Şefaat, İslam tarihinin tartışmalı konularından biridir. Şefaat, Hesap Günü bazı kimselerin, bir diğeri lehine aracılık etmesi ve bu aracılığın sonuç vermesidir.
Kur’an’da, şefaat kelimesi birçok ayette zikredilmiştir. Bu ayetler incelediğinde; “Allah’ın izni olmadan kim şefaat edebilir? (Bakara:255)” diye sorulduğu, şefaatin tümüyle Allah’a ait olduğu (Zümer:44) ve hiçbir şefaatin yarar sağlamayacağı (Bakara:48) ifadelerine rastlanır.
Bazı ayetlerde ise şefaatin, Allah’ın iznine tabi olarak, mümkün olduğu ve yarar sağlayabileceği belirtilmiştir:
“O gün, Rahman’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez. (Taha:109)”
“Göklerde sayısız melek vardır; ama Allah dilemediği sürece onların şefaati hiçbir yarar sağlamaz. (Necm:26)”
Bir kısmını yukarıya aldığımız ayetlerde şefaat hakkı ile ilgili çelişkili bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu durumdan makul bir çıkış yolu bulunabilir mi? Bunu anlayabilmek için önce, “Her şey zıddı ile bilinir.” kaidesinden yararlanabiliriz.
Eğer şefaat, iyilik için aracılık etmekse; zıddı da, zarar vermek için aracılık etmektir.
Kur’an, kıyamet günü kâfirlerin birbirine düşeceğini ve birinin diğeri aleyhine, “Bunu kim başımıza getirdiyse, onun ateş içindeki azabını kat kat artır! (Sâd: 61)” teklifini getireceğini belirtmiştir. Kuşkusuz bu temenni de, tersinden bir şefaat sayılır. Bunun bir başka örneği, Araf suresi 38. ayette şöyle anlatılır: “Allah, ‘Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları ile birlikte ateşe girin!’ der. Her topluluk, yoldaşına lânet eder. Nihayet hepsi orada toplanınca, takipçiler, önderleri için, ‘Ey Rabbimiz! Şunlar bizi saptırdılar. Onlara bir kat daha fazla azap ver!’ diye beddua eder. Bunun üzerine Allah, ‘Her biriniz için [zaten] bir kat daha fazla azap vardır…’ der.”
Allah, bu örneklerle, dünyada küfür üzerinde yardımlaşanların, kıyamet günü düştükleri durumu göstermiştir. Görüldüğü gibi kâfirlerden kimse dostuna sahip çıkmamış, suçu diğerine atarak, bir kat daha fazla azap talebinde bulunmuştur. Kâfirlerin ahlakı da zaten budur. Müminler ise her zaman Allah’tan, mağfiret ve iyilik talebinde bulunur: “Rabbimiz! Hesap görülecek günde; beni, ana babamı ve inananları bağışla![1] (İbrahim:41)”
Hesap günü meleklerin müminler için şefaat etmesi (af talebinde bulunması) Mümin suresi 7-8. ayetlerde şöyle anlatılmaktadır: “ … Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O hâlde tövbe eden ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azabından koru! Ey Rabbimiz! Onları da, onların babalarından, eşlerinden ve soylarından iyi olanları da, kendilerine vaat ettiğin Adn cennetlerine koy!…” [2]
Müminlerin birbirine şefaati, meleklerin müminlere şefaati gibidir. Bu durumu bir örnek üzerinden anlatmak mümkündür:
Dünya hayatında Allah yolunda yardımlaşan bir topluluk düşünelim. Bunun bir önderi (Peygamber) ve önderin bir cemaati (ümmet) olacaktır. (Bkz. Isra:71) Bu topluluk çeşitli zorluklar yaşamış; sorumluluk taşıyanlar insanların başını belaya sokmakla, müminler de bu topluluğa katılmış olmakla, “Onlara katılmasaydın bunlar başına gelmezdi.” gibi çeşitli suçlamalara maruz kalmış olabilirler. Hesap günü bütün bunlar ortaya konulur. Bu durumda müminler birbirine sahip çıkacak, mümin kardeşi lehine şahitlik edecek ve mağfiret talebinde bulunacaktır. Şefaat işte budur.
Kâfirlerin birbirleri ilgili azap talebi de, müminlerin birbirleri ile ilgili şefaat talebi de aslında sonucu değiştirmemiş; ancak Allah yolunda yardımlaşmanın hangi sonuçları doğurduğu, sorumlu tutanlar ve suçlayanlar dâhil, herkes tarafından görülmüştür.
Gerçekten de insan doğası, haklılığını ortaya koyan delillerin herkes tarafından bilinmesini arzu eder. [3]
[1] Hz. İbrahim’in, babası için yaptığı bu dua kabul edilmemiştir: “Cehennem ehli oldukları açıkça kendilerine belli olduktan sonra -yakınları da olsalar- Allah’a ortak koşanlar için af dilemek ne Peygambere yaraşır, ne de müminlere. İbrahim’in, babası için af dilemesi, sadece ona verdiği bir söz yüzündendi. Onun bir Allah düşmanı olduğu, kendisine açıkça belli olunca ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrahim; çok içli, yumuşak huylu biriydi (Tevbe Suresi: 113-114)”
[2]Bu dua Allah’ın daha önce söz vermiş olmasından dolayı kabul edilir “Hem kendisi iman etmiş, hem de soyundan bu imanı sürdürmüş olan kimselere gelince… Bütün zürriyeti bir arada haşrederiz; fakat [bunu] hiç kimsenin amelinin karşılığını eksilterek yapmayız. Çünkü herkes kendi amelinin karşılığında rehindir. (Sadece amelinin karşılığını alabilir.(Tur:21)
[3] …(Yusuf,) ”Efendinize gidin ve daha önce ellerini kesmiş olan kadınlar hakkındaki gerçeği (ortaya çıkarmasını) isteyin!…” dedi … “Gerçeğin ortaya çıktığını öğrendiğinde: ‘Amacım (eski efendimin,) arkasından kendisine ihanet etmediğimi ve Allah’ın hainlerin hazırladığı tuzakları asla başarıya ulaştırmadığını bilmesini sağlamaktı.’ Dedi.” (Yusuf suresi:50-52)