzenledim derse gerçeği söyler. Bilgisiz kişi bunları söylerse gerçeğe aykırı düşer. (13)
Salt varlık olan tanrının her aşamada iki yönü vardır. Bunlardan biri etkilemektir, tanrı bu durumda
etkileyendir. Öteki etki altında kalıştır, tanrı bu durumda da etkilenendir. İlk durumda varlık tanrı, ikinci durumda evrendir, yaratılmıştır, sonradan olmuştur, anla artık! (37)
Varlığın birliği esastır, salt varlığın farklı biçimlerde çokluk görüntüsünde tezahür ediyor oluşu onun sınırsızlığının gereği olarak açığa çıkmaktadır. Mesela etkileyen olma yönüyle tanrı-yaratan etki altında kalış yönüyle kul-yaratılan, etki eden hali değişmeyen mutlak varlık iken, etkilenen hali değişken sonradan oluşları süregelmekte olan evrimsel biçimdedir. Ancak o’nun salt varlığını kavramak bu iki halin birlikteliğini anlamakla mümkündür. Yüz milyonlarca surette görünse bu onun tek olduğu hakikatini değiştirmez, görünen bu suretler onu gören mazharın görüşündeki nitelikler sebebiyledir. Tek olan varlığın varlığının aşikâr olması ancak böyle mümkündür.
Salt varlık, varlığı kendi özüyle gerekli olan varlıktır. Birbirinin karşıtı olan varlıkla yokluk gene birbirini gerektirir. Yokluk karşısında varlığın olmama olasılığı olamaz. Var olanın yok olamaması bundandır. İkisi de birbirinin niteliğiyle gizlenemez. Salt varlık özel bir olanakla olabilir duruma gelemez, böyle olursa varlığını başka bir varlığa borçlu olur. Bu durumda varlığı kendi özüne oranla yokluk niteliği kazanır, bu da olanaksızdır. Salt varlık özel bir nitelikle olabilir duruma gelirse kendi özünden önce başka bir varlığı gerektirir ki bu da olamaz. Salt yokluk olamaz. Bu yüzden salt varlık kendi kendisini gerektiren varlıktır, bütün nesnelerin varlığı onunla bağlantılıdır. O varlık ta tanrıdır, bütün nesneler de onun görünüş alanıdır. Her görünüş alanında görünen de gösteren de o dur. (36)
Salt varlık, salt oluştan da, bağımlı oluştan da, ikisinin birlikte bulunuşundan dolayı da salt varlıktır, yüce tanrıdır. O ne tümeldir, ne tikeldir. Çünkü külli oluş salt bulunma, cüz’i oluş ise bağımlı olma yönündendir. Tanrı bütün varlıkları kuşatması, bütün varlıkların ondan gelmesi yönüyle tümel-külli- bir kaynaktan görünüş alanına çıkması bakımından da tikel-cüz’i- diye nitelenebilir. Oysa onun varlığı özü gereği tümel ve tikel oluştan öncedir. Onlar olmaksızın görünüş alanına çıkışı yüzünden de sonradır. (38)
Bütün bu sözü edilen nesnelerden daha salt olan, kendinden üstün bir aşama bulunmayan varlık salt varlıktır. O varlık her aşamanın üstündedir, bütün nesneler ondan var olmuştur, her şey o dur, o her şeydir. Bu aşamada varlık için öncelik sonralık, görünmek- görünmemek gibi aşamalar yoktur. Diğer tüm aşamalar da bunun gibidir, çünkü her nesneden arınmıştır. Öte yandan bütün nesneler onunla varlık kazanır, öyleyse bu aşamada öncesiz- sonrasız ayrımı olamaz, ikisi de birdir. (39)
Varlığın; biri mutlak diğeri ona kayıtlı olan, onun varlığıyla var olan iki görünüşü vardır. Bu iki görünüş biçimiyle tanımlanabilen varlık tek olan Allah’tır. Allah’tan başka hiçbir şeye varlık izafe edilemez. Her şey O’nunla O ise zatı ile mevcuttur. ”O’nunla birlikte başka şeylerde vardır” denilerek kayıtlı varlıklardan bahsedilecek olursa O, söz konusu kayıtlı varlıkların ta kendisidir, çünkü O’nunla varlık kazanan kayıtlı varlıklar O’nsuz düşünüldüğünde yoktur, hiçtir. Allah o şeylerin suretinden tecelli ettiğinden dolayı onlara varlık izafe edilmiştir. Bu izafiyet ortadan kaldırıldığında o şeyler de yokluğa mahkûm olurlar.
