Tevhid – Varlık – Tanrı – Yaratılış
“Yüce tanrı (el-gayb)görünmeyeni ancak tanrı bilir, dedi. Bu el-gayb sözündeki elif lam birer tanımlama belirtisidir. Gerçekte bilen yalnız o bir olan ne varsa yok edendir. Bütünün bütünde olması kuşkudan, duraksamalardan uzaktır.”
Temel itikadi bakışı Varlığın birliğine dair olan şeyh Bedreddin bu konudaki hassasiyetini belirtmekte, tanımlamaya dair olan lam-ı tarif takısının (elif-lam) burada kullanılış sebebini dahi açıklama ihtiyacı hissetmiştir. Varlığın tekliğini, gayb-ı bilmek fiilinden yola çıkarak açıklamıştır. Bu teklik bilinci “TEVHİD” tüm fiillerin tek kaynaktan sudur ettiği anlamını kavramayı zorunlu kılar. Bu konuda şüphe etmenin- kuşku duymanın, ortaya çıkan fiillerin kaynağını tanrıdan başkasına nispet etmenin ikilik “ŞİRK” olacağını ve imanı zedeleyeceğini ifade eder.
“Bütün varlıklar, öz bakımından birlik içerisindedir, her nesne her nesnede vardır. Görmüyor musunuz tohumda bütün ağacın var olduğunu, bütün ağacın o tohumdan oluştuğunu, bunun gibi ağacın ayrıntılarından her birinde tohumun bulunduğunu? Tohumdan ağaç, ağaçtan tohum oluşmaktadır. Bütün evrenler özde gerçekleşir, bu öz de bir bütün olarak evrenlerle gerçekleşir. Bütün evrenler bir tozda (zerrede-atomda ) vardır. Bu bilinir, bütünün her insanda bulunduğu anlaşılır, bu gizlilik ne denli aydınlanır, insanın ne gibi bir örtü altında olduğu açığa çıkarsa, o zaman “ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi sevdim, beni bilsinler diye insanları yarattım” sözünün gizemi de o oranda aydınlanır. Ancak bilen de anlayan da gene kendisidir, başkası değil. Tanrı bütün niteliklerden sıyrılmıştır, oysa gene bütün nesnelerle nitelenmiştir. (4)
Şeylerin tamamı özde “hakikatte” teklik içerisindedir, varlıkta ayrılık yoktur. Her şey her şeydedir, her zerre, şeyhin tabiri ile her toz varlığın tamamını kapsar kuşatır. O zerreden açığa çıkan şeyler, o zerrenin içerisinde kayıtlıdır vardır, fakat sadece zahire çıktığında madde âleminde kavrayış mümkün olur.
Varidat şerhinde Muhammed Nuru-l Arabi konuya ilişkin “Tanrının bizzat görünmeye meyli muhakkaktır. Esasen rübubiyet ve tanrılığın anlamı da budur. Kül küldedir yani bütün mevcudat her şeydedir, bütün mevcudat her bir zerrededir. Fakat bu isimler ve sıfatlar itibarı iledir, lakin Allah’ın görünmeye meyli Ahadiyeti (tekliği-tevhid) iledir. Âlemde Vücub-u zati’den başka her ne var ise tamamı her zerrede mevcuttur, salt vücud her zerreden görünmektedir demektir. Yani mevcudatın tamamı içsel olarak mevcudatın bir parçası olmuş olur, âlemlerde kendi aslında böyle gerçekleşir ve asıl da Allah’ın Zat’ıdır.”
Tanrının sıfatlarının açığa çıkması madde ve duyu âleminde onu duyumsayanın yetileri nispetinde mümkündür. Bu yetilerdeki sınırlılık hali, hakkın tecellisi olan varlığından değil duyumsayanın yanılgılarından, hakikati kavrayışına engel olan zanlarından kaynaklanmaktadır.
