Adalet ve eşitlik arayışı ile güdülenen yeni siyasî arayışların hızlandığı günümüzde sosyal adaletin ne olduğu, nasıl tesis edilebileceğini tartışmak yerindedir.
Bazı yazarlar emek-sermaye ortaklığı şeklinde çözüm önermektedir. “Emek” işçi ve işçi sınıfı demektir; “sermaye” sermayedar ve sermayedar sınıf demektir. İşçi ile sermayedarın ortak olması ne demektir?
Ortaklık birbirine denk olanların işbirliğiyle gerçekleşir. Sermayedarlar arası ortaklıklar bile dengi denginedir: Carrefour, mahalle bakkalı ile ortaklık kurmaz. İsdemir, organize sanayi bölgesinde bir demirciye ortak olmaz. Sermayedar istihdam ettiği işçi ile nasıl ortaklık kuracaktır? Zanaatkârlardan, küçük üreticilerden oluşan ekonomilerde bir mana ifade edebilecek öneriler, kapitalizmde sosyal adalet sorununu çözmeye yaramaz.
Kapitalizmde sermaye parasal servettir, üretim aracıdır, iktidar aracıdır, tahakküm aracıdır, zulüm aracıdır. Sermayedar, sermayedar olmakla zulmetmek zorundadır; işçisine zulmetmeyen kişi sermayedar olamaz, aksi takdirde sermayesini başka sermayedarlara kaptırır.
Beş asırdır bütün toplumlarda sermaye, nüfusun içinde sayıca az sınıfların elinde temerküz etmektedir. 1990lı yıllarda Rusya’da bazı şehirlerde ve Çek Cumhuriyetinde yönetimler üretim araçları (“sermaye”) mülkiyetini halka yaymak için özelleştirdikleri kamu işletmelerinin hisselerini fert başına eşit paylar hâlinde çok ucuz temsilî fiyatlarla sattı. Rusya’da bu bazı şehirlerde uygulandı. Rus ve Çek yöneticileri, neo-klasik ütopya doğrultusunda ideal bir kapitalist toplum yaratmayı umdu. Ne var ki, takip eden süreçte çok geçmeden bu hisseler nüfusun küçük bir kesiminin eline geçti. Sermaye daima temerküz eder.
Karl Marx’ın Kapital başlıklı eserinde kârın menşeini araştırırken dikkatini kapitalist işletme içindeki bölüşümde (ücret-kâr ilişkisinde) odakladı. Marx’ın tesiri altında solcular toplumsal bölüşüm meselesini ekseriya bu dar çerçevede irdeler. Oysa kapitalist toplumda zengin-yoksul çelişkisi sadece işçi ile sermayedar arasında değil, tüm emekçilerle tüm burjuvalar (sermayedarlar, yüksek bürokratlar, burjuva siyasetçileri, kalemini kiralayan akademisyenler, medya mütegallibeleri vs.) arasındadır. Sosyal adalet meselesini bu bağlamda düşünmek lâzımdır. Bu gruplar üretim tesisleri üzerinde mülkiyet, finans sermayesi, konut mülkiyeti, makam sayesinde toplumsal hâsılanın büyük bir kısmına faiz, kâr, kira ve yüksek maaş şeklinde el koymaktadır.
Anormal “emek” gelirleri de ayrıca gelir dağılımını çarpıtmaktadır: örnek olarak kendi bürolarında çalışan bazı serbest meslek erbabının gelirleri, milletvekili maaşları ve imtiyazları, “bağımsız kurul” üye maaşları, futbolcuların ve medyatik sanatkârların ücretleri zikredilebilir.
Bütün bu tür gelirlerle toplumun ürettiği hâsılanın çoğu burjuva sınıfına tahakkuk etmekte; burjuva sınıfının özel serveti olarak temerküz etmektedir. Burjuvalar servetlerini kullanarak siyaseti, medyayı, bilim hayatını, kamuoyunu yönlendirmekte, bu düzeni sorgulayanları bastırmakta, susturmaktadır. Servet temerküzü adaletle bağdaşmadığı gibi, demokrasiyi de bir orta oyununa çevirmektedir.
