2015 aralık ayında Rusya savaş uçağının düşürülmesinden sonra ortaya çıkan iki ülke arasındaki kriz, 26 Haziran’da iki ülkeden yapılan açıklamalarla “normalleşme” sürecine girmişti.
Nitekim bu süreç kısa sürede bakanlar düzeyinde ilişkilere yükselirken 9 Agustos’ta Erdoğan ile Putin’in St Petersburg’da yapacağı görüşmelerle daha ileriye taşınacağı belirtiliyor.
İki taraftan yapılan açıklamalar, şimdi girilen sürecin “Uçak krizi öncesinden bile daha ileri bir düzeye getirilmesi” için çalışıldığını gösteriyor.
Önceki gün Moskova’ya giden Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek başkanlığında heyetle Rusya Başbakan Yardımcısı Arkadiy Dvorkoviç başkanlığındaki Rusya heyetinin yaptığı görüşmelerde Rusya ile Türkiye arasında “uçak krizi”yle kopan ilişkilerin yenilenmesi konusunda anlaşmaya varlığı açıklandı.
Rusya Başbakan Yardımcısı Dvorkoviç; “İki ülke vatandaşlarının vizesiz seyahati ile ilgili anlaşmanın yeniden yürürlüğe konması”, “Rusya’nın turizmle ilgili koyduğu sınırlamaların kaldırılması”, “Türk Akımı petrol boru hattı üstündeki çalışmaların yeniden başlatılması”, “Akkuyu Nükleer Santralinin yapımının hızlandırılması”, “Rusya ve Türkiye şirketleri arasında iş birliğini kolaylaştıran önlemler alınması” gibi başlıca konularda iki heyet arasında görüş birliği sağlandığını belirtti.
Buraya kadar her şey, uçak kriziyle ortaya çıkan krizin ve yol açtığı zararların ortadan kaldırılması gibi görünüyor. Ancak, 15 Temmuz darbe girmişi sonrasında Erdoğan-AKP yönetiminin önde gelen temsilcileri ve medyadaki sözcülerinin, “Darbenin arkasında ABD var”dan başlayıp batılı ülkeleri, “Bir geçmiş olsun demeye bile gelmediler”e bağlanan bir propagandaya yönelmeleri, Erdoğan’a ilk geçmiş olsun mesajının Putin’den gelmiş olmasına özel vurgu yapılması, Türkiye-Rusya yakınlaşması bakımından yeni bir döneme işaret eden önemli ipuçları vermektedir.
TÜRKİYE BATIDAN NASIL DOSTLUK BEKLİYOR?
Evet, Erdoğan-AKP yönetiminin; batıdan gelen, darbe şüphelilerine işkence ve kötü muamele yapılmaması, insan hakları ihlallerine izin verilmemesi, OHAL’in, basın ve öteki özgürlüklerin sınırlanmasına vesilesi yapılmaması gibi Erdoğan-AKP yönetiminin diktatörlük heveslerini ima eden eleştirilerden rahatsızlık duyduğu bir gerçektir. Ama şu da bir gerçektir ki;
* Darbecilere uygulanması mümkün olmadığı halde, kalabalıkların en geri duygularını okşayarak idam cezasının yeniden getirilmesi için sokakların kışkırtılması ve Erdoğan’ın “Eğer Meclis gerekli anayasa değişikliğini yaparsa ben de imza atarım” demesi,
* “İdam tartışmasının” Fethullah Gülen ve Yunanistan’a iltica talep eden 8 rütbeli askerin zaten zor olan iadelerini daha da zorlaştıracağını bildiği halde idamın geri getirilmesi konusunun yabancı ajanslarla ve TV kanallarıyla yapılan röportajlarda da savunmaya devam edilmesi,… açıkça gösteriyor ki, Erdoğan-AKP yönetimi, darbe girişiminin “mağdurluğuna” sığınarak ABD ve AB ile de bir çatışmayı göze almış görünmektedir.
BATININ ÖNÜNE SÜRÜLEN ŞARTLAR NE ANLAMA GELİYOR?
Türkiye, ABD ve AB’yi açıkça darbe yanlısı olarak ilan ediyor. Batılıların bu konuda “temize çıkması” için de “Fethullah Gülen’in iade edilmesini” (aynı zamanda Yunanistan’a iltica eden 8 askerin iadesini) ve Türkiye’nin darbe bahanesiyle özgürlüklerin sınırlanmasından duyulan endişelerin dile getirilmemesi gibi, bu ülkelerin kendi yasalarını ve kendi değerlerini çiğneyerek Türkiye’nin isteklerini yerine getirmeleri gibi ağır koşullar öne sürülmektedir.
