Şimdi, Kılıçdaroğlu’nun sözünü ettiği geniş muhalefet ittifakını örmeye girişme; ülkeyi, ülkeyle birlikte köhnemiş zihniyeti değiştirmek için harekete geçme zamanı. İyi Parti’nin Cumhur İttifakı saflarına geçmesiyle önümüzden bir engel kalktı. Yola devam…
Hikâyeyi bilirsiniz ama yine de anlatayım. Akrep suya düşmüş, hayat memat meselesi, karaya çıkması gerek. Kurbağaya sesleniyor: Kurbağa kardeş, al beni sırtına, karşı kıyıya hoplat. Kurbağa kuşkulu, malını biliyor, yine de iyi niyetli. “Bin sırtıma ama korkarım beni sokarsın”, diyor. Akrep yemin billah ediyor; “Canımı kurtaranı sokar mıyım, üstelik sokacak olursam ben de seninle birlikte boğulurum. Aman kurbağa kardeş, beni kurtarırsan ömür boyu sana minnettar kalırım”.
Kurbağa saf saf inanıyor, akrebi sırtına alıyor. Tam kıyıya ulaşacaklarken akrep kurbağayı sokuyor. İkisi birden dibe yuvarlanırlarken, “Neden yaptın” diye soruyor kurbağa. “Kusura bakma, sokmak istemedim, kendimi çok tuttum ama akrepliğim tuttu, naturama (ki siz buna fıtrat deyin) karşı koyamadım” diyor.
Meral Akşener ve temsil ettiği siyasal-ideolojik zihniyet de naturasına karşı koyamadı. Kendi sonunu hazırlasa bile zehrini akıtmaktan kendini engelleyemedi.
Hikâye bu kadar basit ve masum değil
Kurbağa ile akrep meseli, kurbağanın iyi niyetli saflığı ve akrebin karşı koyamadığı içgüdüleri düzeyinde kavrandığında oldukça saf bir yorum çıkar ortaya. Meral Akşener’in, Altılı Masa’nın ortak aday ve mutabakat metnine attığı imza kurumadan, bozguncu ve saldırgan bir dille, siyasî ahlakla bağdaşmayan provokatif önerilerle, en küçük ikna ediciliği olmayan gerekçelerle masayı terk etmesinin ardındaki gerçek güç ve itkileri görmezden gelirsek, kurbağanın kaderini paylaşırız.
Böyle bir günde yazıyı uzatıp kafa ütülemeye gerek yok. Akşener ve partisi baştan beri derin devletin projesiydi. İtiraf edeyim, ilk zamanlar böyle düşünmüyordum, Akşener’in MHP kökenini, sıkı Ülkücü geçmişini (Asena) kaydetmekle birlikte, şoven Türk milliyetçiliğinin laik kanadı olarak AKP’nin yerine orta- sağın temsilciliğine aday olmaya oynadığını sanıyordum. Her zamanki siyasî sazanlığımla, siyasî ahlaksızlığın boyutlarını hesaplamayan aymazlığımla, Altılı Masa içinde, faşizan naturasının törpülenebileceğini umut ediyordum. En azından “Sözünün eri erkek kadın!” imajıyla İyi Parti’nin önce Meclis’e girebilmesine, sonra bugünlere gelmesine, demokrasi ve uzlaşma kültürü adına olanak tanımış olan Kılıçdaroğlu’na insanî bir gönül borcu olduğunu düşünüyordum.
Saflık ve iyi niyet, herkesi kendisi gibi sanmak, siyasette her zaman yanıltıyor, bir türlü öğrenemiyorum bunu.
Bir süredir, AKP-MHP iktidarının ardındaki derin devletin; artık varlığı yarardan çok zarar veren aşırılıkları, ipe sapa gelmez çıkışları, patolojik ruh hali yüzünden Bahçeli’yi değiştirip yerine etek giymiş MHP olan İYİP’i geçirmeyi planladığını düşünüyordum. Siyaseti benden daha iyi okuyan kimi yorumcuların, Akşener’in seçimler sonrasında AKP ile ortaklığa hazırlandığı yolundaki görüşlerinin yanlış olmayabileceğini düşünmeye -hatta satır arası yazmaya- başlamıştım.
