Ahiret – Cennet – Cehennem
SONLU OLAN İLE SONSUZ OLAN ayrımı üzerinde ısrarla duran ve varlık tanımını bunun üzerine bina eden Bedreddin’in ahirete ilişkin yaklaşımı onun sonsuz ile olan iletişim ve yakınlaşma, sonlu olanla ise uzaklaşma temeline dayalıdır. Sonsuz olan tanrısal hakikat; varlığı -sonlu olan maddi görüngüler ise yaratılmışı temsil eder. Yaratılmışı varlık kabilinden tarif edilemez olarak tanımlaması insanın amacını da açıklar niteliktedir. Dünya hayatının sonlanması onun varlığını muhayyile ile tanımlamasına denk gelirken gerçek varlığın ise mana ile bütünleşmiş oluşu ile açığa çıkarır. Mana ile buluşabilmiş kişiyi dünya ve ahiret ayrımından kurtulup varlığa çıkmış olarak nitelerken cenneti ’de bu kabilde tarif eder. Bu sonsuzluk kavrayışına ulaşamama durumunu ise cehennem olarak açıklar. Bu yönleriyle asıl olan varlığın Sonsuzluk kavrayışını maddi âlemde fark edip yaşamı düzenlemenin kaçınılmazlığını vurgular. Bu bütünlükçü kavrayışı tevhit olarak, sonlu olan dünya hayatını sonsuzlukla ayıran kavrayışın ise şirk olacağını ve cehennemi inşa edeceğini belirtir. Geleneksel cennet ve cehennem yorumlamalarını ise cahil ve bilgisizlerin kavrayışı olarak açıklar ve reddeder.
Varlık kavrayışında üzerinde ısrarla durduğu sonsuzluk olgusu hayatın her alanına dair yaklaşımını oluşturur. Buna göre kişinin bireysel yaşamını, doğa ve toplumla olan ilişkilerini de bu biçimde şekillendirmesi gerekliliği üzerinde durur. Dünya hayatının geçiciliği gerçeğine iman eden bireyin; dünya hayatına düşkünlük, mal biriktirme, mülk edinme, iktidar ve otorite kurma gibi eylemlerini imansızlık ve şirk olarak tarif eder.
“Bir takım insanlar, bir takım insanlara taparlar, kimi altın ve gümüş paralara, kimi yenilecek içilecek nesnelere, yüceliklere, övünç veren varlıklara tapar da Allah’a taptığını sanır” (1)
İnsanın kurtuluşunun bütünlükçü bakış ve davranış halleriyle mümkün olacağını açıklayarak, ötelenerek mevcut dünya hayatının dışında tasvir edilen bir cennet ve cehennem algısını şiddetle reddeder. Cennetin de cehennemin de sonsuzluğuna vurgu yaparak tarif edilen tüm pozitif değer ve karşılıkların dünya hayatından başlayarak sonsuzlukla buluşacağını belirtir. Erdemli hayat sürmenin beraberinde cenneti inşa edeceğini aksi erdemsizliğin ise kişiyi cehennem karanlığına mahkûm edeceğini ifade eder.
“ Ahiret işlerinin, bilgisizlerin sandıkları gibi olmadığını bil. O işler görünmeyen (gayb) ve melekût âlemiyle ilgilidir. Sıradan kimselerin sandıkları gibi duyu evreniyle değil. Peygamberlerin, özü arınmış kimselerin sözleri doğrudur, yanlışlık onların söylediklerini anlamamadadır.
Geleneksel ahiret inancının dayanaklarını peygamberlere ve onların yoluna ışık tutan arınmış kişilere dayandırmak çok büyük bir yanılgıdır. Ahiret, cennet ve cehenneme dair günümüzdeki yaygın biçimiyle tarif edilen anlatımlar toplumların sindirilmesi ve adaletsizliğe rıza göstermeleri amacı ile uydurulmuştur.
Hakikatte ahiret bilgisine dair gerçeklik; kula kulluğa, sömürüye ve her türlü adaletsizliğe asla imkân tanımayan bir yaklaşımın tarifidir.
