- Said Nursî
“Asırlara göre yasalar değişir. Belki bir asırda kavimlere göre ayrı ayrı yasalar, peygamberler gelebilir ve gelmiştir. Peygamberlerin sonuncusundan sonra onun kapsayıcısı yasası her asırda, her topluma yeterli geldiğinden farklı yasamalara ihtiyaç kalmamıştır. Fakat ayrıntıda bir derece mezheplere ihtiyaç kalmıştır. Evet, nasıl ki mevsimlerin değişmesiyle elbiseler değişir, mizaçlara göre ilaçlar değişir. Öyle de asırlara göre yasalar değişir, milletlerin yeteneğine göre hükümler dönüşür. Çünkü hukûk hükümlerinin ayrıntılı kısmı insanların davranışlarına bakar. Ona göre gelir ilaç olur. Eski peygamberlerin zamanında insanlık sınıfları birbirinden çok uzak ve karakterleri hem bir derece kaba hem şiddet eğilimli ve düşünce bakımından ilkel ve medeniyetten uzaklığa yakın durduğundan o zamanki yasalar onların haline uygun bir tarzda ayrı ayrı gelmiştir. Hatta bir kıtada aynı çağda ayrı ayrı peygamberler ve yasalar bulunurmuş. Sonra âhir zaman peygamberinin gelmesiyle insanlar sanki ilkel derecesinden lise derecesine yükseldiğinden çok değişimler ve devrimlerle insan kavimleri tek bir dersi dinleyecek, tek bir öğreticiyi dinleyecek, tek bir hukûku eyleme geçirecek vaziyete geldiğinden ayrı ayrı yasaya ihtiyaç kalmamıştır. Ayrı ayrı öğretmene de gerek kalmamıştır. Fakat tamamen bir seviyeye gelmediğinden ve eşit bir toplumsal yaşam da kazanmadığından mezhepler çoğalmıştır. Eğer insanlığın mutlak çoğunluğu bir üniversitenin öğrencleri gibi bir tek toplumsal yaşam biçimine bürünse, bir seviyeye girse o vakit mezhepler birleştirilebilir. Fakat insanlığın şimdiki hali izin vermediği gibi mezhepler de bir olmaz.”[1] sözleri said Nursî’nin tarilselciliği onaylayan sözleridir.
- İki Elçi
Râğıp İsfehânî “İki elçi vardır; bâtın[2] resul ve zâhir[3] resul. Bâtın resul akıl, zâhir resul peygamberdir. Hiç kimse akıldan gereğince yararlanmadan peygamberliğe yol bulamaz. Akıl, peygamber çağrısının sağlık ve geçerliliğini bilmede esastır. Akıl olmazsa peygamber sözünün delil olması ve bağlayıcı olması mümkün olmaz.” derken vahyi aklın kontrolünde anlamayı ve koşullara göre yorumlamayı kasteder. Bu durum tarihselci bakış açısıdır.[4] Karşımıza çıkmış bir metni vahiy, bir şahsı peygamber olarak kabul etmenin koşulunu Râğıp İsfehânî aklın eleme süzgecine dayandırıyor. Yoksa Hıristiyan imanında olduğu gibi düşünmeden kabullen biçiminde bir inanç ne Kur’an’dan onay alabilir ne de tarihsel yaklaşımdan. Akıl, vicdan, doğa ve psikolojiye uygun olan; insana hayır, bereket, iyilik, güzellik, yardımlaşma, saygı, eşitlik, özgürlük, barış ve dayanışma getiren her mesaj Tanrı’dan gelen iletidir; bu iletiyi getiren herkes de vahiy habercisidir.
- Karafî
Ünlü usulcü[5] Karafî’nin “Allah’ın hükmü, onun zâtıyla kaim olan kelamıdır. Kur’an ve sünnetin lafızları[6] Allah’ın hükmünün bizzat kendileri değil sadece delilleridir. Herhangi bir hâkime devredilmiş hüküm de Allah’ın hükmüdür.”[7] sözleri Kur’an ve sünnetin lafızlarının değil, maksadının asıl olduğunu kasteder; bu kabul tarihselci bir yaklaşımdır. Karafi’ye göre Tanrı sözü bizzat Tanrı’nın varlığıyla var olan bir Tanrı niteliğidir. Ancak Kur’an ve peygamber sözleri Tanrı’nın orijinal sözleri olmayıp onun söz ve hüküm yetkilerine dair birer beyandır.
