İnsan Hakları Araştırmaları Ağı olarak, Türkiye’de 2012-2013 yıllarında devletin yaptıklarının, yapmakta geciktiklerinin ya da edilgen tutumunun neden olduğu hak ihlalleri üzerine düşünebileceğimiz bir konferans düzenlemeye karar verdik. Bu yıl ilkini düzenleyeceğimiz bu konferansı her yıl tekrarlamak umuduyla yola çıktık.
21-22 Aralık 2013 tarihlerinde gerçekleşecek olan konferansın, eksikleriyle de olsa, 2012-2013 döneminin insan hakları sorunlarının bir bilançosunu çıkartıp kaydını tuttuğumuz, bu sorunları beraberce anlamlandırmaya çalıştığımız ve hala gündelik yaşamlarımızı etkileyen bu sorunlara dair akademik bilgi üretebildiğimiz bir alan açmasını umut ediyoruz.
Tebliğ Çağrısı
Konferans, hukuk, sosyoloji, antropoloji, siyaset bilimi, tarih gibi farklı alanlardan akademisyen, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin, bağımsız araştırmacıların, sivil toplum kuruluşu çalışanlarının ve avukatların tebliğ önerilerine açık. 2012-2013 yılında yaşananlara ilişkin, belirtilen başlıklardan birine giren tebliğ önerilerinizi 15 Eylül 2013 tarihine kadar aşağıda yer alan başvuru formu aracılığıyla gönderebilirsiniz.
Tebliğ önerilerinizde, konu başlığınızı, önerdiğiniz başlığın bu konferansın gündemi ve kapsadığı dönemle nasıl bir ilişkisinin bulunduğunu, tebliğinizde hangi sorulara yanıt aramayı amaçladığınızı 350-500 kelime arasındaki özetlerinizle açıklamanızı bekliyoruz.
Başlıklar
Sınırlarda Yaşamak: Roboski ve Reyhanlı
Devlet Şiddeti
Cezasızlık
Tutuklama ve Yargılamalar
Konuşmanın, Yazmanın ve Siyaset Yapmanın Engellenmesi
Devletin Ayrımcı Uygulamaları ve Nefret Suçları
Türkiye’de Kadın Olmak
Vicdani Ret
Cezaevleri
Türkiye’nin ”Misafirleri”: Göçmen ve Mülteciler
Güvencesizlik
Ekoloji
Kentsel Dönüşüm
Kürt Sorunu ve Çözüm Süreci
Kapsam
Konferansın bütünüyle olmasa da etraflıca ele almayı umduğu 2012-2013 devlet şiddetinin izini bıraktığı bir dönem oldu. Türkiye’deki pek çok kente yayılan Gezi Parkı eylemleriyle birlikte, polis şiddeti her zamankinden çok daha görünür bir hal aldı. Adalet Bakanlığı’nın yayınladığı istatistiklere göre bir yandan işkence ve kötü muamele iddialarında artış yaşanırken diğer yandan bu eylemlerin ve yaşam hakkı ihlali faillerinin ortaya çıkarılmadığına, cezasız bırakıldığına, terfi ettirildiğine tanık olduk. Yayın ve erişim yasakları olağanlaşırken, yazmak, konuşmak, araştırmak ve siyaset yapmak şiddet kullanımına, tutuklamalara, yargılamalara ve ağır cezalara tabi tutuldu. Peş peşe çıkarılan yargı paketleri, bu meselelere çözüm sunmaktan uzak kaldı.
TBMM İnsan Hakları Komisyonu, Roboski’de 34 insanın bombalanarak öldürülmesine ilişkin adalet arayışımıza cevap vermeyen bir raporu kabul etti; ardından sivil mahkemenin verdiği görevsizlik kararıyla yargılama süreci Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı’na devredildi. Roboski’den sonra Reyhanlı’da patlayan bombalar, sınırlarda yaşamanın, can güvenliği ya da geçim derdiyle sınırları aşmanın ve devletin sınır politikalarının üzerine düşünmemizin elzem olduğunu bize bir kez daha gösterdi.
Kadın cinayetlerinin, kadına yönelik şiddetin, taciz ve tecavüzlerin yanına kürtajın fiili olarak yasaklandığı kaygısını arttıran vakalar eklendi. Transfobinin lince dönüşmesinden korktuğumuz anlar yaşadık; LGBT’lere yönelik nefret suçlarının takipsizlikle ya da haksız tahrik indirimleriyle sonuçlandığı davaları izledik. Yargıtay, Hrant Dink davasında, cinayetin ardında silahlı bir örgüt bulunmadığına karar verdi. Bir 24 Nisan günü öldürülen Sevag Balıkçı cinayetine ilişkin davaysa, cinayette kasıt bulunmadığı kararıyla sonuçlandı. Alevilerin cemevlerine ilişkin talepleri karşısında devletin en yetkili isimlerinden gelen sert açıklamaları dinledik; 3. köprünün ismine ilişkin tepkileri karşısında ise, devletin geri adım atmaya niyetli olmadığını gördük.