İyi bil, kuşkulanma bildirilerle bize ulaşan, yazılı belgelerle anlatılıp yayılan cennet, huriler, köşkler, ağaçlar, yemişler, ırmaklar, azap ve ateş, bunlara benzeyen başka varlıklar sözcüklerin yüzden anlamlarıyla açıklanamaz, onların daha derin anlamları vardır. Onları ancak tanrıya yakınlık kuran, içi dışı arınmış kimseler bilirler, anlarlar. Tapınmayı (ibadeti) gerekli göstermenin amacı gönülleri geçici varlıklardan sıyırıp en yüce varlığa, başlangıcı olmayan varlığa yöneltmektir. Geçici varlıklara bağlanan bir gönülle bin yıl namaz kılsan sevapla ilgili bir kazancın olmaz.” (1)
Başlangıcı ve sonu olmayan mutlak varlığın vahdaniyetine dair olan bir kavrayış insan yaşamının yegâne amacıdır. Bu amaç insan hayatının her aşamasında sahip olması gereken bilinçli tavır ve davranışı ona telkin eder. Bu tevhit bilincine, bütünlükçü bakış açısına sahip olmayan kişinin her hamlesi ki buna ibadet adını da koysa zulme kaynaklık edecek, zalime hizmet edecektir.
Şeyh’in geçici varlıklardan sıyrılmayı tarifi, imanlı bir muvahhidin dünya yaşamını sürdürürken kendisi gibi olan fani varlıklar önünde boyun eğmemesine dair hükmün esasına dayanmaktadır.
“Bu gövde ile ayrıntıları dağılıp yok olduktan sonra, yeniden eski biçime dönemez, yeniden birleşip bütünleşemez, var olamaz. Ölüyü diriltmenin amacı da bu değildir. Sen neredesin a şaşkın. Kendini dünyaya vermen, onunla uğraşman yüzünden gerçeği kavrama yeteneğin azalmıştır. Gerçeğin olgunlukları senin düşündüğünden başkadır, o olgunluklara yönelemeyişin onlardan uzak kalışındandır. Bu anlatılanı bilsen, anlasan ondan yararlanırdın, gönlün o yana yönelirdi. Yemişlerle, başka ilgi çekici nesnelerle kandırılan bir çocuğa benziyorsun. Ona içinin çektiği nesneleri göstererek bilgi edinmesini sağlarlar. Yoksa bilgi edinmekten kaçınır. Sen şu yolunu şaşırmış gönlünle tanrıyı, peygamberi tanıdığını, kitapları okuyarak ne demek istediklerini anladığını mı sanıyorsun? Dersle uğraştıkça gerçeği kavramaktan uzaklaşıyorsun. Bunu bil.” (2)
Aklın kavrayış merhalelerine vurgu yapan Şeyh Bedreddin, dünya hayatında kişinin kayıtlandığı ( kendini tarif ettiği- kabullendiği- tarif ederek suretine büründüğü) şey üzere sonsuzlukta var olacağı hali- latif kişiliği yarattığını ifade eder. Bu kavrayış durumunun en alt seviyesi aklı ermez çocukların oyuncaklarla kandırılmasına benzemektedir. Aklı ermeyen çocuk tarifi aynı zamanda olgunlaşmamış olan aklın hakikati kavrayabilme yetisine haiz olmayışına işaret eder.
Zalim ve sömürgeci iktidarlar, zulüm ve sömürüye kaynaklık eden kendileri gibi kâfir idarecilerin oluşturmuş oldukları geleneksel kaynaklarla toplumları felç etmekte ve bu doğrultuda oluşturdukları külliyatlar ile verdikleri dersler kişilerin kavrayışını sekteye uğratmaktadır. Uydurdukları algının karşılık görmesini sağlamak amacı ile de beşerin nefsi arzularına hitap edecek bir yöntem kullanarak toplumları oyalamaktadırlar. Şeyh Bedreddin’in derslerle uğraşmanın gerçeği kavramanın önünde engel oluşturduğuna dair yaptığı uyarı bu yönüyle çok kıymetli ve dikkate değerdir. “Peygamberlerin, özü arınmış kimselerin sözleri doğrudur, yanlışlık onların söylediklerini anlamamadadır.” Cümlesi bu yaklaşımın vurgulamasıdır.
Devam edecek…