- Nâsih-Mensuh
Hiçbir zaman desteklemediğim ve doğru anlaşıldığına da kanaat getirmediğim nâsih-mensuh[8] kabulü, geleneksel Sünnî fıkhın Kur’an’da zamansallık, yani tarihsellik düşüncesini kabul ettiğine dair bir örnektir. Sünnîler âyetleri tamamen hükümsüz kılarak, âyetlerin nesh ile hükümden düştüğünü söyleyerek dolaylı biçimde tarihselci yaklaşımı kabul etmişlerdir. Ancak tarihselcilik, âyetleri hükümden düşürme değil, âyetin ruhunun sabit kalarak uygulama yönteminin değiştirilmesidir. Sünnî ekol, tarihselci okula çamur atarken, kendileri çok daha fena bir reddiye içinde olduklarını ya fark etmiyorlar ya da hissettirmiyorlar.
- Zamanın Akışı ve Aşımı
Tarihsellik/târihselcilik, hukuk kurallarında zaman aşımını[9] dikkate almaktır. Çünkü zaman içinde hükmün etkisizleşebileceğini fark edip ceza ve ödülün etkinliğini artırmak için daha etkin bir yasama içinde bulunmak, zamanın gereklerindendir. Zaman aşınmasına paralel olarak bir kuralın yerleşmesinde vazgeçilmez olan tedricilik[10] ilkesi de bir tarihsellik örneğidir. Sarhoş olmanın yasaklanması süreci, ribânın geç yasaklanmış olması vahiydeki tedricilik ilkesiyle açıklanabilir.
Bedir Savaşı’ndan sonra esirlere nasıl muamele edileceğini belirten âyete[11] rağmen Ömer Nasuhi Bilmen’in Istılahât-ı Fikhiye adlı eserinde esirlik ve cariyeliğin uygulanabileceğini savunması[12] tarihsel yaklaşım değildir, yanlış içtihattır. Çünkü tarihsellik/târihselcilik burada âyetin amacı olan özgürleştirme dışına çıkmak değil, özgürleştirmeyi zaman ve koşulların gereklerine göre uygulamaktır. Tarihsellik, kadını özgürleştirmede bir dönemin yöntemi olan çok evliliği bırakıp, kadını meslek sahibi ve yetkili bir mevki erbabı yaparak özgür bir birey haline getirme stratejileri sunmaktır. Ancak Ömer Nasuhi Bilmen,[13] âyetin amacı dışına çıkarak Sünni-köleci fıkhın uygulamasını hem tekrar etmiş hem de meşru göstermiştir.
- Mecelle, İcmâ ve İçtihat
Mecelle’nin 39. maddesi “Ezmânın tegayyürü ile ahkâmın tegayyürü inkâr olunamaz.”[14] demektedir. Mecelle bunu örfle ilgili konuda söyler. Ancak örf, dinin yaşanmasında bir alandır. Muamelât hükümleri hem geleneği hem örfü hem de yaşanan günü kapsadığından vahiy hükmü de olsa değişime tabi olması insan ve toplum gerçeğinin bir sonucudur. Halife Ömer’in kıtlık zamanında hırsızlığa el kesme cezası vermekten kaçınması[15] da bu genel prensibi uygulanmasıdır. İşte bu tarz uygulamalara tarihsellik/târihselcilik denir.
Hem her mezhebin yorumu hem de aynı mezhep içindeki binlerce farklı yorumlamanın varlığı fıkıh, siyaset ve akaidde tarihselliğin canlı bir uygulama olduğuna delildir. İcmâ[16] da tarihen oluşmuş yerel, bölgesel ve zamansal nitelikte kararlar olduğuna göre birer tarihsel veridir. Sünnîler kabul etmeseler de icmâlar, tarihselci düşüncenin fiilî destekleyicisidir.
Sünnî ve Şiî fıkhında olup da Kur’an’da bulunmayan başını örtmeyene hapis ve sürgün, namaz kılmayana kırbaç ve öldürme, dinden çıkanın öldürülmesi gibi ceza takdirleri vahye karşı işlenmiş apaçık yanlış içtihatlardır; asla tarihselci kararlar değildir. Çünkü tarihsellik/târihselcilik amacı yok eden, geleneksel uygulamalar ve kabulleri vahyin üstüne çıkaran eylemler değildir; tam aksine vahyin ruhunu kendi zamanında yeni yöntemlerle hayata geçirmedir.