Askerde kötü muamele ve asker ölümlerine ilişkin haberlerin ve vicdani ret hakkının tanınmasına ilişkin taleplerin arttığı bir sırada, bedelli askerlik düzenlemesi yapıldı. Çocuk tutuklu ve hükümlülere taciz ve tecavüze, hasta tutuklu ve hükümlerin sağlık hizmetlerine erişimlerindeki güçlüklere, cezaevi uygulamalarına karşı tutuklu ve hükümlülerin açlık grevlerine ilişkin haberlerle cezaevlerinde yaşayabilmenin koşullarıyla yüzleştik. Meclisten, göçmen ve mültecilerin hayatlarını önemli ölçüde etkileyecek hukuki düzenlemeler geçirildi. Suriye’deki savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan insanların yaşam koşulları kadar, Reyhanlı’da onlarca kişinin canını alan bombaların patlamasından çok daha evvel Suriyeli mültecilere karşı yayılan düşmanca önyargılara ilişkin kaygı verici haberler okuduk.
Eğitim ve sağlık sektörünün ardından, devlet üniversitelerinde de güvencesizleştirmenin önünü açan düzenlemelerin yolda olduğu haberleri yayıldı. İş güvencesinin yanı sıra iş güvenliğinin de yok sayıldığı bir döneme şahit olduk, iş yerinde ölümler kaza olarak nitelendirilemeyecek kadar rutin bir hal aldı. GDO’lu ürünlerin dolaşımda olduğu yolundaki haberler, devlet yetkililerince tutarsız ve güven uyandırmayan açıklamalarla yanıtlandı. Bir yanda yeryüzünün bütün sakinlerinin yaşamlarını etkileyecek HES ve nükleer santral projeleri, diğer yanda kimilerine kentlerde boşaltılmış ”güvenli” alanlar vaat eden kimileriniyse yerinden eden ”kentsel dönüşüm” projeleri hayata geçirildi. Devletin eskiden Ermeni Mezarlığı olduğunu öğrendiğimiz Gezi Parkı’nın üzerine bir kışla ve kışlanın içerisine AVM inşa etme ısrarı, kentlerimizi talep etmenin, nasıl yaşamak istediğimize bizim karar vereceğimizi hatırlatmanın bedelinin devlet şiddetiyle yaşamak olduğunu gösterdi.
Bütün bunların yanı sıra, bu yıl savaşın son bulacağına dair umutlarımızın arttığı bir eşiğe geldik. Barış sürecinin, anadilde eğitim talebini, bu ülkenin yakın geçmişine damgasını vuran faili meçhullere ve gözaltında kayıplara ilişkin adalet arayışını, Güneydoğu’daki yoksulluğu nasıl ele alacağını merak ve umutla bekliyoruz. Fakat müzakere sürecinin yeterince şeffaf olmaması ve kimlerin bu sürece ortak olabileceğinin belirsiz kalmasından ötürü biraz da endişeyle izlediğimiz bir süreçten geçiyoruz. Gezi Parkı eylemleriyse, hem endişelerimizi hem de umutlarımızı arttıran başka bir süreci başlattı. Günlerdir bir yandan devlet şiddetini, medya sansür ve dezenformasyonunu yüreğimiz ağzımızda izliyoruz. Diğer yandan sokakları, kentleri, haklarını talep eden milyonlarca insanın bir araya gelişinin yarattığı imkanların heyecanını yaşıyoruz. Devletin Gezi Parkı’yla yükselen taleplere verdiği yanıtların değişip değişmeyeceğini tedirginlikle bekliyoruz.
Elbette bu kısa çetele iki yıllık dönem içinde karşılaştığımız insan hakları sorunlarının tümünü kapsama iddiasını ya da bir önem sıralaması dayatma amacını taşımıyor. Üstelik bütün bunların, son iki yıl içerisinde birdenbire ortaya çıktıklarını da düşünmüyoruz. Uzun geçmişleri olan, başka başka bağlamlarda tekrar eden, birbiriyle kesişen, birbirleriyle üst üste geçen bu meseleleri, bu konferansla nelerin üzerinde düşünmeyi umut ettiğimizi örneklemek üzere sıraladık. Konferansın nihai başlıklarını ve konferansın kapsadığı zaman aralığında yaşadığımız hangi olayların üzerine konuşacağımızı belirleyecek olan sizlerden gelen tebliğ önerileri olacak.