Geçen hafta yayınlanan “Şefaat” isimli makalemizde, metnin bir kısmı dipnotlar arasına karışmış ve bu yüzden “yarım kalmış bir yazı” eleştirisine muhatap olmuştur. Diğer bir eleştiri de “Ayetler arasında çelişki…”cümlesinedir. Bu, “Ayetler arasında sanki bir çelişki varmış gibi görünmektedir” anlamındadır ve yazının konusu zaten budur. Benzer bir eleştiri “Yunus ve Mevlana” makalemiz için de yapılmıştı. Oysa o yazıda sözümüz Yunus ve Mevlana’ya değil, Yunus ve Mevlana’yı kullanarak “yeni bir Müslümanlık” anlayışı tesis etmeye çalışan batı medeniyetineydi. Hz. İsa değil, Pavlus’un dilindeki İsa…
Adil medya okurları sözlerimize değil, söylemek istediklerimize yoğunlaşmalıdırlar. Aksi halde “Mizah sayfasına tekzip gönderen kimse” durumuna düşerler.
Konumuza dönecek olursak, ahirette yaşanacak bazı olayları anlamak için dünyadaki benzer örneklerinden yararlanmak gerekir. Bu bildik bir yöntemdir ve çoğu zaman doğru sonuçlar verir. Ben kabir azabını açıklarken bu yöntemden yararlanırım:
Ölüm uykuya benzetilirse, dirilmek de uyanmaya benzer. Buradan yola çıkarak kabir azabını rüyaya benzetebiliriz. Kâfirler rüyalarında kâbuslar görürken, iyiler mutlu rüyalar görmektedirler. Böyle bir açıklama, “Kabir azabı vardır.” yahut “Kabir azabı yoktur.” demekten daha iyidir ve daha mantıklıdır.
Şefaat konusunu da benzer bir yöntemle açıklamaya çalıştım:
Dünyada bir yargılama sahnesi düşünelim. Bu bir cinayet davası olsun. Deliller ortaya çıktıkça ve zanlıların kaçacak yeri olmadığı anlaşılınca çözülmeler başlar. Herkes birbirini suçlar ve suçlular ortaklarını aşağıya (yanına) çekmeye çalışır. Tersinden şefaat dediğimiz budur. Bu ibretlik bir durumdur ve suçluların hazin sonunu herkes görür. Hesap günü kurulan mahkeme tam olarak buna benzer. Ayetler incelendiğinde benzer sahnelerin tamamını görmek mümkündür.
Salih kulların hesabı ise kolaydır. Mahkemeleri, duruşmadan daha çok ödül törenine benzer. Orada melekler ve müminler, kardeşleri lehine şahitlik ederler. Allah’tan cennet ve mağfiret talebinde bulunarak, birbirlerine sahip çıkarlar. Şefaat işte budur. Bu; aslında sonucu değiştirmemiş, sadece, dünyada yaşanan “Yoldaşlığın” ahirette hayırlı bir sonla nasıl noktalandığının, mahkeme izleyenleri tarafından görülmesini sağlamıştır. Kuşkusuz Allah’ın böyle seremonilere ihtiyacı yoktur; fakat insan bundan mutlu olur. Çünkü insan, haklı çıktığının herkes tarafından bilinmesini ister.
Şefaat konusunda böyle bir izah, “Şefaat vardır” yahut “Şefaat yoktur” demekten daha iyi bir izahtır ve daha makul görünmektedir.
Bir yorumcu, Hikmet Zeyveli’den bir alıntı yaparak, konuya nasıl yaklaşılması gerektiğini hatırlatmış. O görüşü şöyle özetleyebiliriz:
“Allah şefaat izni vermedikçe, kimse şefaat edemez. Allah kimseye şefaat izni vermez. O halde şefaat fiilen gerçekleşmez.”
Zeyveli’nin izahı şöyle bir soruyu akla getiriyor: “Allah, asla izin vermeyeceği bir şefaatten niçin bahsetmiş olsun?”
Adil medya okurlarına selamlar…