- Sâbite ve Dinamizm
Tarihselliği reddeden mezhepçilere, “Vahiy statik bir olmuş bitmişlik mi, dinamik bir oluş süreci midir?” ve “Arıya halen vahyedilmekte midir?”[17] diye sormak isterim. Tarihselci bakışa göre sağlam bilgi ve sahih haber aklını kullananlara gelmeye devam etmektedir, Peygamber ölmüş olsa da aklın uyguladığı ilkeler hayatı kuşatmaya devam etmektedir. Arıya bilgi kodları verilmeye devam edilmektedir.
Tarihselliğe göre din sabit, şeriat dinamiktir. Yani ahlâk, ilke, adâlet, eşitlik, barış, emniyet, özgürlük, istişâre, şûrâ, liyakat, kardeşlik, merhamet, paylaşım, birliktelik bilinci, maslahat asla değişmez; ancak bu kavramları diri tutan uygulamalar, hukûk müeyyideleri, siyasi tedbirler ve ekonomik öneriler daima değişkendir. Bu değişkenlik Tevrat, İncil ve Kur’an’ın hukûk hükümleri için de geçerlidir.
- Vahiy ve Târih
Tarihselliğe/târihselciliğe göre vahiy, Allah’ın bir haberci/elçi aracılığıyla var olan tarihsel duruma doğrudan müdahale etmesidir. Ancak Tanrı, peygamberin ölümünden sonra insanlığı bireysel aklı, vicdânı ve ortak akılla baş başa bırakarak yeryüzünü inşa edebileceğini ve bu konuda bir peygambere ihtiyaç olmadığını göstermiştir. Çünkü akla bu kadar vurgu yapılmasının arka planında yatan gerçek budur.
Vahyin özel ortamda söyledikleri ile vahyin amacı aynı değildir, yani makâsıd[18] esas, vesâit[19] fürûdur;[20] bu durumda Şâtibi’nin makâsıd-ı şeria[21] eksenli oluşturduğu Mehâsinü’l-İslam[22] adlı eseri bu alanda oldukça önemlidir. Daha da açarsak şeriat denilen ve İslam’dan önce var olan hukûkî hükümlerin[23] Kur’an’da tekrarlanıyor olması vahyin mutlak değişmezi mi yoksa toplumun tarihten getirdiği ve uyguladığı muamelât hükümlerinin vahiy tarafından toplumsal fayda sağlaması nedeniyle sürdürülmesi midir? Vahyin bize kazandırmak istediği şey, sürdürülebilir olan ilkelerdir; her zaman ve her koşulda değiştirilebilir olan yasalar değildir.
Âyetlerin ortaya çıkış ortamı ve sebepleri irdelendiğinde Peygamber dönemindeki siyasi, hukuki, ekonomik ve toplumsal yaşam biçimleri ile Peygamber’in kendi özel hayatı hangi konularda hangi âyetlerin ortaya çıkacağını belirlediği görülür. Hz. Aişe’ye iftira atılmasaydı, Nur suresinin 11-15. âyetleri gelmezdi; Elçi Muhammed, eşleriyle sorun yaşamasaydı ve Peygamber kendine helali haram yapma yemini etmeseydi Tahrim suresinin 1. âyeti gelmezdi. Bunlar, âyetlerin ortaya çıkmasında tarihsel şartların önemini gösterir. Âyetlerin inişinde görülen tarihsel koşullar âyetlerin anlaşılmasında da geçerlidir.
İnsanlık tarihi boyunca vahiylerin insanlığa ulaştırılmış olması vahyin karakterinin tarihsellik/zamansallık içerdiğinin delilidir. Kur’an’ın da 23 yıllık bir sürede tamamlanması, Mekke ve Medine toplumunun sorununu ele alması ile tarihselliğini göstermiş olması doğaldır. Kur’an’ın Arapçayı, Arap deyim ve terimlerini, Arap geleneklerini kullanması zaten tarihsel ve yerel olmasının en büyük yansımasıdır. Ayrıca basit bir hikâyenin bile evrensel mesaj verdiği dikkate alınırsa “Sebebin özel ve öznel olması hükmün genel olmasına engel değildir.” prensibi gereği Kur’an hükümlerinin yerel, tarihsel; mesaj ve ilkelerinin evrensel olması normaldir. Zira her eser, bir kültür coğrafyasında belli bir kitleye yazılmasıyla yerel ve tarihsel bir nitelik kazanır. O eseri genelleştiren; onun tercümesinin yapılması, reklam edilmesi, tanıtılması ve övgülerle büyütülmesidir. Şu halde tüm unsurlarıyla yerel nitelik taşıyan Kur’an’ın evrenselliği de bu tarihsel özelliğinden kaynaklanmaktadır. Dünyadaki tüm evrensel nitelikli eserlerin tanınmasında bağlılarının onları iyi reklam etmesi, güzel tanıtması, mücadele ortaya koyması ve başarılı temsil etmesi yatar. Tarihsel gerçekliği dikkate almaya târihselcilik denir.
