Sünnilik ve Şiilik, İslam dünyasının iki temel mezhebidir. Mezheplerin itikadı ve fıkhi açıdan farklarına girecek değilim. Zaten bunun bir çözümü olmadığı gibi, faydası da yoktur. Mezheplerin siyasi açıdan farkına gelecek olursak, en bariz fark iktidarın meşruiyeti hakkındaki görüşleridir. Şiilik meşruiyeti, “Ali evladı” şartına bağlarken Sünnilik daha pratik bir yol benimsemiştir: “Kılıç hakkı” Bu, Muaviye’nin yarattığı fiili durumun sonucu olarak benimsenmiştir ve ulu-l emre itaat -iktidara hangi yolla gelirse gelsin- farz kabul edilmiştir.
Üzülerek kabul etmek gerekir ki Müslümanlar özgün bir iktidar yöntemi geliştirememişlerdir. Dört halifenin dördü de farklı bir yöntemle seçilmiş, bu yüzden kurumsallaşma sağlanamamıştır. Nihayet Muaviye ile birlikte, mevcut dünyanın klasik iktidar geleneğine (Haneden krallar) geri dönülmüştür: Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar… Ailede iktidarın kimde olacağını ise fiili durum belirlemiştir.
“Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla Sünnilik himayesiz kalmıştır. Ortaya çıkan boşluk bu gün, “Suud finans gücü” ile doldurulmaya çalışılmaktadır. Sünni dünya, Suud destekli yeni mezhebin (Selefilik/Vahhabilik) kuşatması altındadır. Selefi anlayış, İlahiyat fakültelerinde yetişen hocalar yoluyla imam hatiplere, imam hatipler yoluyla da halka inmeye başlamıştır. Bu gün Sünni dünyada örgütlü tüm radikal/cihatçı gruplar, az veya çok selefi görüşlerden etkilenmişlerdir. Durumu başka bir cihetten değerlendirecek olursak, Osmanlı sivil toplum örgütlenme modeli olan tarikatlarda, edep, hoşgörü, dervişlik geçer akçeyken; bu günkü sivil toplum örgütlerinde geçer akçe mücadele, cihat, şehadet olmuştur. Kuşku yok ki bu durum zamanın ihtiyaçlarıyla açıklanabilir. Zaten sorun burada değildir, sorun mücadelenin kime karşı yapıldığındadır.
“Kanlı Pazar Kompleksi(1)” isimli makalemizde de belirttiğimiz gibi, cihadın hiçbir zaman A.B.D. ve İsrail’e karşı yapılmamış olması çok manidardır. Bu durum bizi, Vahhabi mezhebinin Osmanlı’yı yıkmak için üretilmiş bir İngiliz projesi olduğu fikrine -Araplardan uzak durma modasının akredite olduğu yıllarda tüm sağcıların dillerinden düşürmedikleri söylem- geri götürür.
Selefilik/Vahhabiliğin askeri kanadı “El Kaide”dir. Bu örgüt, adı duyulduğu günden bu yana cihadını A.B.D. nin işini kolaylaştıracak şekilde veya Müslümanlara karşı yapmaktadır. Bu durumun, “A.B.D, İslam dünyasında, aklı kıt, enerjisi bol gençleri alıp kendi amaçları istikametinde kullanmaktadır.” tezi dışında bir açıklaması da yoktur. Bu tez bize, El Kaide’nin hiçbir İslam mezhebi tarafından caiz görülmeyen vahşi ve gayri ahlaki uygulamalarını da izah eder. (Sivilleri bombalama, mezar deşme, Müslüman kadınları cariye yapma, ölü kalbi yeme, çocuk boğazlama vs.)
İsrail Cumhurbaşkanı Peres, kısa bir süre önce açıkça, “Suriye, İsrail’le barışmamasının bedelini ödüyor.” açıklamasını yaptı ya, İşte El kaide bu yüzden Suriye’dedir. Saddam sonrası Irak, İran’la ittifak ilişkilerini geliştiriyor ya, El kaide işte bu yüzden Irak’tadır. Mezhep savaşı çıkarmak için, neredeyse her gün Pakistan’da bomba patlatan yine El Kaide’dir.
Bir El Kaide militanı Hatay’daki hastanede alevi bir doktora tedavi olmak istemez; ama İsrail hastanelerinde tedaviyi kabul eder. Bir Vahhabi’nin Şii düşmanlığı hastalık değerlerindedir. Tersi de doğrudur. Bu durum yeni de değildir. Tarihte Müslüman tüccarların, daha güvenli olduğu için, kendilerini Mesîhî tanıttıklarını biliyoruz. Mevlana da mesnevisinde şöyle diyordu: “Adın Ömer’se İran’daki hiçbir fırın sana ekmek satmaz.”
Değişen bir şey yok. Şimdilerde Seleflilerin arasında Mesîhî bir İngiliz vatandaşı olmak, bir Şii olmaktan çok daha güvenli.
————————————————————
(1) http://www.adilmedya.com/kanli-pazar-kompleksi-h31954.haber