Tipik din adamları, dinin; gizemli, esrarlı, anlaşılmaz manalar içeren, sıradan halkın bununla muhattap olmaması gerektiği, kutsal kitap yorumcularına, ya da fıkıh, hadis, kelam, mezhep, tarikat, cemaat şeyhlerine/adamlarına başvurmadan, onların söylediklerine“tabi” olmadan, kendi kendilerine doğrudan bu metinleri okumamaları gerektiğini söylüyor ve kabulleniyorlar.
Bunların bu yaptıkları; aslında bu yargının, bu tutumun ya da bu argümanın kırılıp dinin bütün insanlığa, hayatın ta içine girmesine bir itirazdır.
Siz bunu “tipik din adamının mesleki bir oyunu” olarak anlayabilirsiniz.
Bazısında zımni (gizli) olmak üzere, birçok din adamında mesleki endişe ve kaygının, maalesef ta kendisidir.
Bu anlayıştaki din adamı, hayatın tamda içinden konuşan Allah’ın ve hayatın bizzatihi kendisi olan sözlerini; kutsallaştırmış, şifrelemiş, kapalı kutu haline getirmiş, herkesin ulaşamayacağı, anlayamayacağı bir rafa/tarafa kaldırmıştır.
Bu tipik din adamı, yaşadığımız hayat olan sözlere, manalara, mesajlara “kutsal kitap” adını vermiş, kâğıt olan mushaf’a dönüştürmüş, abdestsiz dokunmayı bile yasaklamıştır.
Acaba Allah’ın sözlerinin ilk zamanlar unutulmasın diye ilk muhatapları hafızalarına o sözleri yazdıktan/ezberledikten sonra hep öyle devam edip gelseydi şimdi o ayetleri ezberleyen kafalara abdestsiz dokunamayacak mıydık?
Bu anlayıştaki din adamlarına göre galiba dokunamayacaktık.
Kur’an’ın ve dinin bu hale getirilmesi çok enteresan ve aynı zamanda -İslam adına- da acınası bir durum!
Tipik din adamı, öncelikle kendisine başvurulmasını ısrarla dayatmış ve bunun tersini yapanları tehdit olarak görmüştür.
Allah’ın insanlara hitabını/konuşmasını; halkın olduğu çarşıya, sokağa, pazara, eve girmesini, açılıp inkişaf etmesini, dinin ayağa düşmesi olarak görmüşlerdir.
Kamuya ait olması engellenmiştir ve halen engellenmeye de devam edilmektedir.
Onlara göre din ayağa düşmemeli, herkes din hakkında konuşmamalı…
Peki, neden bunu bu şekilde vatandaşa söylüyorlar?
Çünkü onlara göre din bir meslektir ve uzmanları vardır.
Açıkçası tarih boyunca bir kısım aynı anlayışta din adamları dini tekelleştirmiş ve kötü sonuçlar doğurmasına sebep olmuşlardır.
Dini afyon olarak kullanıp insan katleden, rant olarak kullanıp zenginleşen, şan ve şöhret için kullanıp popülerlik sağlayan, sadece magazinforevır olmak için saçmalayan, ilmin olgunlunu, ağırlığını taşımadan, mütevazilikten uzak, sadece bilgisiyle üstünlük taslayan, entelektüel derinlikte samimiyeti olmayan, siyasi güç olarak kullanıp iktidar (halife, kral, padişah, başkan v.s.) olan ve en önemlisi ekonomik sömürü olarak kullanıp insanların hakkını/lokmasını yiyen kişilerin olduğunu, günümüzde bile fazlasıyla görmek mümkün.
Tarihin derin sayfalarında ve günümüzde dahi bazı iyi niyetli aydın/alim de bu tekelci din adamlarına kanmış, aksini düşünememiş ve aynı yolda seyri suluk yapmış ve yapmaya da devam etmektedirler.
İyi niyetle de olsa aynı görüşleri savunmuş, aynı tekelci zihniyete hizmet vermiş, onların hayata bakışları gibi bakmış, onlar gibi yaşamış, onlar gibi inanmış ve eserler ortaya koymuşlardır.
Dini görüşlerini de o minvalde söylemiş ve insanlığa o niyetle hizmet etmeye, faydalı olmaya çalışmışlardır.
Bu kişiler de tabiri caizse art niyetsiz bir şekilde, yanlış pencereden bakmışlardır.
Bu yanlış anlaşılmaların birçoğu da Allah’tan gelen dinin, bel kemiği olan ve her peygamberin hayat felsefesi olduğu halde ve en son kur’an’da da açık bir şekilde deklare edilen “Lehü-l mülk meselesini” anlayamamış veya işlerine gelmediği için maalesef İslam’a da kapital bir pencere açmışlardır.
Tabiri yerinde ise dünyaya; mazlumun, garibanın, yoksulun, gadre uğramışın gözü ile bakmamış tam aksine güç sahibi/güce tapan, zalim, zengin ve servet sahiplerinin gözü ile bakmışlardır.
Kim ne derse desin! Bu da Allah’ın ve Kur’an’ın karşı olduğu bir hayat algısıdır.