Kur’an’da akla atıf yapan yüzlerce âyet, şûrâ vurguları, mârufa[24] uyma telkinleri; emanet, ehliyet, meşveret, adalet, eşitlik (sevâ), maslahat kavramları hukûkî hükümlerin değişkenliğine, toplumsal mutabakatın değerine ve toplumsal farklılığın dikkate alınmasına işaret eder. Yani tarihsel dönüşümlere rağmen temel ilkelerde süreklilik esas alınır. Buna tarihselci yaklaşım denir.
Kur’an pek çok konuda ayrıntı vermezken ve kendiniz yapın demeye getiren akıl vurguları yaparken aklın gereği olan tarihsel, toplumsal koşulları dikkate alarak eylem ortaya koymak tarihsel davranış biçimleri ile dönemsel zihniyet üretimlerine imkân sağlamak değildir de nedir? Kur’an’da şûrânın biçiminden bahsedilmemesi, infak oranının ne kadar olacağının söylenmemesi, kıssa ve mesellerin maksatlarının kültürel çıkarımlara bırakılması, ritüellerin şekil ve sayılarının dillendirilmemesi, karz-ı hasenin miktarının belirlenmemesi gibi hususlar tarihin akışına bırakılmış gerçekliklerdir.
- Üsve-yi Hasene
Peygamber’in üsve-yi hasene[25] olması onun doğrudan kopya edilmesi değildir, onun örnekliğinden yola çıkarak kendi gerçekliğini oluşturmaktır. Yani Peygamber’in farklı sokaklardan dolaşarak mescide gitmesi örnek değildir, farklı sokaklardaki insanlarla muhatap olup barış, ahlak, dostluk, kardeşlik düzeni kurmak için olabildiğince çok kimseyle görüşme tavrı örnektir. Gelenekçi onun sokak gezmesini; tarihselci onun çok kimseyle hemdert olmasını örnek alır. Gelenekçi onun sakal ve cüppesini örnek alır; tarihselci onun toplumsal kültürü normal bir insan olarak yaşadığını, devrimi biçimde değil ruh ve özde gerçekleştirmesini örnek alır. Bu durumda geleneksel bakış mı, yoksa tarihselci yaklaşım mı sünnet kavramının içini daha doğru doldurur?
- Sentez
Tarihsellik/târihselcilik; Halife Ömer, İmam Ali, Hz. Aişe, Abdullah İbni Mes’ûd, Ebu Hanife,[26] Matüridi, Mutezile, Karmatî, İbni Haldun, Cemalettin Afgani, Fazlurrahman, Mehmet Akif, Muhammed İkbal, Şah Veliyullah Dehlevi, Ali Şeriati, Aliya İzzetbegoviç, Nasr Hamid Ebu Zeyd, Hasan Hanefi,[27] Mustafa İslamoğlu, Edip Yüksel, Hakkı Yılmaz, Yaşar Nuri Öztürk ve İhsan Eliaçık gibi değerlerin bakış açılarını eleştirel, analitik ve diyalektik mantıkta sentezlemektir. Yani Halife Osman, Muâviye, Sünnîlik ve Şiîlik ideolojilerinden uzak durarak tüm tarihsel birikimi[28] bir bütün halinde insanlık mirası olarak kabullenme ve gerekli faydayı temin etmedir.
- Modernist Hurafe mi?
Tarihsellik/târihselcilik, sonradan ortaya çıkmış ve rasyonalitenin etkisiyle oluşmuş modern hurafe niteliğindeki bir akım değildir. Ebu Zer, Abdullah İbni Abbas, Muhammed bin Hanefiyye, Cehm bin Safvan, Ehl-i Rey ekolü, Tevhit ve Adalet ekolü, Vasıl bin Ata, Nazzam, Cahız, Kadı Abdü’l-Cebbar, Zemahşeri, Farabi, İbni Sina, İbni Miskeveyh, İbni Tufeyl, İbni Rüşd, Cabir bin Hayyan, Biruni, Şeyh Müfid, Nasıreddin Tusi, Necmeddin Tufi, Şâtıbî, İbn-i Batuta, Molla Sadrâ, Muhammed Abduh, Tunuslu Hayrettin Paşa, Ahmet Cevdet Paşa, Filibeli Ahmed Hilmi, Seyyid Bey, İzmirli İsmail Hakkı, Musa Cârullah, Abdülkerim Suruş, Turâbî, Ahmed el-Kâtip, Muhammed Ammara ve Cabiri geleneğine[29] dayanan güçlü bir düşünce akımıdır.
