Akçakale halkı Ankara’dan gelen siyasetçiye parti farkı gözetmeksizin tepki gösteriyor. İktidar partisi yetkililerine nasıl öfke içinde ise ana muhalefet temsilcilerine de benzer öfkesini yansıtmaktan çekinmiyor. Bir anne ve çocuklarının ölümü durup dururken yaşanmadı. Ahali aylardır yapılan uyarılara kulak tıkayan ve ciddi hiçbir tedbir almayan siyasetçilere patlamasın da ne yapsın?
En uzun sınırlara sahip olduğumuzu ilkokuldan itibaren öğrettiğimiz Suriye ile ilişkiler sıfır bilgi ve izan ile şekillendirilmeye çalışılıyor.
Akçakale’de yaşanan olayın çok daha büyüklerini yaşama ihtimalimizi öngörmeyen bir risk analizi ile Ortadoğu’ya şekil verme işine soyunulabilir mi?
Bu ciddiyetsizlik ve aymazlıkla Kürt sorununu içinden çıkılmaz hale getiren iç politik yaklaşımlar, dış politikada da benzer tabloları ortaya çıkaracaklar. Kangrenleşmiş güvenlik ve demokratikleşme sorunlarına, kangrenleşmiş dış politik sorunları eklenirken, Malazgirt zaferi hamaseti ile 2071 hedefine alkış tutmamız bekleniyor.
Türkiye siyasetinin tarih algısı sorunlu. Ahlak algısı sorunlu. Bilgi kapasitesi sorunlu.
Tarihi okuma arzusu yalan, iftira ya da kahramanlık perspektifine hapsolmuş bir siyasetçi profili var karşımızda. Atatürk, izinden gidilecek büyük kahraman ama İsmet İnönü, bedelini ödemeye devam ettiğimiz bütün günahların tek sorumlusu!
İstihbarat ve bilgi teknolojilerinin bu kadar ilerde olduğu bir dünyada kapalı oturumla hassas Suriye meselelerini konuşan bir meclisin temsil ettiğini iddia ettiği halka yönelik ahlaki sorumluluğundan söz edilebilir mi?
Bir yandan kendi kontrolünüzde olmayan her gelişmeye şüpheyle yaklaşıp komplo teorileri ile analizler yapacaksınız diğer yandan dış politikadaki izahı imkânsız tutum değişikliklerinizi “büyük devlet” olmanın gereği olarak açıklamaya çalışacaksınız.
Bu ruh hali içindeki siyasetin sınırlarını tartışmadan Suriye sınırında yaşanan sorunları çözme iddiasında olmak, aklı askıya almak, vicdanı ve insafı aşağılamaktır.
Siyasetin sınırlarının yeniden çizilmesi sadece yeni bir hukuk inşası değil hatta daha önce toplumsal muhalefet inşası ile mümkün olabilir.
Toplumla siyaset arasındaki ilişkinin bu kadar naif ve sorunlu olduğu bir ülkede sadece seçim ve parlamento eksenli çözüm arayışları halkı oyalamaktan başka hiçbir şeye hizmet etmez.
Özeleştiri yapmaktan, halka hesap vermekten hoşlanmayan siyasetçilerin “yeni” diye sunmaya çalıştıkları her hamle yeni hayal kırıklıklarını beraberinde getirecektir.
Üstlendiği sorumluluğun hakkını teslim edip edememe konusunda sağlıklı bir muhasebe yapmadan yeni kurtuluş reçeteleri ile ortalığa düşmek, “profesyonel siyaset” dünyasında doğal gözükse de halka hayatı zehir eden uygulamaların suç ortaklığını kabullenmektir.
Bırakın toplumda sahici umutlar oluşturacak bir alternatif ses olmayı, sadece cezaevlerinden yükselen çığlığın toplum tarafından duyulmasını sağlamaya güç yetiremiyor olmak bile, siyasetin sınırlarını ve krizin boyutlarını görmeye yeter sanıyorum.