İlâveten sosyal adalet tartışmasına kamu gelir ve giderlerini de eklemek gerekir. Değişik vergi türleri sınıflara farklı oranlarda yansır. Değişik kamu harcamalarından da burjuvalar ve emekçiler farklı farklı ölçülerde yararlanır. Devletin bütçesi burjuvalardan emekçilere kaynak transfer aracı olabileceği gibi, emekçilerden burjuvalara kaynak transfer aracı olarak da işletilebilir. 1980’den sonra birçok ülkede (ve bu meyanda yurdumuzda) vergi reformları ile, harcama kısıntıları ile, özelleştirme ile bütçeler giderek artan ölçüde bu ikinci karakteri kazanmıştır.
O hâlde?
Sosyal adaleti tesis etmenin tek yolu vardır: o da sosyal adaletsizliğe, sınıflar arası tahakküme yol açtığı asırlarca kanıtlanmış sosyal ilişkilere, gelir politikalarına, servet biçimlerine ve maliye politikalarına son vermektir.
Toplumsal hâsıla, toplumun kolektif çabasıyla üretilmektedir. İşbölümü içinde yapılan üretimde hiç kimsenin toplumsal üretime bireysel katkısı ölçülemez.
Evde yapılan üretim faaliyeti (‘ev işleri’); aile içinde, semtte veya daha geniş ölçekte yürütülen gönüllü faaliyetler toplumun idamesinde, satışa yönelik üretim faaliyetleri kadar gerekli ve onlar kadar değerlidir.
Adil gelir dağıtımında ilke, herkesin ihtiyaçlarını mümkün mertebe eşitçe karşılamaktır. Toplumsal hâsılada her insanın, insan olduğu için, hakkı vardır.
Halkın iktidarında devlet, insanlar ve haneler arasında, mutlak eşit bölüşüm ile ihtiyaca göre bölüşüm arasında bir denge kurmaya mecburdur. Devlet, kapitalizmin bölgeler arasında ve köyle kent arasında yaratmış olduğu iktisadî ve sosyal dengesizlikleri gidermeye de mecburdur. Bunlar geniş katılımlı demokrasi içinde dirayetli politikalar üretmeyi gerektirir.
Sosyal adalet bahsinde işsizliğe de değinmek gerekir. İşsizlik kapitalizmin yarattığı suni bir sorundur. Ferdin üretime katılarak gelir kazanabilmesi için bir firmaya kâr sağlamasını şart koşmak, insanlara zulümdür ve iktisadî açıdan abestir. İşsizlik kapitalizmin en aleni “kaynak” israfıdır.
İşsizlik paylaşma ve dayanışma kavramları ile bağdaşmaz. Sosyal adalet her yetişkin ferde toplumsal hâsılaya ve refaha katkı yapma imkânı verecek kurumsal düzenlemeyi gerektirir.
İşsizlik burjuvaların işyerlerinde disiplin sağlamak için kullandıkları bir tehdit aracıdır. Çalışma hayatında görevleri ve külfetleri adil paylaşma sorununu kişileri işsiz bırakarak veya işsiz bırakma tehdidi ile çözmek, zulümdür. Çalışma hayatında görevleri, külfetleri adil paylaşma sorunu telkinle, manevî mükâfatlarla çözülebilir.
Bu dönüşümlerin hangi politikalarla, hangi sıra ile yapılacağı düşünmek gereken konulardır. Ülke içinde bölüşüm elbette dış âlemle ticarî münasebetleri de etkiler: Burjuvalar “Ücretleri Çin’deki seviyeye düşürmezsek Çin’e karşı nasıl rekabet ederiz?” diye çığıracaktır. Ülkede adaleti tesis ederken dış âlemle ticareti sürdürmenin yolları vardır; bunları başka bir yazıda tartışabiliriz.
Son söz olarak, bu konuları şimdiden tartışmanın aciliyetini işaret edelim. Çünkü toplumsal kontrol artmaktadır. Gün gelir ki, böyle fikirleri internet sitelerinde bile yazamaz hâle gelebiliriz.