T24’ten Akdoğan Özkan’ın 23 Ocak tarihli “Seçimleri kim kazanacak?” başlıklı -bence gereğince yaygınlaşmamış ve değeri bilinmemiş- yazısında sorduğu “Cumhur İttifakı mı, Millet İttifakı mı, yoksa devlet ittifakı mı?” sorusu dün cevabını buldu. Türkçü, faşizan, militarist, asimilasyonist derin ideolojinin taşıyıcıları kendilerine gençlik aşısı yaparak sahaya çıktılar.
Bağrımıza taş basmaktan kurtulduk
Önceleri muhalefet güçleri bir araya gelsinler diye çırpınan, 6’sı bir araya geldiğinde “yetmez, yetmez ama hiç değilse bu birlik bozulmasın,” diye, içlerine sinmese de bağırlarına taş basarak destekleyenler, İYİP’in masaya tekme vurmasıyla göğüslerindeki taştan kurtuldular. Vallahi ben, kendi hesabıma ferahladım. Akşener’in uzlaşmaz tutumunu, aslında demokrasi düşmanlığı olan Kürt düşmanlığını, CHP’nin içine kama sokmak için yaptığı İmamoğlu–Mansur Yavaş hamlelerini en hafiften eleştirsem, yakın çevremden de gelen, aman kıllarına dokunma, aman masayı zedelemeyelim uyarılarından kurtuldum.
Her şeyin aslına döndüğü, atasözündeki gibi, kırk yıllık Yani’nin Kâni olamayacağı, MHP kökeninden özgürükçü demokratlığın neşet edemeyeceği, faili meçhuller döneminin “Hiç pişman değilim, her şeyi devletim için, doğru yaptım” diyen İçişleri Bakanı’yla demokrasi ittifakı kurulamayacağı apaçık ortaya çıktı.
Bir an düşünelim; ya bir de Millet İttifakı içinde kalsalar ve de seçim kazanılsa ne olacaktı! Akşener’den Başbakan, İYİP’li İçişleri Bakanı, vb.; tadından yenmezdi. Bana sorarsanız, aslında Kılıçdaroğlu da, seçim hesapları bir yana, derin bir oh çekmiştir son gelişmelerden sonra.
Asrın felaketi, asrın siyasal komplosu ile birleşince…
Devlette oyun çoktur. Hırslı, siyasî etik yoksunu, popülist söylemli piyonlarla oynar oyununu. Benim anlayamadığım, bunca yılın siyasetçisi Akşener’in, kısa vâdeyi bilmem ama 4-5 yılı geçmeyecek orta vâdede, hem de böyle bir felaket ve yıkım döneminde, kendi ayağına sıkmayı neden, nasıl göze aldığı. Ödül çok büyük olduğundan mı, verilen bazı teminatlardan mı? Bir de küçük bir ayrıntı: 18 saat önce imzaladığı bir ortaklaşma metnine rağmen, bu kadar kısa süre sonra eski ortaklarına karşı nasıl bu kadar saygısız ve saldırgan bir üslup kullanabildi? Yumuşak bir geçiş pekâlâ mümkünken neden düşman dilini seçti? Kimlerin yönlendirmesiyle?
Ve tabii sade vatandaşın soracağı bir başka soru da, ortak aday meselesi aylardır gündemdeyken, evlerde, kahvehanelerde, televizyonlarda, medyada sürekli konuşulurken, neden seçimlere iki aya kala, son ana kadar bekledi? Sanırım plan böyleydi ve Akşener derinlerin planını uyguladı. Hakkını verecek olursak, “devletlû” zevat açısından Bahçeli’den daha iyi bir seçenek olduğu âşikâr.
Kötülükten iyilik doğar mı? Bazen, evet. Kılıçdaroğlu’nun ilk değerlendirmelerini dinleyince, baştan beri olması gereken buydu diye düşündüm. Sofrayı büyütmekten, yemeği çeşitlendirmekten, her rengi katmaktan, kimseyi itmemekten söz ediyordu. Emek ve Özgürlük İttifakı, ama asıl HDP, yani Kürt siyasal hareketiydi işaret ettiği.
Şimdi, Kılıçdaroğlu’nun sözünü ettiği geniş muhalefet ittifakını örmeye girişme zamanı: ülkeyi, ülkeyle birlikte köhnemiş zihniyeti değiştirmek için harekete geçme zamanı.
Seçimlerle kısıtlı bir çabadan söz etmiyorum. 6 Şubat’tan beri, hedefin tek başına seçimler değil geleceğin şimdiden ilmek ilmek örülmesi olduğunu kavradık. İYİP’in Cumhur-Devlet İttifakı saflarına geçmesiyle önümüzden bir engel kalktı. Yola devam…