En önemli protokol siyasetçinin kitlesiyle, seçmeniyle yaptığı protokoldur. Yazılı değildir ama siyasî namusun damgasını taşır. Seçmen, otoriter yönetimin totalitarizme, faşizme varmasını engellemek üzere size oy verirken şapkanızda sakladığınız umacıdan haberdar değildi. Özdağ’ın ifşa ettiği protokoldan haberdar olsaydım size ne oy verir ne de oy verdirmek için çabalardım
Oya Baydar
Başlıktaki soruyu Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde Sayın Kılıçdaroğlu‘na oy vermiş bir seçmen olarak sorma hakkını kendimde buluyorum.
Kendimi fena halde kandırılmış, oyuna getirilmiş hissediyorum. Hayır; kazanamadığınız için değil; seçimlerin birinci turundan önce yazdığım yazılarda da kazanmama ihtimaliniz olduğunu, umutsuzluğa kapılmamak gerektiğini Murphy yasalarına gönderme yaparak yazmıştım. Bu yüzden, yenilginiz sonrasında da ne moralim bozuldu ne de size saldıranların kervanına katıldım. Eğer Cumhurbaşkanı olsaydınız elinizi eteğinizi öpecek bazı kişilerin size karşı yaptıkları haysiyet cellatlığına da hep karşı çıktım.
Sizi desteklememin nedeni, demokrasi özürlü Cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandırma vaadinizdi; bütün eksiklerine hatalarına rağmen 6’lı Masa’yı kurup zaman zaman bağrınıza taş basarak da olsa sürmesini sağlayabilmenizdi; Alevi olduğunuzu açıklayarak bir tabunun kırılmasına cesaret etmenizdi; kendi partinizin ilerisinde bir imaj vermeniz ve partiyi de ilerletebilme umudu yaratmanızdı.
14 Mayıs- 28 Mayıs arasında, Dr. Jekyll’in adım adım Mr. Hyde’a dönüşmesini izledik. Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile; buram buram göçmen düşmanlığı, Kürt düşmanlığı kokan, 6’lı Masa protokollerinde dahi demokrasi adına karşı çıkılan kayyım uygulamasını meşrulaştıran bir ittifaka girdiğiniz açıklandığında, bu işe “iyi saatler olsunlar”ın (derin odakların) karıştığını, bir planın uygulanmakta olduğunu düşündüm. Hem ülkem hem de sizin adınıza üzüldüm.
Derin devletin ırkçı güvenlikçi faşizan kanadının önde gelen temsilcisiyle son anda yaptığınız seçim ittifakı, iki yıllık vaadlerinizin, demokrasi söyleminizin, insan haklarına saygılı, eşit yurttaşlık temelinde özgür bir ülke doğrultusunda yarattığınız umudun açık inkârıydı. Dokunulmazlıklar konusunda, “Anayasaya aykırı olduğunu biliyoruz ama evet diyeceğiz” sözünü size kim, hangi güç söyletmişse en kritik anda yine sopasını sallamıştı. Ve siz fabrika ayarlarına dönmüştünüz.
Bunu, ne pahasına olursa olsun seçimi kazanmak için mi yaptınız, bilmiyorum. Sanmıyorum, çünkü bu tercihinizle oy kazanamayıp kaybedeceğinizi bilmeyecek kadar toy bir siyasetçi değilsiniz. Son gelişmeler, büyük planın parçası olmayı zor veya tehditle ama bile isteye kabul ettiğinizi gösteriyor.
