KONUK YAZAR: GAMZE AKKUŞ İLGEZDİ – CHP MİLLETVEKİLİ
Genel olarak adına küreselleşme dediğimiz; sınırları ortadan kaldırdığı söylenen, yerelleşerek genişlediği iddia edilen ve bütün dünyayı bir küresel köy kavramıyla yeniden şekillendiren politikaların ana amacı, çöküş sürecine giren kapitalizme bir can suyu vermekti.
Zira birinci ve ikinci dünya savaşı öncesinde karşımıza çıkan ve insanlığı büyük bir kargaşanın ve emperyalist bölüşüm telaşının kucağına iten ekonomik buhranların, 1970’lerin ilk yarısından itibaren dünyayı yeniden yangın yerine çevirdiğine şahit olduk.
Ekonomik ve sosyal politikalara yön veren, sıcak para gücünü kontrol eden sermaye sınıfını son derece tedirgin eden bu süreci tersine çevirmek için yeni bir politikaya ihtiyaç duyuldu.
O güne kadar bilinen ve uygulanan bütün yöntemlerin, kapitalizmin büyük çöküşü karşısında çaresiz kaldığını gören sermaye sınıfı, söz konusu buhranı yani kapitalizmin içine girdiği krizi daha önce denenmemiş bir yolla aşmaya çalıştılar.
Küreselleşmeyi devreye soktular.
Neoliberalizm ile perçinlenerek, yükselen bu süreç ülkemize, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından; 24 Ocak kararlarıyla ilk adımını attı. Ekonomik, sosyal ve siyasal alanı sermaye lehine yeniden düzenlemeyi amaçlayan bu yeni sürecin, işçi ve emekçilerden yana olmasını düşünmek saflık olurdu.
Nitekim süreç bizi yanıltmadı.
Turgut Özal önderliğindeki ANAP’la yükselen neoliberal politikalar, emek-sermaye mücadelesinde, alın terinden ve insan onurundan yana olan emekçileri yok saymaya, ötekileştirmeye ve ezmeye başladı.
Türkiye’de emekçiler, işçisinden memuruna, öğretmeninden ücretlisine kadar, sosyal adaleti önemsemeyen, kamu yararını sermayenin emrine veren yeni bir düzenle karşı karşıya kaldılar.
Emek sınıfının sosyal güvence ve haklarını adım adım budayan, esnek çalışma adı altında milyonları düzensiz gelirle çalışmak zorunda bırakan yeni bir sistem, bugün toplumun büyük kesimini kuşatan sadaka kültürünün temelini oluşturdu.
Neticede, işsizlik arttı, belirsizlik ve güvencesizlik derinleşti.
Çünkü 12 Eylül’ün işçi ve emekçi sınıfının üzerine balyoz gibi inen darbesi, kolektif bir direnişten yoksun kalan işçileri giderek yalnızlaştırırken, sendikalaşmanın önünü tıkayan baskıcı politikalar emekçi kitleleri daha da güçsüzleştirdi.
Emek aleyhine yaşanan bu gelişmeler; işsizlik tehdidi, sosyal güvence eksikliği gibi etkenler işçilerin direnme gücü bakımından 1 Mayıs’ın önemini daha da arttırdı.
Çünkü 12 Eylül’le başlayan ve iktidarın anlayışıyla en üst seviyeye çıkan emek karşıtı politikalar; işçilerin, emekçilerin alın terlerini, insan onuruna aykırı bir biçimde törpülerken, köle düzeninde bile görülmeyen rahatlıkla dayatılan güvencesiz, kuralsız, esnek çalışma milyonların belini bükmeye devam ediyor.
Sadece son bir yılda 700 bin kişi işsizler ordusuna katıldı. Resmi işsiz sayısı 4 milyona yaklaştı. İş bulma ümidini yitiren 718 bin işsiz ve istatistik dışı tutulan emekçiler de eklenince bu rakam 7 milyona yaklaşıyor. Yani, resmi işsizlik oranı yüzde 13’e, gerçek işsizlik oranı ise yüzde ise 21,4’e yükseldi! Ne eğitimde ne istihdamda olan genç oranı yüzde 24,3’e, kadın işsizliği ise yüzde 20’ye yaklaştı.
OHAL kararnameleriyle ortadan kaldırılan iş barışı ve güvencesi, taşeron sistemiyle giderek artan emek sömürüsü, geçici işçilerle ve esnek çalışma düzeniyle istihdam artırmaya yönelik suni politikalar toplumsal çözülmeyi hızlandırıyor, emekçileri büyük bir cendereye alarak yok ediyor.
Kitleleri “kutuplaştıran”, emekçileri “sarı sendikalarla bölerek” yönetmeye çalışanların düzenine karşı işçi sınıfı, insanca yaşayacak ücret ve hakkaniyetli çalışma koşulları için, işçi sağlığı ve iş güvenliği için, sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması ve siyasal özgürlük için 1 Mayıs’ta alanlara inecekler ve “hakça paylaşım, hakça yaşam” taleplerini haykırarak olarak daha yüksek sesle dillendirecekler.
Tıpkı Ruhi Su’nun ölümsüz dizelerinden bizlere seslendiği gibi, “Sabahın bir sahibi var. Sorarlar bir gün, sorarlar. Biter bu dertler, acılar. Sararlar bir gün, sararlar. Bin dokuz yüz yetmiş yedi. Unutulmaz yılın adı. Bir Mayıs bayramı idi. Sorarlar bir gün, sorarlar. Beş yüz bin emekçi vardık. Taksim Meydanı’na girdik. Öyle bir İstanbul gördük. Sorarlar bir gün, sorarlar.”
Selam olsun onuru için yaşayan, emeği için mücadele edenlere. Yaşasın 1 Mayıs!