Bu koşullar dikkate alındığında, “Rusya ilişkilerimizi ‘uçak krizi’ öncesinden daha ileri götürmek istiyoruz” derken Erdoğan-AKP yönetiminin, sadece kimi ekonomik, kültürel ve sportif konularda nicel büyüklükleri artırmayı kastetmedikleri açıkça anlaşılıyor.
Kuşkusuz ki AKP Hükümetinin bu alanda atacağı ilk adım, NATO’dan çıkıp Şanghay kulübüne üye olacağı anlamına gelmez. Ya da AB ile görüşmeleri kesip tüm köprüleri atacağı da beklenemez.
Çünkü;
* Her şeyden önce Rusya’nın bu kadar sorunları olan Türkiye’yi taşıyacak (Bunun için batılılarla mücadele edecek) ne ekonomik ne de siyasi gücü vardır.
* Suriye politikası merkezli olarak Rusya’nın Ortadoğu politikasıyla (İran-Irak-Suriye-Rusya mihrakı) Türkiye arasındaki makas batılılarla Türkiye arasındaki makastan daha büyüktür.
* Türkiye’nin Rusya, İran çizgisine yakınlaşması Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleriyle ilişkilerini ciddi biçimde yeniden ayarlamaya zorlayacaktır. Bu da Erdoğan-AKP yönetimi için ucu içerilere de yansıyacak yeni ideolojik-siyasi sorunlar demektir.
Bunun ötesinde de NATO’ üyesi ülkelerin, “Ben NATO’dan ayrılıyorum diyerek ayrılamayacağı da NATO anlaşmasının yükümlülükleri içindedir. TSK’nin silah standartları, Türkiye’nin ihracatının büyük ölçüde AB ile olması, Türkiye’yi yöneten egemen sınıfların (büyük sermaye sahiplerinin) her bakımdan batılı tekellerle içli dışlı ilişkileri ve batı ile geçmişi iki yüzyılı aşan tarihsel ve kültürel ilişkiler gibi nedenler de Türkiye’nin NATO’dan ve AB’den kolayca vazgeçemeyeceği diğer gerçeklerdir.
BATIDAN KAÇARKEN DOĞU EMPERYALİZMİNİN AVCUNA DÜŞMEK
Batlı emperyalistlerle çelişkilerinin boyutu ne olursa olsun Erdoğan ve ekibi için “Ben NATO’dan ayrılıyorum” ya da “AB ile işimiz yok” demek hiç kolay değildir. Ama ilişkiler öyle bir aşamaya getirilebilir ki, örneğin Karadeniz’den Rusya’nın kuşatılmasına dair sonbaharda NATO gündemine alınacağı açıklanan kararlara Türkiye ayak sürüyerek de olsa karşı durabilir. Daha başka önlemlerle hem NATO’nun içinde olup hem de “dışında kalır” bir pozisyon tutabilir…
Ama ne var ki, toplam açısından bakıldığında Türkiye’nin NATO’dan ve AB’den ayrılarak Rusya kampına geçmesi ne kadar zorsa, NATO ve AB’de kalarak AKP-Erdoğan Yönetimi’nin yoluna devam etmesi de çok zorlaşmıştır.
Bu çelişkinin çözümü de o kadar kolay değildir.
Bunun Türkiye’nin dış politikasındaki karşılığı da, yeni ve büyük bir açmazla karşı karşıya kalmış olmaktır.
Hiç kuşkusuz bugün dış politikada girilen süreç, şu ya da bu ülkeyle sorun yaşama durumu değil, bir bütün olarak AB ve ABD etrafındaki batı bloku ile karşı karşıya gelme sorunudur. Ki, bu da öyle “Gülen’i verdiniz verdiniz yoksa siz de darbecisiniz” deme kolaylığıyla aşılamaz. Ama AKP hükümetleri ve Erdoğan, sıkça yaptığı gibi iç politikadaki amaçları doğrultusunda bunu kullanmaktadır. Ama bu sefer önceki sıkıntılarına göre durumu çok daha sıkışıktır.
Bu çözümsüzlük; elbette Rusya için hem batı karşısında bölgedeki pozisyonunu güçlendirmek hem de Türkiye ilişkilerindeki çıtayı kendi lehine yükseltmek için son derce önemli fırsatlar çıkarmaktadır. Rusya elbette bu fırsatı kullanacaktır ama Türkiye ile ilişkilerinde inisiyatifi eline alarak!
Tarih bize bir emperyaliste karşı çıkarken ötekinin avcuna düşen ülkelerin sağlıklı bir yere varamadığını gösteriyor.
Böyle iki yanı kirli bir ilişkiden de farklı bir sonuç beklenemez.