Özdağ, tam da partinizin büyük sarsıntı geçirmekte olduğu, parti başkanlığınızın tartışıldığı şu günlerde aranızda yazılı bir protokol olduğunu açıkladı. Bu gizli protokola göre seçimleri kazanmanız halinde İçişleri Bakanlığı dahil üç bakanlık ve MİT Zafer Partisi’ne verilecekmiş. CHP sözcüsü bu açıklamayı reddetti ama Özdağ CHP yönetiminin bu konudan haberdar olamayacağını çünkü protokolun Kılıçdaroğlu ve kendisi arasında kayda alınıp imzalandığını söyleyerek meseleye açıklık getirdi. İddia o kadar vahimdi ki, çoğumuz inanamadık. Konuşmanızı, Ümit Özdağ’ın iddiasını reddetmenizi bekledik. Bir süre sonra bir televizyon programında konuştunuz, açıklamada bulunamayacağınızı söylediniz. Ve iddiayı reddetmek yerine “Özdağ ile protokol ikimizin namusuna teslim edildi,” dediniz.
Size oy veren, oy vermekle kalmayıp gecesini gündüzünü sizin kazanmanız için seferber eden, sandıkları bekleyen, saldırıya uğrayan, vaadlerinize kanan ve umut besleyen 25 milyon insanın bu sözleri duyduğunda ne hissettiklerini bilmiyorum ama kendimden hareketle tahmin edebiliyorum: Kandırılmışlık, aldatılmışlık, hiçe sayılma…
Şimdi size soruyorum Sayın Kılıçdaroğlu: Irkçı faşizme geçiş protokolunu Özdağ’ın ve kendinizin namusuna teslim etmişsiniz. Size oy veren biz seçmenlerin siyasî namusunu, oy namusunu kime teslim ettiniz? Bizler size onay verirken Tekadam rejiminin faşizan gidişatına karşı demokrasi için, özgürlükler için, içeride ve dışarıda barış umudu için, kin ve nefret ortamının aşılıp toplumun normalleşmesi için gittik sandık başına. Ya bir de oylarımızla kazansaydınız ve protokola sadık kalarak mesela İçişleri Bakanlığı’nı, mesela Milli Eğitim veya Savunma Bakanlığı’nı Özdağgiller’e verseydiniz… Türkiye’de ırkçı faşizmin tahkiminde bizlerin, size oy vermiş olanların da suç payı olacaktı. İyi ki kazanamadınız!
Bu ülkeye faşizm lazımsa gül gibi(!) Devlet Bahçeli’miz, Dünya Lideri Sultanımız varken derin devletin ırkçı güvenlikçi kanadının piyasaya sürdüğü yeni temsilcilere ne ihtiyacımız var! Bari bunların huyunu suyunu biliyoruz.
İki yıl imanımızı gevreten seçim tantanasını ne uğruna yaşadık! Zaman zaman içimiz yanarak, bağrımıza taş basarak, olumlulukları öne çıkarıp olumsuzlukları görmezden gelerek sizi desteklememize ne gerek vardı?
En önemli protokol siyasetçinin kitlesiyle, seçmeniyle yaptığı protokoldur. Yazılı değildir ama siyasî namusun damgasını taşır. Seçmen, otoriter yönetimin totalitarizme, faşizme varmasını engellemek üzere size oy verirken şapkanızda sakladığınız umacıdan haberdar değildi. Özdağ’ın ifşa ettiği protokoldan haberdar olsaydım size ne oy verir ne de oy verdirmek için çabalardım.
Allak bullak olmuş partinizde değişimin tartışıldığı şu günlerde, genel başkanın kim olacağından çok sizi de tornasından geçirmiş fabrika ayarlarının gözden geçirilmesi gerekiyor. Parti ve sizin gibi genel başkanlar derin devlet odaklarının etkisinden kurtulmadıkça, kendi içinde de zaman zaman çatışan, değişen kanatların derin planlarının piyonu oldukça, İttihat Terakki’den Cumhuriyet’e, oradan bugüne gelen kanla yazılmış kırmızı çizgilerin izlerini silemedikçe Ali’nin gidip Veli’nin gelmesiyle, içi boş değişim gevezeliğiyle ne partiniz ne de Türkiye kurtulabilir.
İdama götürülürken, “Ha bu da bana ders olsun” diyen Temel’e benzetiyorum kendimi. Ha bu da bana bir ders olsun!