“Tanrıdan başka tapacak yoktur sözü evrende tanrıdan başka varlık yoktur anlamına gelir. Cahiliye döneminde elleri ile yaptıkları putlara tapanlar, çağımızda da kuruntuya kapılarak yarattıkları putlara tapıyorlar” (26-27)
Bedreddin; İbadet, taat, boyun eğme, ram olma, kanunlarına uyulma gibi fiilleri tapma olarak ifade ederken, kulluğun gereğince uygulanmasının ancak tekliğin kavranması sonucu ortaya çıkabileceğini vurgular. Geçmişte elleri ile yaptıkları putlara tapan zihniyetin, günümüzde kuruntu ( inanç, delilsiz, kavranması mümkün olmayan) ile yaratıldığını ifade ediyor. Burada kişilerin hayal dünyasında uydurduğu tanrılar, kendi gibi kişilerin uydurduğu yasalar, halkın tercihlerini dikkate almadan kanun dayatan tüm otoriteler, uyduruk dinlerin ikilik yaratan önermeleri vs. kast edilmekte. Put kavramı kişilerin herhangi bir delili ya da kavrayışı imkân dışı bırakan her tür inanışını kapsamaktadır. Putperestliğin (şirk-ikilik) yaygınlaştığı toplumlarda adaletin hayat bulması imkânsızlaşırken zulüm kaçınılmaz olarak hüküm sürer, cehennem yeryüzüne iner.
“Tanrı; bütün işlerin kendi özünden doğması, olgunluk nitelikleri ile nitelenmiş bulunması sebebi ile salt varlıktır, ona tanrı denmesi de bundandır. İşler, nitelikler, ortaya çıkan nesneler ve olgunluklar mazharlar nedeni ile görünüş alanına çıkar.
Mazharların tümü aşamaları oluşturur, bütünlüğe kavuşturur. Her mazharda mazharların ayrılığı, aykırılığı yüzünden değişik türde nesneler görünüş alanına çıkar. Çokluk mazharlardadır. Bütün eksikliklerden yüce ve beri olan tanrı ise –Bir’dir, bütün mazharlarda görünür. Her mazhar görünüm bakımından ötekinden ayrı ve ona aykırıdır. Tanrı ise bütün mazharların özüdür. Tanrı mazharlarda kendi özünü yaratan niteliklerle görünüş alanına çıkar. Buna karşılık her nesne gerçekten tanrıdır.(28-1)
“Tanrının özü bütün nesnelerden beridir buna karşılık gene ne varsa ondadır, o da bütün nesnelerdedir. Kendi kendini gerekli kılıcıdır. Onun her tutumda böyle oluşu özü gereğidir. Salt varlık tanrıdır. Tapılacak yalnız o dur, iş yapma, etkileme bakımından yaratıcıdır, etki altında kalış yönünden de kuldur, yaratılmıştır. Bütün nesnelere yayılmıştır, bütün nesneler onunla bezenmiştir. Tanrı tüm varlık kaynaklarından görünüş alanına çıkar, varlık kaynaklarına oranla ayrılık, aykırılık belirir, ancak tanrıya oranla bütün nesneler eşittir. (31)
Tanrı tek varlıktır, önsüzdür ve sonsuzdur, zahirdir ve batındır. Tanrıdan başka hiçbir şey yoktur. Tanrının şeyler-nesneler-eylemler(zat-sıfat-fiil) ile görünüş alanında tecellisi madde âleminde zuhur-yaradılış olarak tarif imkânı bulur. Yaradılış-zuhur, kavrayışı mümkün kılan salt varlığın zorunlu tavrıdır. O’nun tekliği, ancak çokluk ile mümkün olabileceği gibi, şeylerin gerçekleşmesi de o’nun tekliğiyle mümkündür. Varlık olmadan zuhurdan bahsedilemeyeceği gibi, zuhur olmadan da varlıktan bahsedilemez.
“Ben görünen ve görünmeyen şeyleri yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım”(zariyat56) şeylerin ibadeti, bir uyarı ya da önerme değil bir tarif biçiminde ele alınmaktadır. Kavrayışı mümkün kılan şeyler bu amacın eseridir. Bu kavrayışı idrak eden kişilerin (var-insan) eşitliğe aykırı tavır sergilemeleri imkân dâhilinde değildir. Varlık sahnesinde hayat bulmanın tek yolu bu kavrayışa sahip olmaktır. Eşitliğe aykırı eylem, tavır sergileyenler tevhid hakikatine muhalefet etmektedirler ve müşrik olarak tanımlanırlar, onlar esas itibarı ile varlık sahnesine çıkamamış nasipsiz beşerlerdir. Bu teklik kavrayışı ile eşitlik anlayışına sahip olmayan “şey” yoktur. Varlık tekliğinin farkındalığıyla, bu farkındalığa ulaşmak ise mazharlar iledir.
