Cumhuriyet’İ doğru düzgün konuşmayı beceremeyen siyaset, ancak onu anmayı, kutlama törenlerini tartışıyor. Cumhuriyet ile cumhur nerede ve nasıl buluşabilir sorusunu tören alanlarına indirgeyen her tartışma, mevcut rejimin ve onun egemenliği altında yaşayan halkın can yakıcı sorunlarını ötelemeye hizmet ediyor.
Geçmişe öykünme üzerine kurulu bir siyaset felsefesinde on yıl öncesine, seksen yıl öncesine yada beş yüzyıl öncesine öykünüyor olmak çok bir şey değiştirmez. Elbette tarihi, garip övgüler üzerinden yeni umutlar, beklentiler inşasına alet etmenin de bir tutarlılığı olmalı. Biryandan 1923 tarihini milat kabul edip her şeyi 2023 kutsaması bağlamında ele alıyor, diğer yandan devraldığımız tüm günahların sorumlusu olarak cumhuriyeti kuran partiyi görüyorsanız ya aklınızdan şüphe ederler ya insafınızdan.
Meşhur ifade ile “bilmemek ayıp değildir ama öğrenmemek ayıptır.” Hele toplumda temsil makamlarını işgal ediyor ve öğrenmemek de ısrar ediyorsanız, yada bilip de bilmemezlikten gelmeyi tercih ediyorsanız hem halka ayıp edersiniz hem kendinize.
Cezaevlerindeki durumu “şov” olarak tarif eden ve sadece bir kişinin eylemde olduğunu, onunda eylemi bıraktığını bütün dünyanın gözü önünde söyleyebilen bir siyasetçinin, sadece halkın ölümüne seyirci kalmak değil bizzat siyasetin ölümüne de sebebiyet vermekten sorumlu olacağını biliyoruz. Siyasetin ancak “yalan söyleme ve halkı kandırma sanatı” olarak algılanmasına yönelik bu tarihi katkı Türkiye’nin hafızasında hak ettiği yeri bir gün mutlaka bulacaktır.
Bir ülke siyasetinin temel sorunu sadece “çift başlılık” olsa bunu yeni bir anayasa ile çözmek mümkündür ama sorun “kafasızlık” olunca iş bu kadar kolay olmaz.
Üstün yeteneklerinizle etrafınızdakileri kendinize bağlayabilir, hatta bazen halkın büyük çoğunluğunun sizin peşinizden gelmesine güç yetirebilirsiniz. Tarihte şöyle yada böyle yer edinmiş bir çok komutan, lider şöhretlerini biraz da bu yeteneklerinden elde etmişlerdir. Ama “güç bende” psikozu ile “korku” içinde yaşamanın iç içe geçmişliğini görmek için aydın olmak gerekmez.
Halkını daha insanca ve onurluca yaşatamayan siyaset ölür ve öldürür. Cezaevlerindeki eylemden hangi sonuç çıkarsa çıksın Türkiye siyaseti bu sürecin sonunda ölümü tadacaktır. Ölülerin arkasından Kur’an okumayı tartıştığımız kadar, ölmüş bir rejime anayasa yazmayı tartışsak hayata dair daha anlamlı bir iş yapmış olacağız.
Tavuktan yada ayakkabıdan kurban olup olamayacağını konuştuğumuz kadar siyasi hırslar uğruna insanların, insani değerlerin kurban edilişini kendimize dert edinsek belki bir vicdan ayaklanmasına katkı sunmuş olacağız.