Siyasal gücün sunduğu imkânlara ve toplumun tarîkât kültürüne dayanarak var olan gelenekçi tekçilik, târihselci damarı yok etmek için tüm saptırıcı propaganda ile siyasal ve hukûksal uygulamayı asla elden bırakmamaktadır.[30]
_________________________________________________________________
[1] Bediüzzaman Said-i Nursi, 27. Söz, Hatime, Envar Neşriyat, İstanbul, 1989
[2] Bâtın: Gizli, kapalı, sırlı
[3] Zâhir: Açık, besbelli
[4] Râğıp İsfehânî, ez-Zeria ilâ Mekârimi’ş-Şeria, tahkik E. Y. Acemi, Kahire-1985, s.207
[5] Usûl: Asıllar, temeller, kökler, metodoloji, yöntemler, tarzlar
[6] Lafız: Söz, sözel taraf, literal yön.
[7] Ebu’l-Abbas Ahmed bin İdris Sanhaci Karafi, El İhkam fi Temyizi’l-Fetava, tahkik Ebu Gudde, Beyrut, 1995; Öztürk, age.
[8] Nâsih-mensuh: Hükmü kaldıran-hükmü kaldırılan demektir. Tarihselcilere göre ayetlerin amacı ve ruhu sabit ve değişmezdir, ancak bunların uygulanmasına dair yöntemleri tarihsel ve değişkendir. Fakat nasih-mensuhçulara göre ayet tamamen kaldırılmıştır, sadece mushaf içinde hükümsüz biçimde durmaktadır. Sünniler, tarihselcilere laf atarken kendileri ayetleri bütünüyle yok etmektedirler.
[9] Zaman aşımı: Zaman geçmesi nedeniyle hükmün kalkması
[10] Tedricî: Derece derece, adım adım ilerleme.
[11] Ya serbest bırakın ya da fidye verebilenin fidyesini aldıktan sonra serbest bırakın. (Muhammed, 4)
[12] Ömer Nasuhi Bilmen, Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, 3/402.
[13] Diyânet İşleri eski başkanlarındandır. Yazdığı İlmihâli ünlüdür.
[14] Zamanların değişmesiyle hükümlerin de değişeceği inkâr edilemez.
[15] İzmirli İsmail Hakkı, İlm-i Hilaf, İstanbul, 1330, s.98-99.
[16] İcmâ: Konsensüs, mutabakat, bir konuda ortak noktayı bulup anlaşma
[17] Nahl, 68.
[18] Makâsıd: Amaçlar, maksatlar
[19] Vesâit: Vasıtalar, araçlar
[20] Fürû: Ayrıntı, asıl amaç olmayıp amaca götüren yol ve yöntem.
[21] Makasıd-ı şeria: Hukukun amaçları.
[22] Bu eser, makasıd ilkesini bir metodoloji olarak ele alır ve dini hükümlerin tek tek amaçlarını açıklayarak varoluş gerekçeleri üzerinde durur. Yani hükmün sebebini belirterek hükmün var oluşundaki tarihsel süreci gösterir.
[23] El kesme, zina yapanlara yüz değnek vurulması, kısas uygulanması, fidye hükmü, miras oranları, diyet ödemesi, cuma toplantısı gibi.
[24] Maruf: Toplum tarafından hoş karşılanan ortak iyi.
[25] Güzel örnek (Ahzab,21)
[26] Haniflerin babası/anti-şirkçilerin efendisi, tanrı ortaklığı kuranların baş düşmanı.
[27] Buraya kadar sıralanan isimler hakkında sağlıklı bilgi almak için İhsan Eliaçık’ın “İslam’ın Yenilikçileri” adlı eserlerine bakılabilir.
[28] Gazali gibi ilahi ve beşeri ayrımı yapmadan.
[29] Bu adların niteliklerini tanıma konusunda İhsan Eliaçık’ın “İslam’ın Yenilikçileri” adlı eserlerine bakılabilir.
[30] bkz. Adil Çiftçi, Fazlurrahman ile İslam’ı Yeniden Düşünmek, Kitabiyat Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 2001.