İbadet; yaradılış(kulluk) bilinci ile tevhidi(tekliği) idrak ederek benlikten arınmaktır.
Şeyh Bedreddin’in toplumsal hayata dair eşitlikçi yaklaşımının temelinde Tevhid itikadı vardır. Kul olma bilinci ile var olan kişinin varlığını bütünden ayrı telakki etmesi mümkün değildir. Yaratılanın yaratandan gayrı olmadığı bilincine ulaşan kişiden asla zulüm ve eşitsizlik zuhur etmez. Bu bilince ulaşamayan ise zaten varlık sahnesinde değildir,
“İnsanlara faydası olmayanı ölülerden say gitsin” (İmam Ali)
Öyleyse onlardan biri ben tanrıyım derse doğrudur, çünkü her varlık tanrıdan gelmektedir. Mazharların çokluğu belli bir sayı ile gösterilmesi tanrı varlığını etkilemez. Tanrı bütün varlık türlerinde görünür, ‘o’ bir’dir. Varlıklardan her biri ben tanrıyım derse de doğrudur. Her nesnede varlık özü vardır, hiçbir koşula bağlanmaksızın her varlığa tanrı denmiştir. Bir varlıktan ister bütün nesneler ortaya çıksın ister çıkmasın, ister bir nitelikle nitelensin ister nitelenmesin gerçek değişmez. Ancak görünüş alanına çıkış bakımından, mazharlardan bir nesne doğmadığı için, her biri tanrıdan ayrıdır, tanrı değildir demek de doğrudur. (28-2)
Teşbihen; Bir kişinin bedeni üzerinden kendini tanıtmasında bunu hangi uzvu ile gerçekleştirdiğinin bir önemi yoktur, kişi dili ile ben falancayım diyebileceği gibi bunu parmaklarıyla yazarak da ifade edebilir. Bu durumda hayır sen falanca değilsin sen filancanın dilisin ya da elisin demek akla uygun düşmez. Ancak dil ya da el kendini bir olduğu bedenden ayrı telakki ederken bu şekilde ifade etmesi de doğru değildir. Ayrılık anlayışı insanı da hakikate dair yanılgıya düşürmektedir. Dilin varlık iddiası ile yaptığı konuşmayı kendine nispet etmesi onun cahilliğini gösterir. Dilin ortaya çıkardığı konuşma fiili bütün bir bedenin kudretine bağlıdır, tek başına bir et parçasıdır sadece. Bedenin sahip olduğu uzuvların tamamının ancak bu bütünlük içerisindeyken bedene nispetle o bütünde varlık iddiası mümkün olabilir aksi halde o uzuvlar bedene nispetle varlık olarak tanımlanmazlar. Dilin ben falancayım diyebilmesi ancak falanca olarak tanınan vücuttaki konumunu kabul ve idrakiyle hak olur. Bu uzuvlar kendini tarif ederken onun farkındalık durumuna dair bilgisi olmayan bir başkasının o uzvu kendini tarif biçimi ile yargılaması da doğru değildir.
Gerçekte her şey birdir. Öz bakımından çokluk ve aykırılık yoktur. Çokluk yalnız anlama ve değerlendirme bakımındandır. Sözün kısası çokluk(kesret) bir düşleme ve kuruntudur. (Tanrı vardı o varken başka bir nesne yoktu. O nasıldı ise yine öyledir.) hadisi ile( her şey yok olur ancak onun gerçeği kalır.) Ayeti bunu gösterir.” (28)
Tanrı tasavvurunu varlığın birliği (tevhid) esası üzerinden açıklayan Şeyh Bedreddin, görünürlüğe çıkan mazharların(zuhura çıkış-sıfatlar) salt varlık olan tanrının görünüş alanına çıkışı olarak tanımlar.
Varlık olarak tanımlanan her ne var ise bunların hiçbir niteliğinin bütünden ayrı düşünülmesi söz konusu olamaz. Ortaya çıkan görüntüler, fiiller, sıfatlar ve Zat’lar salt varlığa aittir ondan ayrı düşünülemez, tasvir edilemez.
Devam edecek…