Rahmetli Muhlis, zabıtayı felsefe mezunu olduğuna inandırmıştı. Pazarcıydı ama filozoftu. Gündemin işkence olduğu yıllardı. İşkenceci eski bir polisin, “Nokta” dergisinde anıları yayınlanıyordu. Arkadaşlık ortamında konuyu değerlendiriyorduk. Muhlis birdenbire sordu: “Hocam! İnsana niye işkence yaparlar ki?” Şöyle cevap verdim: “Kişiliğini parçalamak ve kendine olan saygısını yıkmak için.” Rahmetli biraz durdu ve yeri geldiğinde hep tekrarladığım şu cevabı verdi: “Desene topluma kazandırmak için!”
Totaliter rejimler kişilikli, uyanık ve dürüst insanlardan hoşlanmazlar. Halkın cahil, karaktersiz, haylaz, sarhoş ve eğlence düşkünü olmasından ise rahatsızlık duymazlar; hatta memnun olurlar. Zira böyle bir toplumu yönetmek kolaydır. Nitekim İspanya diktatörü bunu “3F” formülüyle hafızalara yerleştirmiştir.
Şimdilerde kısmen değişmiş olabilir -hastanelere gitmediğim için bilmiyorum- ama yıllar önce utanç verici hastane serüvenleri yaşardım. Sevk imzaya, imza havaleye, havale tasdike, tasdik kayda… Gezer dururduk. Kuyruklar uzar, sıra tam sana geldiğinde mesai biterdi. Devletin hizmet vermek istemediği her halinden belliydi. Devletin işlemeyen düzenini herkes bilir; ancak bir çare üretemezdi. İnsanı aşağılamanın bir anlamı olmalıydı. Niçin böyle yapıyorlardı? Cevap Rahmetli Muhlis’in o vecizesinde gizliydi: “Topluma kazandırmak için!”
Ünlü başka bir üç formül de Ali Şeraiti’nindir: “Zer, zor, tezvir” Diktatör tezviratla (yalan) kalabalıkları kandırır, kandıramadıklarını korkutur (Zor) veya satın alır. (Zer) En tehlikeli adamlar aldatamadığın, korkutamadığın ve satın alamadığın adamlardır. Yani uyanık, cesur ve dürüst adamlar. Bunları topluma kazandırmak imkânsızdır. Onlardan kurtulmanın tek yolu, mesela helikopterlerini düşürmektir. Odasında ölü bulunması da olabilir.
Şu anda bile, sokağınızı rahatsız eden dört serseri veya mahallenizde çirkin işler çeviren bir aile olsa, bunu önlemenin yolu “polise bir telefondur” değil mi? Değil. Ankara’da güçlü tanıdıklarınız olsa, mahalle sakinlerinin desteğiyle kale gibi görkemli binalarda, en yüksek devlet katlarında, yanına salâvatla girilen yetkililerle görüşseniz bile işiniz garanti değildir. Çünkü sokaktaki serseri, helikopteri düşüren gücün himayesindedir.
Bir iki yıl önceydi, bir dernekte yalnız oturuyordum. Yaşlı, çakal iki zabıta geldi. “Burası ne derneği merak ettik de?” diye nabız yokladılar. Adam muamelesi yapmadım, “İslamcı bir dernek.” diyerek gönderdim. Bunu anlattıklarıma şunu sordum: “Atatürkçü dernek lafı mı daha korku verici olurdu yoksa İslamcı bir dernek lafı mı?” Şöyle cevap verdiler : “İslamcı bir dernekten daha fazla çekinirler.” Aynı insanlara benzer bir soru daha sordum: “Sokakta, mini etekli kız mı daha rahat gezer yoksa çarşaflı bir kadın mı? Yani hangisi devletin garantisine daha fazla güvenir?”
Sizce nasıl cevap vermişlerdir? Boşuna merak etmeyin, biliyorsunuz.