Salt varlık için iki değerlendirme daha vardır: biri biçimlenip ortaya çıkmamak, öteki biçimlenip ortaya çıkmak. Biçimlenip ortaya çıkamaması özü gereği ortaya çıkıştan beri olmasındandır, bundan dolayı da o “tektir, yücelikle nitelenmiştir. Biçimlenip ortaya çıkışıyla görünüş alanına geldiğinden “bir” diye anılıp “görünüş” le nitelenir. Bu iki nitelik “iki el” sözcüğüyle belirtilmiştir. Birbirinin karşıtı olan görünmeyen- görünen, tutan-bırakan, daraltan-genişleten gibi niteliklere de “iki el” denir. Esenlik üstüne olsun. Peygamber, “tanrı âdemi iki eliyle yarattı.” Hadisiyle bu konuyu göstermiştir. Evrenin görüntüsü ile tanrının görüntüsü de böyledir. Esenlik üstüne olsun, Peygamber “ Tanrı âdemi kendi örneği üzerine yarattı.” Demiştir. Kur’an’da da böyledir, bunun anlamı şudur: Tanrı âdemi kendi olgunluk örneğine göre yarattı. Buradaki örnek(suret) gözle görülen değil, anlam bakımındandır. Çünkü hakkın rab oluşu aşamasında, tanrılık aşamasında görünen bir örnek yoktur, tanrı bundan beridir. Tanrının görünen örneği evrenin gerçekleriyle ilgilidir. Anlam bakımından olan örneği de iç evrenle ilgilidir. İşte bunların ikisi insanı yarattığı iki el aşamasındadır. “Şu, iki elimle yarattığıma secde etmeni önleyen nedir?” ayetinde geçende budur. Bunun için “onun duyuşu olurum, görüşü olurum” dedi de “gözü olurum, kulağı olurum” demedi. Yüce tanrı “biz emaneti ortaya koyduk” ayetiyle bütün yaratıklar içinde adı geçen iki örneği varlığında toplayan, tanrısal bir görünüşe bürünen insanı, insanın tanrısal bir örneğe göre yaratıldığını, bu nedenle yeryüzünde halifelik aşamasına ulaştığını belirtmiştir. (40)
Öyle zaman olur ki kendimi baştanbaşa latifi bir varlık olarak görürüm, ancak böyle görünmenin nedeni de gövdeyle ilgili görüntü olur. Öyleyse gövdeye bağlı olan bu görüntüler bu latif gövdenin görüntüleridir. Bu sevilesi nesne bu görüntülerle ortaya çıkmaktadır. Latif olan buğu da bu niteliği yüzünden, yoğunlaşmayınca görünmez, yoğunlaşınca bulut niteliği kazanır görünür. Oysa latif olan bulutla buğu birbirine aykırı varlıklar değildir. Bulut buğunun tıpkısıdır, yalnız yoğunlaşmıştır, ona başka bir varlık katılmamıştır. İşte insanlardaki latif varlıkta böyledir, yoğunlaşınca görünen nesneler biçimine girer. Bu benzetme bir gözlemimizi anlatmak, düşüncemizi bildirmek için örnek olsun diye ileri sürülmüştür. Yoksa buğu ile insan arasında benzerlik yoktur. (46)
Varoluş ile yok oluş evrenlerinin ikisinin de önsüz-sonsuz olduğunu, dünya ile ahiretin varsayıldığını bilesin. Görünene gelip geçici dünya, iç evrene kalıcı, yok olmayan ahiret denmiştir. Varoluş, yok oluş bakımından ikisi de önsüz-sonsuz dur. Ancak üstün tutulan niteliğe önem verildiğinden dünyaya gelip geçici, ahirete ise kalıcı denmiştir. (58)